Eitay Mack: "Netanyahu İsrail'in Hayatta Kalması İçin Varoluşsal Bir Tehdittir"
İsrail'in Gazze Şeridi'nde insanlığa karşı işlediği büyük suçlar, siyasi ve ahlaki olarak İsrail Devletinin sonunu getirebilir.
Çevirmen Notu;
Haaretz, ilk olarak Filistin'deki İngiliz Askeri Hükûmetin desteğiyle 1918'de basımına başlanmış, 1919 yılından beri yayın hayatını kesintisiz devam ettiren, İsrail'in en eski günlük gazetesidir. Haaretz, İsrail sağına muhalif tutumu ile saygınlık kazanmış ve İsrail toplumunda güçlü etkisi olan bir gazete. 2001 yılında CAMERA isimli pro-İsrail medya kontrol kurulu Haaretz'i Anti-İsrailliliği körüklemekle suçlamıştı. Bazı çevrelerce anti-Yahudi, anti-İsrail ve anti-Siyonist olarak suçlanmaktadır. Bu suçlamalara karşı gazete ise pozisyonunu, her çeşitten politik görüşlere yer verdiği şeklinde tanımlamaktadır. Bu suçlama ve ithamlara maruz kalan gazetenin 2003'te The Harvard International Journal of Press/Politics tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Filistin'den çok İsrail yanlısı haber yaptığı saptanmış.
Ve fakat radikal İsrail sağının borazanlığını yapan ırkçı gazetelerden biri olmadığını da söylemek gerekir. Netanyahu ve hükümetlerine karşı en sert muhalefetin Haaretz tarafından sergilendiği bir gerçektir.
Nitekim aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Haaretz’de yayınlanmış ve Netanyahu’yu İsrail’i hem siyaseten ve hem de ahlaken yok etme tehlikesine sürüklemekle suçlayan bir makale. Daha önemlisi, İsrail’in Gazze’de insanlık suçları işlediği itirafını dile getiren makalenin yazarı Eitay Mack, Kudüs'te yaşayan, İsrail'in silah ticareti konusunda uzmanlaşmış, kendi tabiriyle Yahudi İsrailli bir insan hakları avukatı aktivisttir.
Netanyahu İsrail'in Hayatta Kalması İçin Varoluşsal Bir Tehdittir
Orijinal Adı; “Netanyahu Is an Existential Threat to Israel's Survival” ⑊ Eitay Mack
⑊ 22 Ekim 2023, Haaretz
İsrail'in içerideki ve dışarıdaki kırılganlığı İran ve onun vekilleri ile ülkenin başarısız lideri Netanyahu'nun suçudur. ABD ve Almanya, İsrail halkını desteklemek adına askeri, manevi ve diplomatik olmak üzere eşi benzeri görülmemiş bir destek sunuyor ve tabi aynı zamanda Gazze'de astronomik bir ölü sayısını önlemek için
2012 yılında Başbakan Benjamin Netanyahu Birleşmiş Milletler'de yaptığı bir konuşmada karikatürize edilmiş bir bomba çizimi sunmuş ve İran'ın İsrail için varoluşsal bir tehdit haline gelecek bir nükleer bomba yaratmak için yeterli uranyuma ne zaman sahip olacağını göstermek için üzerine kırmızı kalemle işaret koymuştu.
Ocak 2020'de kendisine yolsuzluk suçlamaları yöneltilmesinden bu yana Netanyahu'nun kendisi de İsrail için varoluşsal bir tehdit haline geldi ve aynı derecede tehlikeli bir kırmızı çizgi olma yolunda ilerledi.
Netanyahu ilk başlarda kendisine karşı yürütülen cezai kovuşturmaları sabote etmek için devlet kurumlarını zayıflatmaya çalıştıysa da Ocak 2023'e gelindiğinde bu kurumları tamamen ortadan kaldırarak işlevselliklerini o kadar azalttı ki İsrail birçok açıdan başarısız bir devleti andırır oldu.
Bunu neden yaptı? Devlet -bazılarının deyimiyle "derin devlet"- tarafından ihanete uğradığına inanıyordu. Dolayısıyla kendi mantığına göre, sadece kurumların kontrolünü ele geçirmek değil, esasen onları yok etmek de gerekiyordu. Bu operasyonun kilit araçlarından biri, kendisine sadık kişileri -eğer varsa- asgari niteliklerle makamlara atama hamlesiydi.
Bu işlevsizlik, en açık şekilde İsrail'in Arap kasaba ve kentlerindeki suç çetelerinin sınır tanımayan ölümcül saldırıları ve Batı Şeria'da yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik kontrolsüz şiddeti ile görünür hale gelmiştir.
Ve 7 Ekim'den bu yana, Hamas katliamı sırasında devletin acı verici bir şekilde yavaş tepki vermesinde ve sonrasında ise mağdurlara yardımının neredeyse hiç olmamasında kendini gösterdi.
İsrail vatandaşları ve sivil toplum arasındaki seferberlik ve dayanışma her zaman İsrail'in krizlerin üstesinden gelmesine yardımcı olmuştur, ancak bu kez insanlar devletin tamamlayıcı bir hizmeti olarak değil, onun yerini alarak hareket ediyorlar. Mesela, katliamdan kurtulanlara ve güneyden ve kuzeyden tahliye edilen diğer kişilere gıda ve erzak ulaştıran ve Gazze'deki rehinelerin kimliklerini tespit etmek için yüksek teknoloji çabalarına öncülük eden, gönüllü vatandaşlardır.

Biden yönetimi Netanyahu'nun yarattığı anayasal krize ciddi bir müdahalede bulunmaktan kaçınırken, 7 Ekim'de bir Batı ülkesinin bu yüzyılda gördüğü en ağır terör saldırılarından birinin Hamas tarafından gerçekleştirilmesiyle her şey değişti.
İran'ın Orta Doğu'daki yayılmasına karşı Amerikan çıkarları ve ABD Başkanı Joe Biden'ın Yahudi halkı ve İsrail Devleti ile olan kişisel bağının bir birleşimi gibi görünen bir bağlamda, Biden İsrail'i hem Netanyahu'nun hem de İran'ın terör vekilleri Hamas ve Hizbullah aracılığıyla yarattığı varoluşsal bir felaketten kurtarmaya karar verdi. Ve Almanya da bu misyona katıldı.
Bu varoluşsal felaket, Netanyahu yönetimindeki iç parçalanmayı takiben İsrail'in Gazze, kuzeydeki Hizbullah ve tabi bizatihi İran'dan oluşan çok cepheli bir savaşla tek başına yüzleşmek zorunda kalması halinde, ciddi bir askeri yenilgi yaşaması sonucunda ortaya çıkabilir.
ABD'nin iki uçak gemisini bölgeye göndererek İran ile Hizbullah'a duruma müdahale etmemeleri yönünde açık bir mesaj vermesi ve Almanya'nın Lübnan kıyılarındaki bir savaş gemisine ve UNIFIL karargahına asker konuşlandırması bölgesel bir savaş ihtimalini azalttı, ancak bu ihtimal hâlâ mevcut.
Gördüğümüz şey sadece askeri yardım değil, İsrail halkının çoğunluğu Netanyahu'nun liderliğine güvenmezken hayati önem taşıyan moral destektir.
Terör, soykırım ve tam bir apartheid (ırk ayrımcılığı) destekçisi olan Netanyahu hükümetinin Gazze'deki savaşı kendi bildikleri gibi yürütmesi halinde, varoluşsal felaket siyasi olarak da gerçekleşebilir.
Bu durumda Gazze'de ölenlerin sayısı astronomik bir şekilde artacaktır.

Biden, dışişleri bakanı ve Pentagon'un üst düzey yetkililerinin İsrail ziyaretleri ve açıklamalarından ve buna paralel olarak Şansölye Olaf Scholz ve savunma bakanının İsrail ziyareti ve açıklamalarından, hem Biden hem de Scholz yönetimlerinin Netanyahu'ya "bebek bakıcılığı" yapmaya ve onun savaş planlamasına el atmaya karar verdikleri anlaşılıyor - tüm bunlar aşırı sağcı bakanlarının çılgın isteklerini hayata geçirmesini engellemek için. Aksi takdirde Almanya Hamas'a karşı savaş esnasında İsrail'i silahlandırma riskini almazdı.
İsrail'in Gazze Şeridi'nde insanlığa karşı işlediği büyük suçlar, sadece Gazze'deki Filistinlilerin sayısız ölümüne değil, aynı zamanda dünyadaki pek çok kişi için Holokost'tan sonra zulüm gören Yahudiler için bir sığınak olarak kurulmuş bir ülke olarak görülen İsrail'in siyasi ve ahlaki olarak sona ermesine de yol açabilir.

Burada İsrail'in dünyadaki kırılganlığını görüyoruz; İsrail çoğunlukla iki ülkenin, küresel süper güç ABD ve Avrupa'nın süper gücü Almanya'nın sürekli desteğine bağımlı. Her ikisi de İsrail'in varlığını kendi ulusal çıkarlarının ötesinde ilkesel ve ahlaki olarak desteklemekte.
Diğer ülkelerin çoğu ise sadece kendi ekonomik, askeri ve siyasi çıkarları ya da Almanya ve ABD ile olan ilişkileri nedeniyle İsrail ile ilişki içindedir ve onu destekler.
İsrail'in çok daha tehlikeli bir noktaya gelmesi için Almanya'da aşırı sağın iktidar olması ya da Donald Trump'ın yeniden seçilmesi yeterli.
Her ne kadar hem Scholz hem de Biden İsrail'e olan bağlılıklarını Yahudi halkının dünyada hayatta kalmasına olan bağlılıklarının bir parçası olarak ifade etseler de, bu elbette İsrail'in işgal altındaki Filistin topraklarında apartheid politikası yürütmesine izin vermeleri ya da diğer ayrımcı politikalarına göz yummaları gerektiği anlamına gelmiyor.
Amerikan ve Alman hükümetleri, İsrail'in parçalanmaya terk edilmesi ve Yahudi İsraillilerin tamamının ya da çoğunun öldürülmesi ya da ülkeyi terk etmeye zorlanması halinde ortaya çıkacak tehlikenin farkındadır.
Yahudi İsraillilerin bazı Batı ülkelerine kitlesel ve hızlı bir şekilde göç etmesi, anti-semitizm, şiddet ve hatta pogromların patlamasına yol açabilir.
Hamas'ın 7 Ekim'den bu yana Yahudi İsraillileri katletmesi ve kaçırması nedeniyle dünya çapında maruz kaldığı antisemitik saldırılar, kutlamalar ve aldığı destek bu ihtimali kanıtlar niteliktedir. Netanyahu'nun ve İran'ın İsrail'e yönelik saldırılarına rağmen çoğu Yahudi İsraillinin yurtlarını terk etmeye hazır olmamasının nedenleri arasında bu da var.
🌍