Terry Eagleton: Yeni Canavarların Farkında Olun
“İlkelliğe dönüş mü yaptık?” sorusuyla kaleme aldığı son yazısında Terry Eagleton 'medeniyet' üstüne düşünüyor: “Beşeriyet sürekli olarak kendini aşma ve kendini yok etme tehlikesiyle karşı karşıya.”
Çevirmen Önsözü;
“İyilikperver doğa durumu efsanesi uzun zaman önce yıkıldı. Daha yakın zamanda, çocukluk masumiyeti olarak bilinen bir versiyonuna psikanalistler tarafından meydan okundu.”
Beşeriyet tarihindeki tüm en kötü zulümler, gerçekleştikleri ulusun devleti tarafından işlenmiş ya da buna izin verilmiştir. Dünyanın en kötü insanlarından hiçbiri hapiste değildir. Yasalar kötü insanlardan korumak için değil, kötü insanları başkalarından korumak için vardır.
Bu nedenle, yasaları genişletme ve hükümetin sizin üzerinizdeki gücünü artırma çabalarına karşı her zaman, her zaman, güvensiz olmakta yarar var. Kim dost ya da kim düşman bilmek önemli.
♾️
Yeni Canavarların Farkında Olun
(Orijinal Adı; “Beware the new leviathans”)
İlkelliğe dönüş mü yaptık?
Erkekler ve kadınlar doğuştan iyi midir? Filozof Jean-Jacques Rousseau böyle düşünüyordu ama hayata, iyi ve kötü gibi ahlaki terimlerin geçerli olmadığı bir “yabanilik” durumunda başladığımızı kabul ediyordu. Ancak oradan insan ırkı, “yabanilerin aptallığı” ile Rousseau’nun medeniyetin felaketi olarak gördüğü durum arasında daha olumlu bir aşamaya geçti. Medeni toplumun doğuşuyla birlikte barış, masumiyet ve merhamet hali yerini savaş, hukuk, hükümet ve mülkiyetin eşitsiz dağılımına bıraktı.
Rousseau’ya göre devlet, zenginlerin yoksullara dayattığı büyük ölçüde hileli bir sözleşme ve sivil toplumun kurucusu, bir toprak parçası için “Bu benimdir,” diyen ve insanları ona inanacak kadar saf bulan ilk kişidir. Ona göre, eğer birileri toprağın meyvelerinin herkese ait olduğunu ve toprağın kendisinin hiç kimseye ait olmadığını söyleseydi, suç, savaş, cinayet, sefalet ve dehşet ne derecede önlenebilirdi? İlerleme bir yanılsamadır ve bilim insanlığı mahveder. Uygarlık bizi ne daha mutlu, ne de daha erdemli yaptı. Yine de bir kez o mesut bahçeden kovulduktan sonra geri dönüş yoktu.
Bazıları bu görüşü biraz tek taraflı bulabilir. Medeniyetin bizi hem daha iyi hem de daha kötü hale getirdiğini öne sürmek kesinlikle daha ikna edici. Eğer bazı sorunlarımıza çözüm getiriyorsa, kendi sorunlarını da yaratıyor. Daha anti-sosyal dürtülerimizi yatıştırıp dizginliyor ama bunu yaparken de “ilkel” beşeriyetin kapsamının ötesinde yıkım biçimlerini beraberinde getiriyor. Onların sorunu zayıflıksa, bizimki güçtür. Sanat tarihçisi Malcolm Bull, “Kendi zekamızın canavarca döllerini alt edebilmek, her zaman insanın hayatta kalmasının koşulu olmuştur,” diye yazmıştı. Beşeriyet sürekli olarak kendini aşma ve kendini yok etme tehlikesiyle karşı karşıya. En büyük kusuru kibir. Kendi zekamızın canavarca ürünü artık yapay zekâ olarak biliniyor.
Muhafazakârlığın belli bir türüne göre, insan doğası büyük ölçüde yozlaşmıştır ve her zaman da böyle olmuştur. Anglo-Katolik Tory T.S. Eliot, “Çağımız özellikle yozlaşmış değil. Tüm çağlar yozlaşmıştır,” demişti. Bu, insanlardan değerli bir şeyler çıkaramayacağınız anlamına gelmez ama bunu yapmak için tertip ve disipline, bazen de acımasız bir disipline ihtiyacınız vardır. İyilik vardır ama yalnızca onulmaz derecede gözü açık olanlar onu kendiliğindenmiş gibi görür.
Klasik liberalizm tam tersi bir görüşe sahiptir. İnsanlar kabiliyetlerini geliştirmeleri için yalnız bırakıldıklarında daha başarılı olurlar. Onları baskı altında tutmak gelişmelerini engelleyecektir, fakat ruhani laissez-faire gelişmelerine imkân tanıyacaktır. İnsanlar özgürlüklerini kötüye kullanabilirler ama özgürlükleri olmadan gerçek anlamda insan sayılmazlar. Eğer doğru yolda gideceklerse, yanlış yolda gitme ihtimallerine de imkân tanımanız gerek. Romantizm bu inancın bilhassa olumlayıcı bir örneği. Erkekler ve kadınlar, gerçekleştirilmeyi talep eden belirli yaratıcı kapasitelere sahiptir ve dünyadaki kötülüklerin çoğu bu güçlerin engellenmesinden kaynaklanmaktadır. Engelleyenlerin isimleri saymakla bitmez: devlet, din, sömürgecilik, ataerkillik, kapitalizm, etnik üstünlükçülük, egemen sınıf vb. Devrim, bastırılmış olan enerjilerin bu engelleri muzaffer bir şekilde aşarak kendilerine geldikleri andır.
Bu teoride yanlış olan bir dizi şey var. Tüm insan kapasiteleri gerçekleştirilebilir mi? Papa’ya suikast düzenleme kabiliyetim ve bunu yapmak için duyduğum şiddetli arzu ne olacak? Bazı güçlerimiz bariz şekilde zararlıdır ama bunları yaşamı daha fazla kolaylaştıranlardan nasıl ayırt edeceğiz? Peki ya bazı kabiliyetlerimiz diğerleriyle savaş halindeyse? Bastırmaya gelince, Freud gibi belirli bir miktarının işleyişimiz için gerekli olduğunu iddia edenler var. Çok fazlası sizi hasta edecek olsa bile, bastırmak sizin için iyi olabilir. Vatikan’ın balkonundan Papa’yı indirme dürtümü bastırmayı başarabilirsem, bu Papa için de iyi olacaktır.
Ve eğer ihtiyacımız olan tek şey ifadenin baskıyı kırmasıysa, bu neden daha sık gerçekleşmiyor? Bunun bir yanıtı, düzenin halihazırda arzunun içinde mevcut olması, onu disipline etmesi ve dizginlemesidir. Ataerkillik, sömürgecilik ve benzerleri sadece dışsal güçler değil; bizi onları içselleştirmeye ikna ettikleri için bu kadar güçlü bir şekilde gelişebilirler. Düzenin amacı sadece ona itaat etmemiz değil, onu sevmemizdir. Kendi arzularımızı otoritenin arzularıyla özdeşleştirerek, otoriteye karşı yapılan bir ihlal kendimize yapılmış bir ihlal gibi hissedilir. Bu özdeşleşme asla mükemmel olamayacağı için —Baba’nın Yasası’nı sevdiğimiz kadar ondan nefret ettiğimiz için— devletler, imparatorluklar ve egemenlikler zaman zaman alaşağı edilir.
Radikaller, liberallerin insan doğası konusunda fazla iyimser olduğu konusunda muhafazakârlarla hemfikir. Fakat aynı zamanda muhafazakârların insan doğasının pozitif potansiyelini küçümsediği konusunda da liberallerle hemfikirler. Tartışmayı dini açıdan da görmek mümkün. Tef çalan, günahı hakir gören, ahlaki kendini beğenmişlik saçan ve kendi kurtuluşlarına sevinen mutlu mesut Hıristiyanlar var. Bu oldukça tuhaf tipler için inanç çoğunlukla bir sırıtma meselesidir. İnsan doğasının tamamen bozuk olduğunu ve Mesih’in bizi kurtarmış olması gibi gelişigüzel bir hakikat olmasaydı cehennem ateşine doğru yol alacağımızı düşünen kasvetli Hıristiyanlar da var. Genel kanı, Mesih’in bizi Şeytan’dan kurtarırken bir anlık liberal duygusallığa yenik düştüğü ve onun pençelerine düşmemize izin vermesinin daha iyi bir tavsiye olabileceği yönünde.
Bu iki durum da insanların erdemli olma potansiyeline sahip olduğu ancak bunun için radikal bir öz-dönüşüme ihtiyaç duydukları ana akım Hıristiyanlıktan sapmalardır. İyilik ne kendiliğinden ortaya çıkar ne de var olur; bir noktaya kadar sıkı bir emek gerektirir. Otomatikman ortaya çıkmaz ama ortaya çıktığında, onu yaratılışımızın bir gereği olarak kabul ederiz. Dolayısıyla kötü haber, şu anda olduğumuz gibi yapmayacağımızdır; iyi haber ise erdemin, başarma potansiyeline sahip olduğumuz bir dönüşümü gerektirmesidir ki bu da baştan sonra dejenere olduğumuz fikrini öldürür.
Aydınlanma liberalleri için ahlaki ve maddi ilerleme el ele gider. Bunu ne kadar çok çamaşır makineniz olursa o kadar merhametli ve şefkatli olursunuz anlamında alırsanız, artık kimse buna inanmıyor. Yine de bu efsanevi kabuğun içinde maddi kıtlığın şiddeti ve sömürüyü doğurduğuna dair bir hakikat çekirdeği mevcut. Kıtlık ve hastalıktan etkilenmeyen insanlar, bir lokma ekmek için savaşmak zorunda kalanlara göre daha fedakârdır. Hayatta kalmakla o kadar meşguldürler ki sizi nehirden çıkarmakla uğraşmazlar. Buna karşın bazı muhafazakârlar için ahlaki ilerleme refah artışıyla ters orantılıdır. Medeniyet ne kadar ilerlerse, o kadar açgözlü, bencil ve kalpsiz hale gelir. Radikaller bunu medeniyete dair bir yargı olarak değil, mevcut toplumsal yaşam biçimimiz açısından doğru olarak görür.
Savaşa ve özel mülkiyete düşüşümüzden önceki sözde doğa durumu, Rousseau için kutsanmış bir zaman iken Thomas Hobbes için bir kabustu. Hobbes’a göre bu, her bireyin elini diğerine karşı kaldırdığı bitmek bilmeyen bir çatışma durumu ve sulh, ancak toplumsal sözleşme olarak adlandırılan sınırsız hükümete tabi olmayı kolektif olarak kabul ederek tesis edilebilir (İnsanların sözleşme, hukuk, otorite, itaat ve benzeri kavramlara sahip olmadan böyle bir sözleşmeyi nasıl yapabilecekleri konusunda mantıksal bir sorun söz konusu, bu durumda zaten bir medeniyet durumunda oldukları görülecektir).
İçkiden ve gülmekten hoşlanan güler yüzlü bir adam olmasına rağmen Hobbes, genelde İngiliz filozofların en kötümseri olarak görülür, fakat çağdaş düşünür John Gray onu yakın bir ikinci sıraya koyar. Son kitabı The New Leviathans, Hobbes’un doğa durumuna yapay bir biçimde geri döndüğümüzü savunuyor. Liberalizm bitmiştir ve hoşgörü pratiği tarihe karışmıştır (Burada aklında, geçici bir olguya dünyevi-tarihsel statü atfetmek olan woke’luk var gibi görünüyor).
Bununla birlikte, liberal bireyciliğin paklanmış olması iyi, zira Hobbes’un da kabul edeceği üzere, sınırsız kendi kaderini tayin etme bir fantezidir. Gray, korkunç bir kıyamet diliyle, Batı’da gerçekleşen “hem trajik hem de gülünç bir kendini kurban etme gösterisinden” bahsediyor. Hobbes, vahşi doğa durumundan herhangi bir kurtuluş olduğuna inanmakla hata etmiştir, zira “herkesin herkese karşı savaşı her insanın getirisinde başlar ve asla sona ermez”. Kitap, bir süredir yıkmaya çalıştığı bir önerme olan, insanların “yaşamın hizmetinde hareket edebileceklerine” dair zayıf bir imtiyaz ile sona eriyor.
Karamsarlık devletler arasında popüler değildir, zira hüsran hoşnutsuzluğa yol açabilir. Dolayısıyla bu kitap Rishi Sunak için yılın kitabı olmayacaktır, zira kötümserliği nihilizme endişe verici bir şekilde yaklaştırıyor. Yine de hiçbir politikacının dile getirmeye cesaret edemediği bir hakikatle yüzleşiyor: Gray’in deyimiyle, ya piyasa güçlerinin devlet tarafından yönlendirildiği ya da devletin şirketlerin gücü tarafından ele geçirildiği bir dünyada işlerin çok kötü gittiği hakikatiyle.
İyilikperver doğa durumu efsanesi uzun zaman önce yıkıldı. Daha yakın zamanda, çocukluk masumiyeti olarak bilinen bir versiyonuna psikanalistler tarafından meydan okundu. Çocuk cinselliği bir süredir biliniyordu, özellikle de bebekler tarafından. Ancak Freud’un öğrencisi Melanie Klein’ın, bebeğin annesinin göğsüne vurarak parçalara ayırdığı cani fantezilerini yazdığı çalışmasına hazırlıklı değildik.
Fakat bebekler sahiden de en azından potansiyel olarak mini katiller olsalar bile, söylenecek tek şey bu değil. Onlar aynı zamanda bakıcılarının sevgisini tanıyabilir ve buna karşılık verebilirler; bu sevgi olmadan gelişemezler. Bunun için Freud’a göre insan ahlâkının tohumlarını eken bir minnettarlık yaşarlar. Daha sonra bu içgüdünün bilinçli bir ahlaki farkındalığa dönüştürülmesi gerekecektir ki bu son derece tehlikeli bir girişimdir. Eğer mutlak anlamda kötü değilsek, bunun nedeni şiddet dolu bir dünyaya girdiğimizde bizi karşılayan şeyin onun ötesine işaret eden bir şey olmasıdır.