Richard Haass: "Yeni Dünya Düzensizliği"
‘Bay Müesses Nizam’ Gazze olayları patlamadan hemen önce, 22 Eylül’de kaleme aldığı makalesinde "Küresel tablo daha da kasvetli bir hal almak üzere” diyordu. Gazze ile birlikte daha dikkat çekici...
Çevirmen Notu;
Amerikan Dış İlişkiler Konseyi Onursal Başkanı Richard Haass, ABD Dışişleri Bakanlığı'nda Politika Planlama Direktörü (2001-03) olarak ve Başkan George W. Bush'un Kuzey İrlanda Özel Temsilcisi ve Afganistan'ın Geleceği Koordinatörü olarak görev yapmıştır. Kariyeri göz önüne getirildiğinde, bu makam ve sıfatlar sadece iki küçük köşe taşıdır. Gûngen’de evvelce yakın tarihli ve oldukça önemli bir mülakatını yayınlamıştık:
'Bay Müesses Nizam' Richard Haass: "Küresel güvenliğe en ciddi tehdit ABD'nin kendisidir."
Bugün sıklıkla duyduğumuz, çözülen tek kutuplu dünya ve gerileyen tek süper güç Amerika Birleşik Devletleri, birinci soğuk savaşı bitirip dünyanın tek hegemonu olma yolculuğunda zirveye çıkarken kaptan köşkünde kimler vardı diye sorar isek, evvela takvimleri 1980 yılına almamız gerekir.
‘Bay Müesses Nizam’ bu makalesi Gazze olayları patlamadan hemen önce, 22 Eylül’e tarihli. Haass o gün diyor ki:
“Ukrayna savaşından yapay zeka silahlanma yarışına kadar, küresel tablo kasvetli görünüyor ve daha da kasvetli bir hal almak üzere.”
Richard Haass’ın, “Yeni Dünya Düzensizliği” (The New World Disorder) şeklinde bir dil oyunu ile başlık atarak günümüz ahval ve şeraitine dair düşüncelerini kaleme aldığı makalesi, Gazze ile birlikte daha dikkat çekici hale geldiği için, siz Gûngen okurlarının bilgisine sunmak istedik.
Yeni Dünya Düzensizliği
Orijinal Adı; “The New World Disorder” ⑊ Richard Haass
⑊ 22 Eylül 2023, Project Syndicate
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve Hindistan Başbakanı Narendra Modi gibi liderlerin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 78. oturumunda göze çarpan yokluğu, günümüzün sayısız jeopolitik zorluklarının altını çiziyor. Ukrayna savaşından yapay zeka silahlanma yarışına kadar, küresel tablo kasvetli görünüyor ve daha da kasvetli bir hal almak üzere.
Eski bir Sovyet fıkrasında bir gazeteci Komünist Parti Genel Sekreteri'nden ülke ekonomisini değerlendirmesini ister. Kısa cevap “İyi.” olur. Gazeteci, hikayesini tamamlayabilmek için liderden biraz daha detaylandırmasını rica eder. “O halde,” diye yanıtlar Genel Sekreter, “iyi değil.”
Aynı şey bugün dünyanın durumu için de söylenebilir. Birçok küresel lider, 78. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için New York'ta bir araya gelirken, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Birleşik Krallık Başbakanı Rishi Sunak, Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron gibi dikkat çekici isimler katılmadığı için, endişe duymak adına sebepler var.
Bu dönemin tartışmasız en önemli ilişkisi olan ABD-Çin ilişkileri, son dönemde artan diplomatik temaslara rağmen kötü durumda. ABD'nin hedefi iki büyük gücün ikili ilişkiler için bir zemin oluşturması. Ne var ki en iyi ihtimal, iki hükümetin bir kriz halinden kaçınabilmesidir. Ancak Çin'in askerî kanatlar arası iletişimi yeniden başlatmayı ve bir kriz iletişim kanalı kurmayı reddetmesi bu durumu daha da zorlaştırıyor. İyimserler bile iki ülkenin yakın gelecekte bölgesel ya da küresel sorunlar karşısında anlamlı bir işbirliği yapabileceğini düşünmüyor.
Bu arada Çin, büyük ölçüde kendi politika eksikliklerinden kaynaklanan önemli ekonomik zorluklarla karşı karşıya. Ancak sorunlar içeriden kaynaklanıyor olsa bile, bu sonuçların Çin'le sınırlı kalacağı anlamına gelmiyor. Orada yaşananlar en azından küresel ekonomik büyümeyi sekteye uğratacaktır. En kötü ihtimalle de Çin liderliği, iç ekonomik sıkıntılarından uzaklaşmak için yurtdışında daha agresif davranmaya yönelecektir.
Hint-Pasifik'in bir diğer köşesinde, Kuzey Kore nükleer cephaneliğinin hem boyutunu hem de kalitesini arttırmaya devam ediyor. Pyongyang rejimi giderek daha gelişmiş balistik füzeleri test etmeye devam ediyor ve nükleer yeteneklerinin beka kabiliyetini artıracak nükleer silahlı bir denizaltıyı tanıttı. Kuzey Kore'nin nükleer ya da füze programlarından ödün vermek bir yana, bunları tartışmaya açık olduğuna dair bile hiçbir emare yok.
Bir başka endişe de Ukrayna'nın yaklaşık üç buçuk ay önce başlattığı karşı taarruzun sınırlı bir ilerleme kaydetmiş olması. İyi tahkim edilmiş Rus güçleri hala Ukrayna'nın doğu ve güneyinin büyük bölümünü kontrol ediyor. Bu gerçek, Rusya'nın ABD öncülüğündeki yaptırımlara rağmen savaş zamanı silah üretimini arttırabildiğini ve İran ile Kuzey Kore'den silah ithal edebildiğini de hesaba kattığımızda, ikinci yılına giren savaşın bir süre daha devam edeceğini gösteriyor.
Ukrayna'nın topraklarını geri alma hedefinden taviz vermek istememesi anlaşılabilir bir durum. Batı'dan daha gelişmiş silahlar geldikçe askeri gidişatın kendi lehine döneceğine inanmaya devam ediyor. Putin ise savaşın maliyetini karşılayabileceğine ve Ukrayna'ya yönelik Amerikan ve Avrupa desteğinin azalmasının "eğer" değil "ne zaman" meselesi olduğuna inanıyor. Bunların hiçbiri barış yanlılarına çalışacak fazlaca alan bırakmıyor.
Afganistan'da yeni Taliban'ın eski Taliban'a hiç benzemediği giderek daha net anlaşılıyor. Esas soru, ülkelerinin yeniden terörizm için bir fırlatma rampası haline gelmesine ne derece izin verecekleri. Bir de Taliban'ın Pakistan'ın kırılganlıklarını arttıran istikrarsızlığa ne kadar katkıda bulunacağı sorusu var. Kötü yönetişim, zayıf kurumlar ve sınırlı kapasiteden muzdarip zayıf devletlerden bahsetmişken, bunların sayısı Afrika ve Latin Amerika'da giderek artıyor.
Küresel bir perspektiften bakıldığında, dünya pek de iyi durumda değil. Yaklaşık 15 milyon kişinin hayatına mal olan dünya çapındaki bir pandeminin ardından geçtiğimiz yaz, kayıtlara geçen en sıcak yaz oldu. Dünyanın dört bir yanından yetkililerin Birleşik Arap Emirlikleri'nde BM İklim Değişikliği Konferansı (COP28) için bir araya gelmesine iki aydan biraz fazla bir süre kala, hükümetlerin iklimle ilgili endişeleri kısa vadeli ekonomik önceliklerin önüne geçirmeye hazır olduğuna inanmak için çok az neden var.
Son olarak, yapay -ve artırılmış- zeka teknolojileri hızla gelişirken, bunların yapıcı boyutlarından nasıl yararlanılacağı ve potansiyel olarak yıkıcı uygulamalarının nasıl dizginleneceği konusunda uluslararası bir fikir birliğinin oluştuğuna dair hiçbir işaret yok.
Bazı iyi haberler de var. Rus saldırganlığına karşı Batı'nın verdiği güçlü tepki ve daha geniş anlamda Çin maceracılığını caydırmayı amaçlayan Hint-Pasifik'teki Amerika liderliğindeki ortaklıkların ve ittifakların yenilenen canlılığı bunun başlıca örnekleri.
Orta Doğu'da ise İran, Washington'un Tahran'a sadece gıda ve ilaç için kullanılması şartıyla 6 milyar dolarlık dondurulmuş mal varlığına erişim izni vermesi karşılığında beş Amerikalı mahkumu serbest bıraktı. İki ülke ayrıca -resmi bir anlaşma olmasa da- İran'ın yaptırımların hafifletilmesi karşılığında nükleer faaliyetlerine bazı sınırlamalar getirilmesini kabul edeceği bir düzenleme üzerinde çalışıyor gibi görünüyor.
Benzer şekilde, İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri normalleştirecek ABD arabuluculuğundaki bir anlaşma üzerinde de müzakereler ilerleme kaydediyor gibi görünüyor. İmzalanması halinde bu anlaşma Suudi Arabistan'ın İran saldırganlığına karşı savunmasını güçlendirme ve İsrail-Filistin diplomasisine çok ihtiyaç duyduğu ivmeyi kazandırma potansiyeline sahip.
Kötü haberlerin iyi haberlerden daha ağır bastığı gerçeğinden kaçış yok. Uluslararası kalkınma hedeflerine ulaşılamıyor. Hindistan'daki son G20 Zirvesi çok az şey başardı ve BM Genel Kurul toplantısı da onun izinden gidiyor gibi görünüyor. BM'nin en önemli bileşeni olan Güvenlik Konseyi kenara itilmiş vaziyette ve veto hakkına sahip üyelerinden birinin BM Şartı'nın en temel ilkesini ihlal eden bir savaş yürüttüğü göz önüne alınırsa, durum böyle kalmaya devam edecek. Etkili uluslararası işbirliğine olan talebin had safhada olduğu bir dönemde, ne acı ki işbirliği yetersiz kalıyor.
🌍