Avrupa Yeni Bölünmeler Yüzünden Parçalanabilir
The Economist: Kıta son on yıllarının en kırılgan döneminde. Avrupa için 2025 yılı, kriz yönetiminin yılı olacak.
Yazan: 9 Ocak 2025 tarihli The Economist Baş Yazısı
Kapak İllüstrasyonu, Çeviri ve Yayıma Hazırlayan:
Eskiden tüm Avrupa'nın bölünmesi kolaydı. Maliye politikası ve güneş ışığı mı? Bu, kuzey-güney ekseninde bir ayrımdı: Gri ve tutumlu kuzey; parlak ve savurgan güney. Göç ve refah mı? Yeni gelenler genellikle zengin Batı’da hoş karşılanır, fakir Doğu’da ise dışlanırdı. En karmaşık ayrım ise, Avrupa’yı iki çapraz eksende bölen şarap-bira-votka çizgisiydi. Kriz patlak verdiğinde bu tanıdık ayrım hatları işe yaramıştır. Öngörülebilir bölünmeleri yönetmek daha kolaydır.
Yine de Avrupa’nın birleşmek için pek çok nedeni vardı. 27 ülkenin ortak bir tutum belirlemesi, tek pazar içinde ticaret görüşmelerini daha basit hâle getiriyordu—her ne kadar bu bazen ulusal çıkarlar konusunda taviz vermeyi gerektirse de. Euro krizi, para birliğindeki tüm ülkeleri etkilerdi. Rusya Ukrayna’yı işgal ettiğinde, Avrupa’nın büyük bölümü içgüdüsel bir tepki verdi. Ardından hızla Rusya’ya yaptırımlar getirildi ve Ukrayna’ya mali destek sağlandı.
Bir sonraki kriz çok daha çetin olacak, çünkü Avrupa’nın karşı karşıya olduğu tehditler artık bambaşka bir biçim aldı. Amerika ve Çin yakında, Avrupa Birliği’ni ve küresel düzenin kurallarını dikkate almadan hareket eden, aynı kayıtsız duruşu benimseyecek. Liderleri, ekonomik ve güvenlik meselelerini birbirine bağlayarak en yüksek avantajı elde etmekten çekinmeyecek; tıpkı Donald Trump’ın, Danimarka’yı Grönland’ı teslim etmeye zorlamak için tarifeler kullanma ve hatta güç uygulama tehdidinde bulunması gibi.
Uluslararası güvenlik şartları Avrupa için öylesine zayıfladı ki Avrupa’nın silahlı kuvvetleri yeniden şekillendiriliyor ve bütçeleri genişletiliyor. Dahası, Avrupa bu mücadelesini güçten değil, zayıflıktan doğan bir çaresizlikle yürütüyor. Kıtanın en büyük ekonomisi olan Almanya, üçüncü yılını durgunluk içinde geçiriyor. Bu tehditler ve sorunlar, Avrupa’yı eski sınırların ötesinde, yeni fay hatları boyunca bölüyor.
Bu gerçeği kavramak için önce kıtanın derinleşen ekonomik yaralarına bakmak gerek. Zayıf ekonomiler, jeopolitik hesap hatalarına daha yatkındır.
2010’ların başındaki Euro krizinde asıl sıkıntıyı çeken Avrupa’nın çevresiydi. Güney Avrupa ülkeleri, yatırımcılara gelişigüzel vize dağıtırken; Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, Çin’in bölgeyi Xi Jinping’in etki alanına çekmeyi amaçlayan “16+1” girişimiyle iş birliği yapmaya istekliydi. Şimdiyse Avrupa’nın kalbi sarsılıyor. Sorun yalnızca Almanya değil; hatta IMF, Fransa ve İtalya için de zayıf bir büyüme öngörüyor.
Avrupa’nın en büyük ülkeleri, AB’yi kendi ekonomilerini reformdan geçirmeye çalışırken aynı zamanda tehlikeli sularda yönlendirmek zorunda kalacak. Eylül ayında Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) eski başkanı ve İtalya başbakanı Mario Draghi, iddialı bir reform planı sundu. Ancak Fransa ve Almanya arasında bir uzlaşma sağlanmadan, onun en mütevazı önerilerinin bile hayata geçmesi için umut oldukça zayıf durumda.

AB üyeleri ticaret konusunda hiçbir zaman tamamen aynı görüşü paylaşmadı, ancak uzun süre hassas bir denge korunabildi. Britanya’nın merkezinde olduğu bir serbest ticaret bloğu, Fransa’nın korumacı içgüdülerini dizginlemeye yardımcı oluyordu. Sınırları belirlenmiş bir sanayi politikası ve büyük ölçüde Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) kurallarına dayalı küresel ticaret düzeni, tarafları genel anlamda tatmin ediyordu. Fakat Britanya’nın ayrılmasıyla birlikte ticareti tarifeler ve sübvansiyonlarla siyasal bir araç olarak kullanmak isteyenlerin eli güçlendi. Avrupa dışındaki ülkelerde DTÖ’ye destek verenler giderek azalırken, Birlik içinde de örgüte duyulan bağlılık zayıflıyor.
Sanayi politikasının geleceği ve Donald Trump’ın ekonomik hamlelerine nasıl yanıt verileceği konusundaki tartışmalarda, Avrupa’nın büyük ülkeleri farklı teşviklere sahip. Almanya ve Hollanda, AB sınırlarının ötesinde yoğun ticaret yapan ülkeler.
Almanya, Çin yapımı elektrikli araçlara yönelik tarifeleri reddetmeye devam ediyor, çünkü kendi otomotiv sektörünün misillemeye maruz kalmasından çekiniyor. Öte yandan Hollanda, çip üretim ekipmanlarının Çin’e ihracatını sınırlaması için Amerika’nın baskısına boyun eğmek zorunda kaldı. Buna karşın, Fransa, İspanya ve Polonya küresel ticarete çok daha az bağımlı oldukları için serbest ticaretin getirdiği kazanımlardan vazgeçmeye daha meyilli. Avrupa Komisyonu her ne kadar Güney Amerika ülkelerinden oluşan Mercosur ile bir ticaret anlaşması üzerinde uzlaşmış olsa da anlaşma henüz onaylanmadı ve Fransa ile Polonya tarafından engelleniyor.
Bu ülkeler aynı zamanda “stratejik malların” Avrupa’da üretilmesine ve “Avrupa’dan al” gibi korumacı politikalar lehine güçlü argümanlar öne sürmeye daha yatkın.
2024 Nisan ayında AB mali kurallarını değiştirdi. Artık her ülkeden, ya harcamaları kısmak ya da vergileri artırmak yoluyla daha dengeli bir bütçe planı hazırlaması bekleniyor. Euro bölgesindeki tüm devlet borçlarının nihai güvencesi konumunda olan Avrupa Merkez Bankası (ECB), bu kurallara uyum sağlamanın, herhangi bir ülkenin desteğini kazanması için vazgeçilmez bir şart olduğunu açıkça belirtti. Düşünce kuruluşları, Fransa, İtalya ve İspanya’nın her yıl GSYH’lerinin yaklaşık %0,5’i oranında bir mali ayarlama yapmaları gerektiğini söylüyorlar. Bu da kaçınılmaz olarak büyük tartışmalara yol açacak.
Ekonomik bir durgunluk bu tartışmaları daha da alevlendirebilir. ECB hâlâ enflasyonla mücadele ediyor—özellikle hizmet sektöründe fiyatlar geçen yıla kıyasla %4 daha yüksek. Bu nedenle faiz oranlarını keskin biçimde düşürme konusunda isteksiz davranıyor. Euro bölgesinde hanehalkı tasarrufları, pandemi öncesindeki %13 seviyesinden %16’ya yükseldi, bu da tüketimi olumsuz etkiliyor. İş dünyası, zaten Çin’den gelen yoğun rekabetle mücadele ederken bir de Donald Trump’ın politikalarının yaratacağı etkilerle yüzleşmeye hazırlanıyor. Euro bölgesi yakında eski bir tartışmaya geri dönebilir: Ekonomiyi ayakta tutmak için bütçe açıkları genişletilmeli mi?
Euro krizi sırasında AB, daha derin entegrasyon yoluyla sorunların üstesinden geldi. O dönemde düşünülemez görülen politikalar—ECB’nin hükümet borçlarına arka çıkması ve AB ülkelerinin ortak borçlanmaya gitmesi—gerçeğe dönüştü. Eurasia Group danışmanlık şirketinden Mujtaba Rahman, “İyi haber şu ki, AB’nin yönetim ekibi onlarca yılın en iyisi,” diyor. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, dış politika dosyalarının başındaki Kaja Kallas ve Avrupa Konseyi Başkanı António Costa, yetenekli ve hırslı siyasetçiler. Onları, NATO’nun yeni genel sekreteri Mark Rutte de destekleyecek.
Ancak Avrupa’nın siyaseti giderek uç noktalara çekiliyor. Almanya, Şubat ayı sonuna kadar seçim süreciyle meşgul olacak ve sonuç muhtemelen kısıtlı hareket alanına sahip bir merkez koalisyonu olacak.
Fransa’da Emmanuel Macron, istikrarlı bir hükümet kurmakta zorlanıyor. İspanya’da azınlık hükümeti bütçeyi geçiremiyor. Hatta alışılmadık bir şekilde, İtalya şu anda bloğun en istikrarlı büyük ülkesi konumunda. Üstelik AB’nin karşı karşıya olduğu birçok sorun, doğrudan ulusal siyasetin merkezinde yer alıyor: Güvenlik, devletin ekonomideki rolü ve vergilendirme. Tüm bunların ışığında, Mario Draghi’nin büyük reform planları giderek başka bir dünyaya ait bir dilek listesi gibi görünüyor.
Avrupa için 2025 yılı, kriz yönetiminin yılı olacak.