Küreselleşmenin Bir Geleceği Var Mı?
Joseph S.Nye: Teknoloji var olduğu sürece küreselleşme devam edecektir. Ancak her zaman faydalı bir şekilde olmayabilir.
Orijinal adı; ‘‘Does Globalisation Have a Future?’’
Yazar: Joseph S Nye Jr, The Strategist
İlk Yayım tarihi: 5.02.2025
Yayıma Hazırlayan:
Ocak ayında Los Angeles’ı kasıp kavuran orman yangınları sırasında, kötü şöhretli Amerikalı komplo teorisyeni Alex Jones, X’te (eski adıyla Twitter) bu yangınların ‘daha büyük bir küreselci planın parçası olarak ekonomik savaş yürütme ve ABD’yi sanayisizleştirme amacı taşıdığını’ iddia etti.
Jones’un yangınlarla ilgili ortaya attığı sebep-sonuç ilişkisi gerçek dışıydı, ancak küreselleşmeyle bir bağlantısı olduğu konusunda haklıydı.
Geçtiğimiz yıl, Dünya’nın kayıt altına alınan en sıcak yılı oldu ve muhtemelen son 125.000 yılın da en sıcağıydı. 2023’te kırılan rekoru geride bıraktı. Küresel ortalama sıcaklıklar, Paris İklim Anlaşması’nın sanayi öncesi seviyelerin 1,5 derece üzerine çıkılmasını önleme hedefini ilk kez aştı. Bilim insanları, bunun büyük ölçüde insan kaynaklı iklim değişikliğinden kaynaklandığını düşünüyor.
Küreselleşme kıtalar arası karşılıklı bağımlılığı ifade eder. Örneğin Avrupa ülkeleri arasındaki ticaret bölgesel bir bağımlılığı gösterirken, Avrupa’nın ABD veya Çin ile ticareti küreselleşmenin bir parçasıdır. ABD Başkanı Donald Trump, Çin’i gümrük vergileriyle tehdit ederek, yerli sanayi ve istihdam kaybından sorumlu tuttuğu küresel karşılıklı bağımlılığımızın ekonomik boyutunu azaltmaya çalışıyor.
Ekonomistler bu kaybın ne kadarının küresel ticaretten kaynaklandığı konusunda farklı görüşlere sahip. Bazı araştırmalar, milyonlarca işin yabancı rekabet nedeniyle kaybedildiğini gösteriyor, ancak tek sebep bu değil. Birçok ekonomist, asıl faktörün otomasyon olduğunu savunuyor. Otomasyon, genel verimliliği artırabilir ancak aynı zamanda ekonomik sıkıntılara yol açabilir. Popülist liderler için ise makineleri suçlamak yerine göçmenleri ve yabancı ülkeleri hedef göstermek çok daha kolay.
Benzer şekilde göçmenler de ekonomik istikrarsızlığın nedeni olarak gösteriliyor. Kısa vadede toplumsal değişimin en görünür sebebi olarak algılandıkları için suçlanmaları daha kolaydır.
İnsanların Afrika’dan göçü, belki de küreselleşmenin ilk örneğiydi ve ABD başta olmak üzere birçok ülke bu sürecin bir ürünü. Ancak tarih boyunca, önceki göçmenler hep yeni gelenlerin ekonomik yük getirdiğinden ve kültürel açıdan uyumsuz olduklarından şikâyet ettiler. Bugün de benzer bir döngü devam ediyor.
Göç dalgaları hızla arttığında (veya medya bunu böyle yansıttığında), siyasi tepkiler de kaçınılmaz hale geliyor. Son yıllarda neredeyse tüm demokratik ülkelerde göç, popülist siyasetçilerin mevcut hükümetleri hedef almak için en çok kullandığı mesele haline geldi. Bu durum, 2016’da Trump’ın seçilmesinde önemli bir rol oynadı ve 2024’te de belirleyici faktörlerden biri oldu. Sosyal medya ve yapay zekâ, aslında daha büyük değişim ve belirsizlik kaynakları olabilir, ancak somut bir “düşman” gibi görünmedikleri için popülist söylemde daha az öne çıkıyorlar.
Bu yüzden bazıları, neredeyse tüm demokratik ülkelerde yükselen popülist dalgayı küreselleşmenin artan yayılımına ve hızına bağlıyor. Popülist liderler ise ülkelerinin ekonomik ve toplumsal sorunları için en çok ticareti ve göçü suçluyor. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte ticaret ve göç gerçekten hız kazandı; siyasi değişimler ve gelişen iletişim teknolojileri daha fazla ekonomik açıklık sağladı ve sermaye, mal ve insan akışının maliyetlerini düşürdü. Ancak popülistlerin gücü arttıkça, yeni gümrük tarifeleri ve sıkı sınır kontrolleri bu süreçleri yavaşlatabilir.
Peki ekonomik küreselleşme tersine çevrilebilir mi?
Tarih bize bunun mümkün olduğunu gösteriyor. 19. yüzyılda hem ticaret hem de göç hızla artmıştı, ancak I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla bu süreç aniden durdu. Küresel ticaretin dünya ekonomisindeki payı açısından 1914 seviyesine tekrar ulaşması neredeyse 1970’i buldu.
Günümüzde bazı ABD’li siyasetçiler Çin ile ekonomik bağları tamamen koparmayı savunuyor. Peki, bu gerçekten mümkün mü?
Güvenlik endişeleri, iki ülke arasındaki ticareti azaltabilir, ancak yıllık yarım trilyon dolardan fazla hacme sahip bir ekonomik ilişkiyi tamamen sona erdirmek çok büyük maliyetler doğurur. Yine de “düşük ihtimal” demek, “imkânsız” demek değildir. Örneğin, Tayvan konusunda çıkacak bir savaş, ABD-Çin ticaretini bir anda kesintiye uğratabilir.
Küreselleşmenin geleceğini anlamak için ekonomik faktörlerin ötesine bakmamız gerekiyor. Küresel karşılıklı bağımlılıklar sadece ekonomiyle sınırlı değil; askeri, ekolojik, sosyal ve sağlık alanlarında da kendini gösteriyor. Savaşlar her zaman büyük yıkımlara yol açar, ancak unutulmaması gereken bir gerçek var: COVID-19 pandemisi, ABD’nin tüm savaşlarında kaybettiği insan sayısından daha fazla Amerikalının ölümüne neden oldu.
Benzer şekilde bilim insanları, iklim değişikliğinin küresel buzulların erimesine ve yüzyılın ilerleyen dönemlerinde kıyı şehirlerinin sular altında kalmasına yol açacağını öngörüyor. Kısa vadede bile iklim değişikliği, kasırgaların ve orman yangınlarının sıklığını ve şiddetini artırıyor. İşin ironik yanı, küreselleşmenin fayda sağlayan yönlerini sınırlamaya çalışırken, yalnızca zarar veren yönleriyle başa çıkmada başarısız olmamız. Trump’ın ikinci yönetiminin ilk hamlelerinden biri, ABD’yi Paris İklim Anlaşması’ndan ve Dünya Sağlık Örgütü’nden çekmek oldu.
Peki küreselleşmenin geleceği ne olacak?
İnsanlar hareket edebildiği ve iletişim ile ulaşım teknolojilerine sahip olduğu sürece, uzun mesafeli karşılıklı bağımlılıklar hayatın bir gerçeği olmaya devam edecek. Sonuçta, ekonomik küreselleşme yüzyıllardır var ve kökenleri, Çin’in bugün devasa Kuşak ve Yol Girişimi’ne slogan olarak benimsediği İpek Yolu gibi antik ticaret ağlarına dayanıyor.
On beşinci yüzyılda, okyanus aşırı ulaşım teknolojilerindeki yenilikler Keşifler Çağı’nı başlattı ve ardından bugünün ulusal sınırlarını şekillendiren Avrupa sömürgeciliği dönemi geldi. 19. ve 20. yüzyıllarda, buharlı gemiler ve telgraflar küreselleşme sürecini hızlandırdı ve sanayileşme, tarım toplumlarını dönüştürdü. Şimdi ise bilgi devrimi, hizmet odaklı ekonomileri yeniden şekillendiriyor.
İnternetin yaygın kullanımı bu yüzyılın başında başladı ve bugün milyarlarca insan, 50 yıl önce devasa bir binayı dolduracak güce sahip bir bilgisayarı cebinde taşıyor. Yapay zekâ geliştikçe, küresel iletişimin kapsamı, hızı ve hacmi katlanarak artacak.
Dünya savaşları ekonomik küreselleşmeyi tersine çevirdi, korumacı politikalar onu yavaşlatabilir, uluslararası kurumlar ise günümüz değişimlerine ayak uydurmakta zorlanıyor. Fakat teknoloji var olduğu sürece küreselleşme devam edecektir. Ancak her zaman faydalı bir şekilde olmayabilir.
Yazar Hakkında:
Joseph S. Nye Jr, Harward Kennedy School’da Emeritus Profesör, Atlantic Council daimi üyeliğinin haricinde Amerikan Dış İşleri ve Savunma Bakanlığı Danışma heyetlerinde de yer almış, Amerikalı siyaset bilimci ve uluslararası ilişkiler teorisyenidir.
Uluslararası İlişkilerde Güç kavramının klasik yorumuna karşın, askeri ve ekonomik kabiliyetlerle ölçeklendirme perspektifinden çıkartarak ona çok boyutlu bir form kazandıran Nye, ‘‘yumuşak güç’’ (soft power) kavramını geliştirmesiyle geniş kitleler tarafından tanınır hale gelmiştir. Nye, devletlerin askeri veya ekonomik güç yerine kültür, değerler ve diplomatik iletişimle dünya politikasında etki yaratabileceğini savunmasının üstüne ayrıca "akıllı güç" (smart power) kavramını da ortaya atarak yumuşak ve sert gücün entegre kullanımını da vurgulamaktadır.