Almanya Friedrich Merz'e Güvenebilir Mi?
Sahte Popülist Merz Almanya’yı BlackRock’a Mı Satacak?
Orijinal adı; ‘‘Can Germany Trust Friedrich Merz?The Frontrunner is a Faux Populist.’’
Yazar: Thomas Fazi, Unherd
Çevirmen:
Kapak Tasarım ve Altyazılar:
Altmış dokuz yaşında olan Friedrich Merz, onlarca yıldır bu anı bekliyordu. Farklı partilerden oluşan bir koalisyon kurmak zorunda kalacak olsa da Merz buna aldırış etmeyecektir. Çünkü seçimlerin tamamlandığı Pazartesi sabahı geldiğinde, yakın siyasi tarihin en dikkat çekici geri dönüşlerinden birini tamamlamış olacak.
Friedrich Merz’in 23.02 Akşamı Seçim Galibiyeti Konuşması:
Friedrich Merz, onlarca yıl önce daha bir öğrenci iken Alman Hristiyan Demokratlarının Birliği olan siyasi hareketin (CDU) parçası oldu. Ancak bugün, etkili bir şekilde "Almanya'yı Yeniden Büyük Yapalım" platformu üzerinden kampanya yürütmekte ki bu, göç gibi konularda partisini sağa kaydırarak Almanya için Alternatif (AfD) partisinden oy devşirmeye yönelik hesaplanmış bir hamleydi.
Ancak Merz’in hesapçı yaklaşımını hafife almamak gerekir: Amerika’da Donald Trump’ın olduğu gibi, milyoner Merz de muhafazakâr kılığına bürünmüş bir şirket kralıdır.
Merz’in uzun bir süredir dünyanın en güçlü kurumsal ve finansal elitlerinin çıkarlarını temsil ettiğini; özellikle 2016 ile 2020 yılları arasında Almanya’da dünyaca ünlü küresel yatırım, fon ve portföy yönetimi şirketi olan BlackRock’un kilit temsilcisi olduğunu hatırdan çıkarmayalım.
Gerçekten de Merz’in seçilmesi ile birlikte Almanya eski bir BlackRock yetkilisi tarafından yönetilen ilk ülke olacak. Ancak onun elit kurumlarla olan bağlantıları çok daha eskilere dayanıyor: Merz, BlackRock’a katılmadan öncesinde de yirmi yıldan fazla bir süredir siyaset, iş ve finans arasındaki döner kapı yani iç içe geçmiş ağsal yapıyı temsil ediyordu.
2002 federal seçimlerinden sonra, CDU’nun o dönemki lideri Angela Merkel parlamenter grubun başkanlığını üstlenirken, Merz onun yardımcısı olarak atanmıştı.
Ancak Merz ve Merkel arasındaki ilişki hiç de sorunsuz değildi. Merz yalnızca iki yıl sonra istifa etti ve 2009’da parlamentodan ayrılana kadar yavaş yavaş siyaset sahnesinden çekildi. Yine de ayrılmadan önce şansı yaver gitti. 2004 yılında, yıllık milyarlarca dolar ciroya sahip sektör devi uluslararası hukuk ve lobicilik firması Mayer Brown tarafından kıdemli danışman olarak işe alındı.
Merz burada çok daha kârlı bir ilişki keşfetti. BlackRock Germany kitabının yazarı Werner Rügemer’in açıkladığı gibi Merz, Mayer Brown’daki görevi sırasında, ABD sermayesinin Almanya’daki çıkarlarını destekleyen anlaşmaların kolaylaştırılmasına aracılık ederek Amerikan yatırımcıların Federal Cumhuriyet’teki şirketleri satın almalarını teşvik etti. Bunun sonucu, işten çıkarmalar ve ücretlerin dondurulmasını içeren binlerce Alman şirketinin satışı ve yeniden yapılandırılması süreci oldu ki bu, Merz’in ‘‘Mehr Kapitalismus Wagen (Dare to Be More Capitalist - Daha Fazla Kapitalist Olmaya Cesaret Edin)” adlı kitabında açıkça övdüğü bir yaklaşımdır.
Şüphesiz kitabının ileri sürdüğü tezleri somutlaştırmak isteyen Merz, bu dönemde birkaç büyük şirketin denetim ve yönetim kurulunda da yer aldı. Ve sonra, muhtemelen şimdiye kadar var olmuş en güçlü şirketlerden biri olan BlackRock, Merz’in kapısını çaldı. Merz nasıl hayır diyebilirdi?
İlaç, eğlence, medya ve elbette savaş — BlackRock'un kâr elde etmeye çalışmayacağı neredeyse hiçbir sektör yoktu. Blackrock için Merz’i işe almanın cazibesini kavramak zor değil. Günün sonunda Merz, BlackRock CEO'su Larry Fink ile Alman politikacılar arasında toplantılar düzenleyerek, şirketin ve onun geniş yatırım portföyünün çıkarlarına hizmet edecek politikaların şekillendirilmesine yardımcı oldu.
Örneğin, Merz'in etkisi altında BlackRock, Deutsche Bank'tan Volkswagen'e, BMW'den Siemens'e kadar ülkenin en önemli şirketlerindeki en büyük yabancı hissedarlardan biri haline geldi. Ancak Merz’in görevi yalnızca hissedarlar için kârı artırmakla ilgili değildi; aynı zamanda şirket çıkarlarının hükümet politikasıyla hizalandığı bir siyasi ortam yaratmaya yönelikti. Ne tesadüftür ki bu durum, Merz gibi birinin büyük iş dünyası ile Bundestag (Alman Federal Meclisi) arasında kolayca gezinmesine olanak tanıyan bir ortam yarattı. Ve nihayetinde Merz, 2021’de şişkin bir banka hesabı ve iki özel jetiyle birlikte CDU’nun lideri olarak siyasete geri döndü.
Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Merz’in siyasi felsefesi köklü biçimde neoliberalizme dayanmaktadır. O, özelleştirme ve deregülasyonun sesli savunucusudur. Ve onun bu savunusu, genellikle bürokrasiyi azaltma ve yabancı yatırımcıları çekme vaatleriyle ifade edilmektedir. Ancak bu kurumsal ikiyüzlülük, kamu sorunlarına özel sektör çözümleri getirme konusundaki emellerini gizlemek için tasarlanmıştır.
Friedrich Merz’in seçim galibiyetinin hemen ertesi günü seçmenlerine sunduğu vaatlerden başlıca olanını inkar ettiği konuşması:
Merz, özel emeklilik planlarında bir lider olan BlackRock gibi şirketlerin yararına olacak şekilde sosyal refah sistemlerinin özelleştirilmesinin güçlü bir destekçisidir. Ayrıca, geleneksel olarak asgari ücret ve haksız işten çıkarmaya karşı yasaların da sıkı bir muhalifi olmuştur. Onun döneminde Alman işçilerin ücretlerinin durgunlaşmaya devam etmesi, hatta daha da kötüleşmesi çok muhtemeldir.
Sıradan Almanların Merz’in umurunda olduğuna gerçekten inanmak zor. Bir kez Davostakilerin Adamı olan, her zaman Davostakilerin Adamıdır.
Merz’in, kimya, finans ve metalürji sektörleri gibi güçlü endüstrileri temsil etmedeki uzun geçmişi, onun başka önceliklere sahip olacağını gösteriyor. Örneğin, şansölye olarak Merz, uzun süredir ilişkili olduğu ve eski işvereni Mayer Brown'u hâlâ temsil ettiği sektörleri düzenlemekle görevlendirilebilir. Ayrıca, onun liderliği altında diğer partilere kıyasla CDU'nun, Merz’in geçmişte temsil ettiği iş çevrelerinden milyonlarca euro kampanya bağışı aldığını hatırlamakta fayda var.
Hem Alman hem de küresel şirket lobicileri için, eski bir meslektaş olan Merz'in şansölye olması bir rüyanın gerçek olması anlamına gelecek. Ya da Rügemer'ın dediği gibi: "Bu, tilkiyi kümesin başına geçirmek gibi bir şey."
Ayrıca sadece bir ekonomi meselesi de değil; Merz’in iş dünyasındaki bağlantıları, dış politikasını da şekillendiriyor. Özünde o sadık bir Atlantikçidir. Amerika'nın küresel düzenin garantörü rolüne sıkı sıkıya inanan birisidir ve bu ideolojik duruş, Merz’i Kuzey Akım 2 boru hattı gibi konularda ABD ile aynı çizgide buluşturmuştur.
Merz, Ukrayna krizinin tırmanmasından çok önce bile projenin iptalini talep etmişti. Onun dış politika konusundaki şahin tutumu - özellikle Ukrayna’ya güçlü desteği çerçevesinde - kendi ülkesinin temel çıkarları pahasına olsa bile Amerika’nın eski jeopolitik öncelikleriyle uyumunu net bir şekilde gösterdi. Sonuçta, Almanya'nın ekonomisinin daralmasının ve süregelen sanayisizleşmesinin ana nedenlerinden biri, ABD'nin güçlü baskısı altında Rus gazından uzaklaşma kararıdır.
Elbette, Washington’un şimdi çok farklı bir Ukrayna politikası var. Peki Merz, Atlantik yanlısı inançlarından vazgeçmek zorunda kalacak mı? Şart değil. Güçlü anti-Rus tutumu ve militarist eğilimleri, Trump’ın çatışmayı yatıştırma çabalarıyla çelişiyor gibi görünse de, gerçekte vizyonları başlangıçta göründüğünden daha uyumlu.
Sonuçta Trump Avrupa’dan ne talep ediyor? Daha yüksek savunma harcamaları ve Ukrayna’nın savaş sonrası güvenliği için hem finansal hem de stratejik sorumlulukların paylaşılmasında önemli bir rol ve bu durum Avrupa’dan bir “barışı koruma” gücünün konuşlandırılmasını bile içerebilir.
Bu politikalar, Merz’in kendi vizyonuyla tam olarak örtüşmektedir. O uzun zamandır Almanya’nın savunma bütçesini artırmayı savundu ve bu tutum, Alman askeri-sınai kompleksindeki kurumsal müttefikleri tarafından memnuniyetle karşılandı. Aslında şimdi, Avrupa’nın “güvenliğini kendi ellerine alması” çağrısında bulunanların korosuna katıldı.
Trump için bundan daha iyisi olamazdı. Bu stratejik yakınlaşma, Merz'in muhafazakâr eğilimleri, ABD finans ve şirket sektörleriyle derin bağları ve kökleşmiş Atlantikçiliğiyle birleştiğinde, onu post-liberal dönemde Amerika'nın Avrupa'daki ‘‘baş vasalı’’ olmaya uygun hâle getiriyor. Bu durum Almanya'yı; stratejik olarak hâlâ savrulsa da; ekonomik olarak daha zayıf ancak askerî açıdan daha cesaretli bir Avrupa Birliği'nin başı olmaya geri getirecek.
Önümüzdeki süreçte Alman ve Avrupa "özerkliği" hakkında çokça retorik eşlik edecek ve hatta muhtemelen Berlin ve Washington arasında hararetli kamuoyu anlaşmazlıkları bile olacak. Ancak gerçekte bu büyük ölçüde bir yanılsamadan ibaret olacak, çünkü yeni dinamik sadece Avrupa ve Amerikan elitlerine hizmet edecektir. İlk grup, daha fazla savunma harcamasını haklı çıkarmak için Rusya korkusunu körüklemeye, fonları sosyal programlardan uzaklaştırmaya ve demokrasiyi bastırmayı meşrulaştırmaya devam ederken, ikinci grup Avrupa’nın ABD’ye ekonomik bağımlılığından faydalanmaya devam edecektir. Tüm bu süreç esnasında Merz gibi kişiler, ABD sermayesinin elinde Avrupa'nın daha da yağmalanmasına yardımcı olmak için iyi bir konumda olacaklar.
Bu sonuca şaşırmamız gerekmiyor. Son yirmi yılda Merz, tıpkı Trump gibi, öncelikle bir iş adamı ve sonrasında da bir politikacı olduğunu kanıtladı. Ancak en azından bir miktar popülist kimliği olan Trump'ın aksine, Merz’in zaferi BlackRock ve diğer büyük şirketlerin yönetim odalarında, banka hesaplarının istikrarlı şekilde artmaya başlamasını bekleyebilecekleri bir sevinçle kutlanacaktır.
Ancak, çoğu zaman olduğu gibi, sıradan seçmenler bu ödülün kendilerine akmasını beklememeli.