Arnold Toynbee: "FİLİSTİN MESELESİ"
İngiliz Tarihçi, Tarih Felsefecisi Toynbee'nin 1967'de yayınlandığında bütün dünyada büyük ses getiren "Filistin Meselesi" adlı yazısı, Türkçeye ilk çeviren Çoşkun Kutay'ın çevirisi ile...
Editör Notu;
Arnold Joseph Toynbee 1889’da Londra doğmuş İngiliz bir tarihçi. Tarihin konusunun kültürler olduğunu söyleyen, kültürlerin ise dinamik yapılar olup, özelliklerini yaratıcı kişilerden aldığı, dolayısıyla tarihin kültürler hakkında olumlu ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunmak yerine, kültürleri anlamaya çalışması gerektiği düşüncesiyle seçkinleşmiş bir tarih felsefecisidir aynı zamanda Toynbee.
Toynbee, 1921 yılında Anadolu'daki Türk-Yunan savaşını “Manchester Guardian” gazetesi adına yerinde izledi ve Yunan birliklerinin giriştiği vahşet hareketlerini bu gazete aracılığı ile dünyaya duyurdu. Anadolu’dan dönüşünde de, “Türkiye’de ve Yunanistan’da Batı Meselesi” adlı önemli eserini eserini kaleme aldı. Bu kitap Mustafa Kemal önderliğindeki Millî Türk Ordusunun Yunan kuvvetlerini bozguna uğratmalarının hemen öncesinde, 1922 yılının yazında yayınlanmıştır.
Kendisi bilhassa Yunan ve Doğu Medeniyetleri üzerine önde gelen tarihçilerden biridir. Dünya tarihini 26 medeniyete bölerek, yükseliş ve çöküşlerini “tehlikelerle yüz yüze gelme ve bunlara cevap verme” dönemlerine göre analiz ettiği, en önemli eseri olan, on iki ciltlik A Study of History - Tarih Bilinci isimli eseri, alanında hâlâ bir başyapıttır.
Arnold Toynbee 1967 senesinde Filistin Meselesi üzerine bir makale kaleme aldı ve bu da diğer yazıları gibi çok ses getiren bir yazı oldu, o gün Islamic Rewiev adlı dergide yayınlandığında. Toynbee meselenin tarihi ve insani yönden analizini yaparken, son kertede olanların sorumlusu olarak, mensubu olduğu kendi memleketi İngiltere’yi işaret ediyordu.
“Bir İngiliz olarak, kendi memleketimin bu durumdaki özel payını nazar-ı itibare almalıyım. İngiltere'nin şu işteki mes'uliyeti büyüktür. Filistin'deki bugünkü durumda kendi memleketimi suçlu buluyorum.”
Makale, Kasım 1967 tarihli İslam Medeniyeti Dergisi’nde, Yüksek Mühendis Coşkun KUTAY çevirisi ile yayınlandı.
Arnold Joseph Toynbee’nin bu önemli makalesini, Çoşkun Kutay çevirisi ile ve tamamen orijinal çeviriye ve yayınlandığındaki özgün tipografisine sadık kalınarak yeniden dizilmiş halde siz Gûngen okurlarına sunuyoruz.
〄
Filistin Meselesi
⑊ Arnold Joseph Toynbee ⑊ Çeviren : Y. Müh. Coşkun KUTAY
⑊ 15 Kasım 1967, İSLAM MEDENİYETİ Dergisi, Sayfa: 17
Filistin mes’elesinin insani ve politik olmak üzere iki yönü vardır. Tabii bu ikisi birbiriyle sıkı sıkıya ilgilidir. Birisini nazar-ı itibare alınca, diğerini de almalısınız. Benim burada mes’eleye temasım insani yönden olacaktır, bunu yaparken dolayısiyle politik yönüne de temas etmiş olacağım.
1. İnsanî yön demekle, evlerinden, mallarından ve istikballerinden edilmiş bir milyon erkek, kadın ve çocuğun trajik akibetlerini kasdetmek istiyorum. Her şeyden evvel 1957 de ziyaret ettiğim Gazze'deki bir mülteci kampını tahayyül ediyorum. Çocukların tahsil gördüğü okulları düşünüyorum. Mülteci kalmaktan başka yolları olmayan çocukların okullarını...
2. İnsanların yurtlarından atıldığı ilk olay tabii bu değildir. M.Ö. VIII. ve VI. yüzyılda, Filistin'deki iki küçük krallığın insanları —İsrael ve Yuda— da bugün Ürdün'e ait olan topraklardan atılmışlardı. İsrail'li sürgünlerin torunları olan bugünkü Yahudilerin atalarının maruz kaldığı hatayı bugün başkalarına tatbik etmeleri trajik bir olaydır. Kendi çektiğimiz sıkıntıları başkalarına da çektirmekten nasıl zevk alınır?... Bu, aynı duruma düşmemek için bize örnek olmalıdır.
3. Geçmişte insanların yurtlarından atılması gibi olaylar «talihsizlik« olarak karşılanırdı. Aynı halin 1948 de Arapların başına gelmesinden sonra, —çok tuhaftır— bir insana bu şekilde muamele «normal« olarak karşılanmaya başlandı. Filistin'li Arapların, bütün mal ve mülklerini ellerinden alan Yahudiler, geçmişte işlenmiş hatayı tekrarlamaları bakımından; yalnız atalarına karşı değil, bütün insanlığa karşı da suçludurlar.
4. Ayrıca Filistin'li Arablar masum kurbanlardır. Büyük çoğunluğun ızdırap çekmesine, içlerinde suçlu olanlar gayet azdır. Mesela; Çekoslovakya, Doğu Almanya ve —Il. Cihan Harbinin bitimi olan— 1945 ten sonra Polonya ve S.S.C. Birliğine katılan Alman topraklarından Batı Almanya'ya gelen mültecileri ele alalım. Hepsi de Alman vatandaşı olup, Hitler'in iktidara gelmesine müsamaha ettiklerinden biraz mes'uliyet taşımalarına rağmen, bunların sadece küçük bir azınlığı Nazi idi ve herhalde sürgün cezası çoğunluk için çok fazla idi. Çünkü hiç birisi Nazi'lerin cinayetlerinden mes'ul değildiler. Kaldı ki Almanların Yahudilere tatbik ettikleri zulümlerle Filistinli Arapların hiç bir münasebeti yoktur. Avrupalı Yahudileri öldürenler Alman’lardı, Araplar değil. Yahudileri Almanlar öldürdü, bunun ceremesini Araplar ödedi.
Muzaffer müttefik kuvvetler, Yahudilerin Araplar aleyhine bu şekilde büyümesine Almanların yenilmesinden sonra müsaade ettiler. Yahudilerin Nazilerden çektiklerinden sonra dünyanın herhangi bir yerinde, kendi yurtlarını kurabilecekleri ve ilerde Nazi tehlikesi gibi bir tehlikede sığınabilecekleri bir ülkeye sahip olmak istemelerini anlıyorum. Fakat Yahudilerin istediği toprak parçası, Yahudileri yok etmek için elinden geleni yapan Batılı Ülkelerden alınmalı, Yeni İsrail Devleti Filistin'de değil Orta Avrupa'da kurulmalıydı
BATILILAR ARAPLARA YAPILAN HAKSIZLIĞA KARŞI NEDEN ANLAYIŞSIZ DAVRANIYORLAR?
Bu mes'ele bana basit ve aşikar görüyor. Fakat bir defasında bunu bir Batı ülkesinde (Almanya ve İngiltere'de değil) bir konferans konusu yaptığımda kahkahalara maruz kaldım. Gülenler Yahudi değillerdi ve o memleket sömürgeciliğe karşı gelmekle ün yapmış idi. Onlarca, Batılı bir ülkenin suçlarının karşılığını kendi toprağıyla ödemesi manasızdı; Batı, Yahudilere olan ahlaki borcunu onlara karşı hiçbir düşmanlığı bulunmayan Batılı olmayan bir ülkenin (Arapların) topraklarını Yahudilere vererek ödeyebilirdi. Sömürgeci zihniyetin bir kalıntısı telakki ettiğim bu gülüş beni sarstı. Suçlu da olsalar sırf Batılı olduklarından bir Batı ülkesinin toprakları çok mukaddes addolunacak, buna karşılık bir suçu bulunmıyan bir ülkenin (Arapların) toprağı Batılılar tarafından Yahudilere verilebilecekti. Bu Batılı ile Batılı olmıyanlar arasındaki eşitsizliğin resmen ilanı demektir. Batılılar suçlu da olsalar imtiyazlıdırlar, demektir. Ve bu, medeniyet, din, dil, milliyet farkı gözetmeksizin bütün insanların sahip olduğu «insan hakları»nın inkarından başka bir şey değildir.
5. Filistinli Harp Mültecilerinin halihazır kaderinde İngiltere'nin rolü:
Filistinli Arabların sürülmesinde, Batının durumu hakkında bir kritik yapmış bulunuyorum. Bir İngiliz olarak, kendi memleketimin bu durumdaki özel payını nazar-ı itibare almalıyım. İngiltere'nin şu işteki mes'uliyeti büyüktür. İngiltere Filistin'i 30 yıl boyunca (1919-1948) işgal etmişti ve Arapların 1948’deki sürgünlerinde başrolü oynuyordu. Balfour deklarasyonuyla 1922’den beri Filistin'de devam eden İngiliz mandasını kaldırdığını ilan ediyordu.
ARAPLARA YAPILAN İHANETTE İNGİLTERE'NİN ROLÜ
İngiltere'yi başlıca iki bakımdan suçluyorum:
I. İngiltere Filistinli Araplarla Siyonist Yahudilerin zihinlerinde birbiriyle uyuşamadıkları fikrini yarattı.
İngiltere Filistinli Araplara Filistin'de tedricen, kendilerine ait milli bir devlet kurabilecekleri ümidini verdi.
Filistin'deki İngiliz mandası «A» sınıfı denilen halkın ileride kendi devletini kurabileceğini ve hürriyetini kazanacağını ihsas ediyordu. Filistin'deki mandater idare kaldırıldığında, buranın nüfusunun % 90ını Araplar teşkil ediyordu ve müstakil devleti Arapların kurmasını beklemek makul bir hareket olacaktı.
Aynı zamanda İngiltere, Yahudilere de bir gün Filistin'de bir Yahudi Devleti kurulacağı ümidini verdi. Yahudilerin ümidi Araplarınki kadar «gerçekleşebilir» değildi. Balfour deklerasyonunda, mandater idare tarafından Yahudilere, Filistin'de bir devlet değil, bir parça arazi vaadedilmişti. Fakat bu «arazi»nin ne olduğu açıklanmamıştı.
Bu deklerasyonda nihai bir Yahudi devletini reddeden kesin bir cümle yoktu. İngiltere «Yahudi Devleti»nin bütün siyonistlerin arzu edip, uğrunda çalıştıkları gaye olduğunu biliyordu. Görüleceği gibi, İngiltere'nin Araplara ve İsraillilere olan vaatleri hukuki yönden uygum olabilirdi. Fakat pratik yönden, bu hukuki yön değil de, vaatlerin insan zihninde uyandıracağı ümitler mühimdi. Bu meşru ümitler, hiç şüphesiz uygum değildi ve Filistinli Araplarla Siyonist Yahudiler arasında bir çatışmaya yol açacak mahiyetteydi.
II. İngiltere mandater idarenin devamı boyunca, bizzat yarattığı durumla ilgilenmedi ve belirli bir politika takip etmeyi reddetti.
İngiltere'nin kendi yarattığı durumdan kurtulmasının tek çaresi, belirli bir yol takib edip, bunu taraflara da kabul ettirmekti. Fakat ne yol takip edilirse edilsin, bu yol bir dereceye kadar taraflardan birinin aleyhinde olacaktı. Bu İngiltere’nin kendi hatasıydı, zira yarattığı ümitler uzlaştırılamaz nitelikteydi.
İngiltere mandater idarenin ilk yıllarında aklını başına alıp, ne çeşit bir bağımsız Filistin, ne çeşit bir İsrail ülkesi tesis etmeye çalıştığını ifade etmeliydi. Arapların çoğunlukta olduğunu, Yahudilerin de azınlık hakları garantiye alınmış bir şekilde onlarla bir arada yaşamaları gerektiğini ifade etmeliydi. Ancak bu şekilde bir anlaşma ile Filistin'in geniş bir kısmı Araplara verilir ve küçük bir kısmında da ilerde İsrail Devleti kurulabilirdi. İngiltere, mandater idarenin başlangıcından sonun kadar almaya mecbur olduğu kararı almaktan korktu. Korkarım ki, bu başarısızlığına sebep taraflardan birini veya her ikisini birden gücendirmek ihtimaliydi.
İngiltere, bu kararı Hitlerin Avrupa'daki Yahudi katliamıyla Filistin'deki durum karıştırılmadan vermeliydi. Bu suretle Avrupadaki Yahudi mültecilere Filistin'de bir yurt verilmek zorunda kalınılmayacaktı. Bunlara, insanlığın iyiliği için İngiltere ve A.B.D. kapılarını açmalıydılar. Her ikisi de fazla bir zorlukla karşılaşmadan bunu yapabilirlerdi.
Gördüğünüz gibi Filistin'deki bugünkü durumda kendi memleketimi suçlu buluyorum.
SADECE BİR ARAP BİRLİĞİ, ARAP MÜLTECİLERİ MESELESİNİ HALLEDEBİLİR
6. Filistin ve Arap Birliği.
Filistin'in halihazır durumu hiç iyi değildir, fakat mülteciler haklarını henüz kaybetmemişlerdir. Evlerinin ve bütün mallarının kanuni sahipleridir. Kendi evlerinde ve kendi memleketlerinde yaşamak hakkına sahiptirler. Hakikatte dünyanın her yerindeki insanların sâhip olduğu insan haklarına onlar da sahiptirler. İnsanlık, bütün dünyada, II. Cihan Harbi içinde ve bugüne kadar çektiği sıkıntılar dolayısıyle insan haklarının şuurlu bir müdafiîdir, bugün. İnsan haklarının küçümsenmediği bu dünyada, insan olarak Arapların hakları da örtbas edilemez. Kanaatımca, Filistin'in Arap sâkinlerinin hakları, adaletli bir şekilde sağlanmadıkça, hiç bir teşebbüs Filistin problemini çözmekte başarı sağlıyamaz.
İstikbalde, diğer Arap devletlerinin Filistin'li Araplara ne şekilde yardım edebilecekleri meselesi merak edilebilir. Bu sahada teklifler yapmak bir yabancı için nâzik bir meseledir. Buna rağmen ben kendi fikrimi belirtmeye cür'et ediyorum. Bana kalırsa, Filistin'deki Araplara, Arap dünyasının yekvücut halinde birleşmesi kadar hiç bir şey yardım edemez. «Birlik kuvvettir» şeklinde bir söz mevcuttur. Bunun doğru olduğuna inanıyorum. Arap Dünyası tek ses halinde konuşursa, bu ses bütün dünyada duyulacak ve dağınık sesten daha fazla nazar-ı dikkate alınacaktır. Birleşmiş Arapların sesi, Filistinli Arapların bugün çektiği sıkıntılı devrenin bitmesinde en fazla etkili olacaktır.
Arap birliğini bugüne kadar önleyen zorlukları hep biliyoruz. Bu zorlukların bir kısmı, Arap Dünyasının dışından gelmektedir. Bir kısmı da iç güçlüklerdir. Bununla beraber Araplar arzu ettikten sonra güçlükleri yenmelerini hiç bir dış kuvvet önliyemiyecektir.
ARAPLAR ARASINDAKİ BİRLİKTE TARİH TEKERRÜR EDECEK Mİ?
Bir tarihçi olarak, halihazır hâdiselere geçmişin ışığı altında bakmayı tercih ederim. Bir defasında Arap Dünyasının ayrılıp zayıfladığını hatırlıyorum. Birinci Haçlı Seferinde Araplar için mevzubahis kriz, İsrail'in kurulmasıyla meydana gelen kriz kadar mühimdi. İlk başta Arap reaksiyonu kuvvetli değildi. Sonunda Araplar birleşip maruz kaldıkları durumdan kurtulmasını bildiler.
Arap Dünyası büyük bir dünyadır ve belki birliğe doğru bir hareketin başlaması fazla zaman alabilir. Şahsen inanıyorum ki, 800 yıl evvel olduğu gibi bugün de birlik kuran kazanacaktır. Bugün yine Arap Dünyası dışardan baskı altındadır. Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, bugün bir memleketin tek başına yaşaması imkânsızdır. Bir birlik devresine doğru gidiyoruz. Avrupa'da 11 yüzyıl süren ayrılık devresi bitmiş gibi görünüyor. Zira artık Avrupalılar birleşmedikleri takdirde yok olacaklarının şuuruna varmışlardır. Aynı durum Araplar ve diğer bölgeler için de aynı sonuçları verecektir.
Batılılar «Arap Birliği» fikrine karşı durmamalıdırlar. Zira Arap Dünyasının durumu Batınınki gibi değildir. Batılılar bütün dünyaya örnek bir medeniyet tarihleri oldukları inancındadırlar ve bu mirasını, bütün dünyanın müşterek malı halinde muhafaza etmeyi arzulamaktadırlar. Arap Dünyası da medeniyet tarihi yerinde kendi hissesini hâizdir. Arap Birliğinin yeniden canlanması dünyaya faydalı olacak bir harekettir. Bu nâzik meseleler üzerinde fikrimi belirtmeye cesaret ediyorum, zira hiç bir kötü niyetim yoktur. Filistin'deki Arapların ve bütün Arap Dünyasının iyiliğini isteyen bir kimseyim.
7. Arap Birliği meselesi B.A.C. için de nâzik bir meseledir. Mümkün olduğu kadar fazla Arap mültecinin sadece mal ve mülklerini geri almalarını değil, «Filistin Arap Devleti» adı altında toplanmalarını görmekten memnun olacağım. Bu arada evleri ve malları üzerindeki iddialardan vazgeçmeden rahat bir hayat yaşamalarının teminini de istiyorum.
🧾 THE ISLAMIC REVIEV ⑊ (Vol. 53 N°: 9-10)
🌍