Robin Niblett: Amerika'nın Müttefikleri İttifaklarını Kurtarabilir mi?
Washington'un Ortakları Yeni Bir Müttefik Mutabakatı Oluşturmalıdır.
Orijinal Adı: ‘‘Can America’s Allies Save America’s Alliances? Washington’s Partners Must Create a New Allied Consensus’’
Yazar & Yayım: Robin Niblett, Foreign Affairs
Yayım Tarihi: 10 Ocak 2025
Çevirmen, Kapak Tasarımı ve Yayıma Hazırlayan: Uğur B.Tezgel
Editör Notu
Birazdan okuyacağınız makale, yeniden başkan seçilen Donald Trump’ın Amerika’nın dünya genelinde müttefiklerine karşı sadece müttefik oldukları için iyilikte bulunmayacağı tezinden hareket ediyor. Yazarı Sir Robin Niblett, 2006 yılının sonuna kadar Washington merkezli Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CSIS) Başkan Yardımcısı ve Operasyon Direktörlüğü görevini yürütürken, aynı dönemde CSIS Avrupa Programı ve Yenilenmiş Transatlantik Ortaklık Girişimi'nin direktörlüğünü üstlenmiştir.
Dr. Niblett 2007'den 2022'ye kadar Birleşik Krallık Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü olan Chatham House'un direktörü olarak görev yapmış bir uluslararası ilişkiler üstad-ı azamı olup halihazırda hem Chatham House hemde Asya Topluluğu Politika Enstitüsü'nde araştırmalarına daimi üye olarak devam etmektedir.
Sir Niblett önümüzdeki süreçte, yeni Amerikan yönetiminin kararlarına ve uygulamalarına rağmen, dünyanın her yanına yayılmış halde olan ABD müttefiki ülkelerin ittifaklarına sahip çıkmaları ve antlaşmalarının çerçevelerine sadık kalmalarının önemine oldukça detaylı bir şekilde vurgu yapıyor ve bunun bilfiil kendileri için en avantajlı yol olduğu argümanını temellendiriyor.
‘Sözde’ kurallara dayalı uluslararası düzenin içerisinde ABD’nin geniş ittifaklar zincirine dair mevcut ‘status quo’nun ABD’den daha ziyade müttefikleri lehine değişeceğini ileri sürüyor. ABD’nin yürütücü liderliğinin bizzat müttefikleriyle daha eşit şartlarda bir ilişki formuna dönüşeceği bir ittifaklık çerçevesinin şekilleneceği öngörüyor.
İşbu makaleyi, Donald Trump’ın ikinci döneminden itibaren başta Türkiye olmak üzere mevcut Amerikan müttefiklerinin karar süreçlerindeki reflekslerinin daha anlaşılır olması gayesi ile siz okurlarımızla paylaşıyoruz.
***
ABD Başkanı Joe Biden'ın iki önemli dış politika başarısı, ABD'nin Atlantik ve Pasifik'teki ittifaklarını güçlendirmek ve bu ittifakları birbirine bağlayan okyanus ötesi bir ağ geliştirmek olmuştur.
Son birkaç yıl içinde NATO'nun genişlemesi; ABD, Japonya ve Kore arasında üçlü bir pakt; Avustralya, Birleşik Krallık ve ABD arasında AUKUS adlı ortaklık; Ukrayna'ya sürekli destek; Rusya'ya yönelik yaptırımlar ve kritik tedarik zincirleri konusunda G-7 koordinasyonu gerçekleşmiş bulunuyor. ABD ve müttefikleri birlikte çalışarak, saldırgan bir Rusya ile giderek daha iddialı hale gelen bir Çin arasında ortaya çıkan eksene karşı başarılı bir şekilde mücadele etme şanslarını arttırdılar. Amerikanın müttefikleri kendi ittifaklarını yalnızca hayatta tutmayı başarmadı, aynı zamanda güvenlik yükünün daha eşit şekilde paylaşılmasıyla güçlenerek bu süreçten çıktı
Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşü, bu çalışmaları tersine çevirme tehdidi taşımaktadır. Hatırlarsanız Trump’ın ilk döneminde ABD müttefikleri, taleplerine uyum sağlamak için ellerinden geleni yaptılar; savunma harcamalarını artırdılar, ticaret politikalarını uyarladılar ve Çin’e karşı teknoloji kısıtlamalarını sıkılaştırdılar. Fakat şimdi, dört yıl sonra, hem Atlantik hem de Pasifik sahnelerinde güvenlik riskleri çok daha yüksek ve bu ittifakların parçalanma ihtimalleri çok daha güçlü.
Buna rağmen Trump, “Önce Amerika” dış politikasını yeniden canlandırmaya ve ABD müttefikleri üzerinde siyasi ve ekonomik baskıyı daha da artırmaya kararlı görünüyor. İşbu politikalar, Washington'dan ortakları uzaklaştırabilir ve ittifak sistemi içindeki ülkeler arasında ilişkileri zorlayabilir, bu da Pekin ve Moskova’ya yeni diplomatik manevra alanları sağlayabilir.
ABD müttefikleri, saflarını sıklaştırma veya Trump’ın serbest bırakabileceği merkezkaç güçlerin kendilerini birbirinden uzaklaştırmasına izin verme arasında bir karar vermek zorunda kalacak. Eğer ikinci yolu seçerler ve ABD liderliğinin yokluğunda dar ulusal çıkarlarını gözetirlerse, önümüzdeki on yılların büyük iç ve uluslararası zorluklarıyla başa çıkmakta zorlanacaklar ve ABD, jeopolitik rakiplerine kıyasla ciddi şekilde zayıflayacaktır. Ancak ABD müttefikleri birlik içinde kalırsa, ABD liderliğindeki mevcut statükonun yerini, ABD'nin müttefikleriyle çok daha eşit şartlarda ilişki kurduğu bir sistem alacaktır.
***
AMERİKA'NIN DAĞILAN KONSENSÜSÜ
ABD’nin müttefikleri, Trump’ın başkanlığa dönüşünün, sancılı bir yeni işlemsel dönem başlatacağını, en azından, öngörebilmekteler.
Trump, müttefik oldukları için anlaşma müttefiklerine herhangi bir iyilik yapmayacaktır. Geçmişteki eylemleri, örneğin savunma harcamalarını artırmaları veya Rus boru hattı gazı ithalatını ABD sıvılaştırılmış doğal gaz ithalatıyla değiştirmeleri gibi, onlara pek bir itibar da vermeyecektir. Bunun yerine Trump, ABD müttefiklerinin güvensizliğini -Rusya'nın Ukrayna'yı tam ölçekli işgali ve Çin'in artan askeri gücü göz önüne alındığında, ilk dönemine kıyasla çok daha fazla olan bu güvensizliği- ticaret ve savunma konusunda daha iyi anlaşmalar için kullanabilir ve taleplerini istediği gibi değiştirip karıştırabilir.
Avrupa, Japonya ve Güney Kore'deki ABD askeri varlığını azaltma tehdidinde bulunarak, ortak ülkelerin ticaret şartlarını daha elverişli hale getirmelerini isteyebilir. Ayrıca, ABD müttefikleri, Washington’un şu anda savunmaya harcadığı GSYİH’nin %3,4’üne denk gelen bir seviyeyi karşılayamazsa, ek tarifelerle tehdit edebilir.
Müttefikliklere merkantilist bir yaklaşımın ötesinde, Trump’ın yurtdışında ABD kuvvetlerinin konuşlandırılmasının maliyetleri konusundaki şikayetleri, Avrupa ve Asya’da ileri savunmanın değerine dair İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşmuş iki partili mutabakatın reddini yansıtmaktadır. Bu mutabakat henüz tamamen dağılmamıştır.
Chicago Küresel İşler Konseyi’nin 2024 tarihli bir anketine göre, Amerikalıların %64’ü, ABD’nin güvenlik ittifaklarının hem müttefikler hem de ABD için faydalı olduğunu belirtmiştir. Ayrıca, Trump’ın NATO’dan çekilme tehditlerini engellemek amacıyla, ABD Kongresi 2023 yılının Aralık ayında, herhangi bir ABD başkanının Senato onayı olmadan ittifaktan ayrılmasını önleyecek bir yasa tasarısını kabul etti. Ancak, küresel güvensizliğin arttığı bir dönemde izolasyonist bir başkanın geri dönüşü, ABD’nin Atlantik ve Pasifik müttefiklerine verdiği vaatlerin ne kadar kırılgan olduğunu gözler önüne seriyor.
Trump sadece müttefik oldukları için müttefiklerine iyilik yapmayacaktır.
NATO'nun 5. Maddesi, bir üye saldırıya uğradığında tüm üyelerin askeri güç kullanmasını emretmez; yalnızca her birinin, Kuzey Atlantik bölgesinin güvenliğini yeniden sağlamak ve sürdürmek için "gerekli gördüğü önlemleri almasını, silahlı kuvvet kullanımı dahil" şart koşar. Bu nedenle, Trump NATO'dan tek taraflı olarak çekilemese de, bir NATO müttefikine yönelik Rus saldırganlığına karşı ABD'nin vereceği yanıt, başkomutan sıfatıyla onun takdirine bağlıdır. Örneğin, Trump, Baltık ülkelerinden birini Rus işgaline karşı savunmak için ABD güçlerini görevlendirmemeye karar verebilir ya da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in nükleer tehditleri karşısında geri adım atmayı seçebilir.
Asya'daki ABD taahhütleri de aynı derecede belirsizdir. Trump ve birçok danışmanı Çin konusunda Rusya’ya kıyasla daha sert bir tutum sergilese de, bu, Çin güçleri Tayvan’ı ablukaya alırsa Trump’ın doğrudan bir çatışmayı göze alacağı anlamına gelmez. Doğu Çin Denizi'nde Japonya tarafından yönetilen adalara yönelik koordineli bir Çin girişimine karşı askeri güç kullanmayı da tercih etmeyebilir.
ABD-Japonya Güvenlik Anlaşması'nın 5. Maddesi, NATO'nun 5. Maddesi kadar belirsizdir ve başkana bir çatışmaya nasıl müdahale edileceği konusunda geniş bir takdir yetkisi tanır.
Trump ayrıca son döneminde ABD güçlerini Kore Yarımadası'ndan çekmeyi düşünmüştü ki bu 2025 yılında, Kuzey Kore'nin çok daha fazla nükleer kapasiteye sahip olduğu ve Güney Kore'yi "düşman devlet" olarak gördüğü günümüzde tekrar ederse, birkaç yıl öncesine göre çok daha tehlikeli bir eylem olacaktır.
Kore Ulusal Birleşme Enstitüsü tarafından Haziran ayında yapılan bir ankette, Güney Koreli katılımcıların yüzde 66'sı ülkelerinin Pyongyang'ı caydırmak için nükleer silahlara sahip olmasının gerekli olduğunu söyledi ve bu da ABD'nin nükleer garantisine ilişkin yaygın kamuoyu endişesini yansıttı.
***
AYRI DÜŞMEK
Trump yönetiminde ABD geri adım atarsa, Biden yönetiminin güçlendirmek için çalıştığı Çin ve Rus baskısına karşı ortak cephe çözülmeye başlayabilir. Özellikle Japonya ve Güney Kore arasındaki ilişkiler oldukça kırılgan bir durumda.
Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk-yeol'ün Aralık ayında sıkıyönetim ilan etme girişiminin başarısız olmasından önce bile, Güney Kore'nin Japonya ile uzlaşması, zayıf bir iç siyasi temele dayanıyordu ve Yoon’un zaten düşük olan popülaritesini daha da düşürüyordu.
Gallup Korea şirketinin Mart 2023’te yaptığı bir anket, Güney Kore vatandaşlarının çoğunluğunun, ABD ile yapılan üçlü anlaşmanın bir parçası olarak Japon hükümetinin İkinci Dünya Savaşı sırasında Korelilere yönelik iş gücü suistimalleriyle ilgili uzun süredir devam eden anlaşmazlığı çözmek için Yoon’un Japonya ile yaptığı anlaşmayı reddettiğini ortaya koydu. Yoon şimdi görevden azledilmeyle karşı karşıyayken, muhalefetteki Demokrat Parti lideri Lee Jae-myung’un yapılacak özel başkanlık seçimlerini kazanması muhtemel görünüyor. Lee, Japonya ile yapılan anlaşmayı “[Güney Kore’nin] dış ilişkiler tarihindeki en utanç verici ve ezici an” olarak nitelendirirken, Yoon’un Çin’e karşı sert tutumunu da eleştirdi ve kamuoyunda “Tayvan Boğazı’nda olan bitene neden önem verelim?” diye sordu.
Japonya’da ise uzun süredir devam eden bir dizi yolsuzluk skandalı, Başbakan Fumio Kishida’nın Eylül ayında istifasına yol açtı ve yerine geçen Shigeru Ishiba, Ekim ayında yaptığı erken seçimlerde parlamento çoğunluğunu kaybetti. Çin karşıtı bir şahin olarak bilinen Ishiba aynı zamanda bir milliyetçi ve ABD-Japonya güvenlik ittifakının daha eşit bir düzeye gelmesini savunuyor. Ishiba, Japonya'nın GSYİH'sinin %2'sini savunmaya harcama taahhüdünün, ABD'nin daha pasif bir müttefiki olmak yerine Japonya’nın kendi ulusal güvenliğini güçlendirmeye yönlendirilmesi gerektiğine inanıyor.
Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşü, Avrupa için daha da kötü bir dönemde gerçekleşiyor. AB'nin en büyük ve en etkili ülkeleri olan Fransa ve Almanya, siyasi sistemlerinin milliyetçi ve sosyal açıdan muhafazakâr partilerin artan popülaritesine uyum sağlamakta zorlanmasıyla karışıklık içinde. Bu yılki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde merkez partiler hâlâ oyların %60’ından fazlasını almış olsa da, Avusturya, Fransa, İtalya, Macaristan, Hollanda ve Slovakya gibi çeşitli AB üye devletlerinde parlamentonun en büyük partileri artık popülist partiler. Bu partilerin çok azı NATO’dan ayrılmayı savunuyor, ancak ittifakın Putin’in yayılmacılığıyla yüzleşmeye odaklanmasını reddediyorlar. Ukrayna’ya verilen desteğin maliyeti, şikâyet listelerinin başında yer alıyor.
Trump’ın yeniden seçilmesi, bu partileri meşrulaştırırken, merkezci rakiplerinin Avrupa’nın güvenlik açığını kapatmasını zorlaştırabilir. Avrupa ülkeleri topluca Rusya'nın savunmaya harcadığının dört katından fazla harcama yapsa da, savunma bütçeleri, askeri güçleri ve sanayi kapasiteleri, ABD'nin önemli desteği olmadan Rusya’nın daha fazla saldırganlığına yanıt verecek şekilde yeterince entegre değil – Trump döneminde bu destek yetersiz kalabilir. Ancak milliyetçi partiler, Avrupa’nın özerk hareket kapasitesini güçlendirebilecek daha derin AB entegrasyonuna şüpheyle yaklaşıyorlar.
Trump’ın dönüşü, Avrupa’yı başka yollarla da istikrarsızlaştırabilir.
Trump, ABD'yi Paris İklim Anlaşması'ndan tekrar çekme sözünü tutarsa, bu hareket, Avrupa’daki iklim şüphecilerine güç verir ve 2050’ye kadar net sıfır sera gazı emisyonu hedefini benimseyen ülkeler ile bu hedefi sulandırmak isteyenler arasındaki bölünmeleri derinleştirir. Ekonomik cephede ise, Trump'ın tarife tehditleri, AB üyelerini ciddi misilleme önlemleri hazırlamaya teşvik etti; bunlar arasında ABD’den yapılan belirli ithalatlara yeni vergiler getirmek veya yalnızca kritik ithalatlar için istisnalar sağlayarak genel bir tarife artışı uygulamak gibi önlemler bulunuyor. Ancak bu tür önlemler, ABD ticaretine en çok bağımlı olan AB hükümetleri ile bu önlemleri hemen devreye sokmaya hazır olanlar arasında çatışmalara yol açabilir.
Sıkça söylendiği gibi, ticarete bağımlı Avrupa ülkeleri aynı anda hem Rusya’ya yaptırım uygulayıp hem Çin’e ticaret kısıtlamaları getiremez. ABD ile bir tarife savaşı içinde oldukları sürece, her ikisini birden yapmaları kesinlikle mümkün değil. Bazı Avrupa hükümetleri şimdiden bahislerini garanti altına almak için AB'den ayrılarak Çin ile ilişkilerini geliştirmeye başladı.
Almanya Şansölyesi Olaf Scholz, Nisan ayında, 18 ay içinde Çin’e yaptığı ikinci ziyarette büyük bir iş heyetini de yanında götürdü; Kasım 2022’de Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ortak bir gezi yapma teklifini reddetmişti. İspanya Başbakanı Pedro Sánchez, Eylül ayında Çin’e yaptığı ziyarette, AB’nin Çin’den yapılan elektrikli araç ithalatına tarife koyma planlarını eleştirdi; çünkü Çin’in İspanya’nın kârlı domuz eti ihracatına misilleme yapmasından korkuyordu.
Belki de daha endişe verici olan, Trump anti-liberal gündemini uygulamaya devam ederse, ABD’nin ittifaklarını bir arada tutan değerler temelindeki uzlaşmayı bozabilir.
ABD ordusunu göçmenleri toplu şekilde sınır dışı etmek için kullanmak, Avrupa müttefiklerinden Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’a yönelik yargılamalarını reddetmesini talep etmek veya ABD’nin iç güvenlik birimlerini, Trump’ı önceki başkanlığı sırasında yanlış yaptığına dair soruşturanlara karşı misilleme amacıyla silahlandırmak gibi eylemler, ABD ile müttefikleri arasında çatlaklara yol açabilir.
***
BİRLİKTE AYAKTA KALMAK
ABD müttefikleri isterlerse, Trump’ın dönüşüne, hâlihazırda devam eden olumlu değişimleri hızlandırarak yanıt verebilirler.
Birincisi, ABD'nin geri çekilme olasılığı, Avrupa ülkelerinin savunma çabalarını artırmasını daha da acil bir hale getiriyor. Kıtadaki savunma sanayi kapasitesine yapılan hükümet yatırımları hızla artıyor. Örneğin, Ocak 2024 itibarıyla yıllık bir milyon top mermisi olan üretimin, 2025 sonunda iki milyona çıkması bekleniyor. Ekim ayında Birleşik Krallık, Fransa, Almanya ve diğer Avrupa ülkeleriyle birlikte yeni uzun menzilli füzeler geliştirme konusunda anlaşmaya vardı. Ayrıca eski Hollanda Başbakanı Mark Rutte'nin NATO Genel Sekreteri, eski Litvanya Başbakanı Andrius Kubilius’un ise AB’nin ilk Savunma ve Uzay Komiseri olarak atanması, NATO’nun entegre askeri komutası içinde bir “Avrupa sütunu” oluşturma önündeki engelleri aşmaya daha fazla odaklanılmasını sağlayacak. Bu, Avrupa güçlerinin NATO kaynaklarını daha özerk bir şekilde kullanmasına olanak tanıyacak.
Avrupa ülkeleri ABD’den bağımsız olarak ilişkilerini güçlendiriyor.
Birleşik Krallık ve AB komşuları, Brexit sonrası çekincelerini aşarak yeni bir ikili güvenlik anlaşması müzakerelerine başladı. Ekim ayında Londra ve Berlin ilk kez bir ikili savunma anlaşmasını tamamladı ve Londra ile Paris, 2010’da imzalanan savunma anlaşmasını yenilemek için görüşmelere başladı. Ayrıca, İngiliz ve Fransız politika yapıcılar, Alman, Polonyalı ve diğer Avrupa muhataplarıyla birlikte, ABD’nin genişletilmiş nükleer garantisinin güvenilirliğine dair artan belirsizliğe nasıl karşılık verebileceklerini tartışıyorlar. Ortak bir Avrupa nükleer caydırıcılığı yaratmak, aşılması neredeyse imkânsız engellerle karşı karşıya. Ancak, nükleer olmayan Avrupa ülkelerinden subayların İngiliz ve Fransız nükleer tatbikatlarına katılmalarını sağlamak ve NATO içinde bir Avrupa nükleer sütunu oluşturmak gibi ara güven artırıcı adımlar zaten tartışılmakta.
Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri şimdi, Ukrayna’daki olası bir ateşkesi sürdürmeye yardımcı olmak için muharip güçlerin konuşlandırılmasını değerlendiriyor. Trump yönetiminde, ABD’nin vetosu Ukrayna’nın NATO üyeliğini daha uzak bir ihtimal haline getirirken, Avrupa’nın Ukrayna’nın geleceğini güvence altına alma sorumluluğu kaçınılmaz hale geliyor. Avrupa ülkelerinin bu role sahip çıkması, Washington’un dahil olmasını sağlamaya bile yardımcı olabilir. Eğer Avrupa ülkeleri Ukrayna’ya uzun vadeli mali yardım taahhüdünde bulunursa, ABD Kongresi üyeleri, Ukrayna’ya sürekli bir ABD silah akışı sağlamak için süresi dolmuş olan Ukrayna Demokrasi Savunma Lend-Lease Yasası’nı yeniden etkinleştirmeye daha istekli olabilirler.
Son olarak, Avrupa ülkeleri, Trump döneminde daha da aciliyet kazanacak olan Çin’den gelen güvenlik tehditlerini ele almak için Pasifik ortaklarıyla işbirliği için yeni yollar geliştirmekte. İngiliz, İtalyan ve Japon hükümetleri, birlikte yeni nesil bir savaş uçağı geliştirme konusunda taahhütte bulundular ve İngiliz hükümeti, 2025’te Hint-Pasifik ve Japonya’ya ikinci bir uçak gemisi görev grubunun ziyaretini onayladı. ABD ve Çin güçleri doğrudan bir çatışmaya girerse, Avrupa yetkilileri ve Pasifik ortakları, Avrupa ve Hint Okyanusu gibi bağlantılı bölgelerde ABD’nin yeteneklerini nasıl destekleyebileceklerini düşünüyorlar.
***
ZORLU MÜTTEFİKLER
Önümüzdeki yıllarda ABD’nin müttefikleri birlik içinde kalır, kolektif kapasitelerini güçlendirir ve ortak eylem mekanizmalarını geliştirirse, bu durum, ABD'nin başından beri hâkim olduğu ittifak sisteminde siyasi güç dengesini değiştirebilir. Örneğin, Ukrayna’daki çatışmanın sonlanması esas olarak Avrupa güçleri tarafından sağlanırsa, Avrupa hükümetleri, Moskova ile yapılacak gelecekteki anlaşmalarda eşit hatta daha fazla söz hakkı talep edecektir.
Rusya’ya karşı hangi yaptırımların sürdürüleceği, Rus tazminatlarının ölçeği, savaş suçları mahkemelerinin rolü ve Avrupa mali kurumlarında tutulan yaklaşık 300 milyar dolarlık Rus rezervlerinin Ukrayna’ya mı yoksa Rusya’ya mı verileceği gibi konularda kendi pozisyonlarını daha güçlü bir şekilde savunacaklardır.
ABD müttefikleri, gerektiğinde Washington'dan ayrı olarak kendi çıkarlarını takip edeceklerdir. Eğer Trump, ABD müttefiklerine yeni tarifeler uygularsa, Avrupalılar kendi anlaşmalarını Çin ile yapmaya daha fazla meyilli olabilirler.
Avrupalı müttefikler ayrıca ABD ekonomisine bağımlılıklarını azaltmaya çalışabilirler. Eğer Trump, Biden yönetiminin ABD üretim kapasitesini yeniden inşa etmeye yönelik “Amerikan Ürünlerini Satın Al” yaklaşımının bir versiyonunu sürdürürse, AB üyeleri kendi Avrupa şampiyonlarını kritik sektörlerde destekleyecektir. AB ayrıca büyük ABD teknoloji ve sosyal medya şirketlerinin operasyonlarına ek kontroller getirme konusunda daha az çekimser olabilir.
***
İNSİYATİF ALMAK
Kasım ayında düzenlenen G-20 zirvesinin oturum aralarında, Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer ile Çin Devlet Başkanı Xi Jinping arasında altı yıl aradan sonra ilk kez gerçekleşen görüşmede, Starmer, iki ülke arasında "tutarlı ve sürdürülebilir" ilişkilerin gerekliliğini vurguladı. Bu yaklaşımı somutlaştırmak amacıyla, Ocak ayının ortasında, İngiltere Maliye Bakanı Rachel Reeves, büyük bir banka ve iş dünyası heyetiyle birlikte Pekin'e seyahat edecek.
Bu ziyaretin amacı, Çin’in Birleşik Krallık’taki yatırımlarını ve Londra’nın Asya dışında renminbi finansmanı ve ticareti için ana merkez olarak rolünü ele almak olacak. İşçi Partisi hükümeti, Çin yatırımlarına, Muhafazakâr seleflerinden ya da Trump yönetimindeki Amerika Birleşik Devletleri'nden daha açık ve iş dostu bir yaklaşım sergilemek istiyor.
ABD müttefikleri, küresel meselelerde gerekirse Washington’dan bağımsız bir şekilde kendi çıkarlarını takip edeceklerini de gösterdi. Örneğin, Kasım ayında Azerbaycan’da düzenlenen COP 29 toplantısında ABD’nin liderliğinin yokluğunda, AB delegasyonu ve İngiliz hükümeti, Azerbaycan, Brezilya ve Çin hükümetleriyle bir araya gelerek müzakerelere öncülük etti.
Bu liderlik, düşük gelirli ülkeler için büyük bir öncelik olan iklim uyumuna, gelişmiş ekonomilerin doğrudan mali hibelerinden geçmişe kıyasla daha büyük bir pay ayrılmasını sağladı. Aralık ayında ise AB üyeleri, Arjantin, Brezilya, Paraguay ve Uruguay’ı kapsayan Mercosur serbest ticaret bloğuyla yeni bir serbest ticaret anlaşması imzaladı. Bu, Avrupa’nın, hem Biden hem de Trump yönetimlerinin çok taraflı ticaret anlaşmalarına yönelik refleksif şüpheciliğini paylaşmadığını gösteriyor.
***
G-7 ve ABD MÜTTEFİKLERİNİN İLİŞKİSİ
G-7, ABD ile başlıca müttefikleri arasında daha eşit bir ilişkiyi yansıtan ve ortak çıkar konularını ele alan bir forumdur. Ancak, G-7’nin yakın geleceği belirsizliğini koruyor. Trump’ın geçmişte G-7 üyeleriyle ticaret ve iklim politikaları üzerindeki anlaşmazlıkları, bu forumun geleceğini tehdit etmişti. Dahası, G-7 üyelerinin (AB dahil) şu anda ABD ile Çin’den daha büyük bir mal ticareti fazlası vermesi, grubun Trump’ın hedef tahtasına yeniden girmesine neden olabilir.
Ancak, G-7 artık birkaç yıl öncesine göre daha fazla pratik değer taşıyor. Çin’den gelen ekonomik tehdit, Trump’ın ilk dönemine kıyasla daha keskin bir hale geldi ve yeni yönetim, ABD müttefikleriyle teknoloji kontrolleri ve kritik tedarik zincirleri üzerinde koordinasyonu sürdürmek istiyorsa, G-7 kanallarını kullanmaya devam etmek zorunda kalacak.
Eğer Trump bu forumdan çekilirse, G-7’nin ayakta kalması geri kalan üyelere bağlı olacak.
STRATEJİK YENİDEN DEĞERLENDİRME
ABD müttefikleri, 2016’da Trump’ın zaferini bir sapma olarak görmüş ve Putin’in Ukrayna’yı işgali ile Pekin’in Moskova’ya yakınlaşmasının ardından Amerikan ittifaklarının güçlenmesini stratejik normalliğe bir dönüş olarak değerlendirmişti. Ancak Trump’ın yeniden seçilmesi, daha uzun süreli etkiler yaratabilir. Trump’ın ikinci dönemi, Biden yönetiminin son dört yılda titizlikle yeniden inşa ettiği ittifak ağını çözebilir ve bu durum, ABD müttefiklerinin iç siyasi sistemlerine de sıçrayabilir.
Bu ağın yerinde kalıp kalmayacağı giderek ABD müttefiklerinin kendi eylemlerine bağlı hale gelecek. Bu konuda, en azından ilk göstergeler bir miktar iyimserlik için neden sunuyor. Rusya’nın acımasız savaşı ve Çin’in bu saldırganlıktaki suç ortaklığıyla harekete geçen Avustralya, Japonya, Güney Kore ve Avrupa’daki hükümetler, ülkelerinin savunmasında daha fazla sorumluluk alma sürecini nihayet başlattılar. Ancak daha fazlasını harcadıkça ve yaptıkça, güvenliklerini ve refahlarını etkileyen konularda daha fazla söz sahibi olmayı da bekleyecekler. Bu, 80 yıl önce Amerikan ittifaklarının kurulduğu resmi ve gayri resmi şartların yeniden müzakere edilmesi anlamına geliyor.
Böyle bir yeniden ayarlama, Trump yönetimi birçok kişinin korktuğu kadar sert olmasa bile, Washington ile Avrupa başkentleri arasında gerginlikleri artırabilir. Buna rağmen, ABD’nin ortakları şimdi Trump’ın getireceği değişikliklerden bağımsız olarak ittifak ağının hayatta kalmasını sağlamak için üzerlerine düşeni yapmalı. Önlerindeki dört yılı, daha yetenekli ve talepkar hale gelen müttefiklerin aynı zamanda daha cazip küresel ortaklar olabileceğini Amerikalılara göstermek için kullanmalılar.