Thomas Fazi: "BRICS Dünya Düzeninin Şafağı"
Thomas Fazi son BRICS Zirvesiyle gündeme gelen tartışmalara UnHerd'de kaleme aldığı makalesi ile katılmış. Mevcut durumun bir fotoğrafını çekerek, geleceğe dair kendi penceresinden tabloyu resmediyor.
Çevirmen Önsözü;
“Gerçek üretime baktığımızda Batı ile BRICS arasındaki fark daha da keskinleşiyor: G7 ülkeleri bir bütün olarak küresel imalat üretimine kabaca Çin’in tek başına yaptığı kadar katkıda bulunuyor.”
Rusya’nın Ukrayna’ya dönük müdahalesinde Batı’nın seferber edemediği müttefikleri ya da kısmi müttefikleri arasında Hindistan en baştaydı. Halihazırda Moskova ile son yıllarda S-400 tedariki ile ivme kaydeden askeri işbirliği bulunan Yeni Delhi, daha sonra G7’nin Rus petrolüne ambargo uygulamasıyla Rus enerji tedarikçilerinden ucuza petrol almaya başladı.
Esasında savaş Hindistan’ın işine gelmişti ve geçen yılın yaz aylarında hükümetin, şirketlere petrol alımlarını Rusya’dan yapmaları yönünde talimat verdiği bile iddia edilmişti. Fakat Yeni Delhi, güneydoğu Asya’da Washington yönetimi için Çin’e karşı konsolidasyonu sağlamak açısından kritik bir aktör.
♾️
BRICS Dünya Düzeninin Şafağı
(Orijinal Adı; “The dawn of the Brics World Order”)
Hindistan, Rusya ve Çin'e karşı zemin kaybediyor
Geçen haftaki BRICS zirvesinin yeni bir dünya düzeninin doğuşunu müjdelemesi bekleniyordu. Amerikan döneminin sona erdiğini ve bu kez gelişmekte olan ülkelere ait başka bir dönemin yükseldiğini ilan edecekti. Hatta heyecanlı analistlere göre, Soğuk Savaş sırasında bağlantısızlar hareketinin önünü açan 1955 toplantısı olan Bandung Konferansı’nın bir yenisi olarak hatırlanacaktı.
Johannesburg’daki toplantı bu açıdan başarılı oldu. Örgüt, 2009’daki kuruluşundan bu yana ilk genişlemesini duyurdu; gelecek yıl, beş orijinal BRICS üyesine —Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika— Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır, İran, Etiyopya ve Arjantin (mevcut hükümetin önümüzdeki seçimleri kazanması halinde, ki bu pek mümkün görünmüyor) katılacak. Daha da önemlisi zirve, ittifakın artan iktisadi gücünü Batı egemenliğindeki küresel düzene meydan okumak adına kullanma eğiliminin altını çizdi. Bu iki unsurun —artan iktisadi güç ve siyasi cüret— birleşimi, ittifakın (BRICS+ olarak yeniden adlandırılacak) artık göz ardı edilemeyecek safkan bir jeopolitik aktör haline geldiği anlamına geliyor.
Demografik ve iktisadi açıdan bakıldığında BRICS’in gücü, özellikle de son dönemdeki genişlemesi ışığında, son derece bariz bir şekilde görülüyor. Yeni üyeleriyle birlikte ittifak, küresel nüfusun neredeyse yarısını temsil edecek. Ülkelerin göreli ekonomik büyüklüklerini karşılaştırmak için en uygun ölçü olan alım gücü paritesi açısından, halihazırda küresel GSYİH’nin yaklaşık üçte birini temsil ediyordu; bu, ABD liderliğindeki G7 ekonomilerinin yüzde 30’undan daha fazla. Son eklenenlerle birlikte payı yüzde 37’ye yükselecektir.
Yükselen ve gelişmekte olan ülkelerin önümüzdeki yıllarda çok daha yüksek oranlarda büyüyeceği ve daha fazla ülkenin katılacağı düşünüldüğünde, Batı ile aradaki bu fark daha da açılacaktır. Verilen bilgiye göre 40’tan fazla ülke katılmaya ilgi duyduğunu ifade etti ve bunlardan 22’si resmen kabul edilmeyi talep etti. Başka bir deyişle, dünya nüfusunun ezici çoğunluğu ya halihazırda BRICS’te yer alan ya da yer almak isteyen ülkelerde yaşıyor.
Ülkelerin ne kadar ürettiklerinden ziyade ne ürettiklerine bakarsak bunun önemi daha da belirginleşir. Geçtiğimiz on yıllar boyunca Batı ekonomileri giderek daha fazla finansallaştı ve sanayi üretimlerinin durgunlaştığına şahit oldu; bu da GSYİH’lerinin büyük bir kısmının gerçek mal üretimini değil, finansal varlıkları temsil ettiği anlamına geliyor. Gerçek üretime —imalata— baktığımızda ise Batı ile BRICS arasındaki fark daha da keskinleşiyor: G7 ülkeleri bir bütün olarak küresel imalat üretimine kabaca Çin’in tek başına yaptığı kadar katkıda bulunuyor.
Ancak bu yeni ittifakın artan gücü, GSYİH ve üretimden çok daha fazlasıyla, kaynaklarla da ilgili. Dünyanın en büyük petrol üreticilerinden ikisinin —Suudi Arabistan ve BAE— entegrasyonu, BRICS üyelerinin küresel petrol üretiminin yüzde 40’ından fazlasını gerçekleştireceği anlamına geliyor. Amerika’nın Basra Körfezi’ndeki en sadık müttefiklerinden ikisinin Çin liderliğindeki (ve giderek siyasallaşan) bir ittifaka katılmaya karar vermiş olması, yaşanmakta olan paradigma değişimini her şeyden daha iyi örnekliyor. ABD’li yetkililer bu hadisenin önemini istedikleri kadar küçümsesinler, sembolik değeri açık; özellikle de iki Körfez ülkesine Amerika’nın en azılı baş düşmanlarından biri olan İran’ın da katıldığını düşünürsek.
Fakat ABD açısından bunun sonuçları sembolik olmaktan çok daha öte olacaktır. Bu hamle potansiyel olarak petro-dolar sistemine dönük ciddi bir tehdidi temsil ediyor. Yetmişli yıllarda Suudi Arabistan, ABD ile bir anlaşma yaparak petrolünü küresel piyasada dolar cinsinden işlem görmesini kabul etmişti; Suudi Arabistan’ın petrol satışları karşılığında aldığı —petro-dolar olarak adlandırılan— dolarlar daha sonra mevduat ve ABD Hazine tahvillerinin satın alınması şeklinde ABD’ye geri dönecekti. Bu durum, petrol satın almak isteyen herhangi bir ülkenin bunu yapmak için dolar satın almak zorunda olduğu gerçeğiyle birleştiğinde, ABD’nin onlarca yıl boyunca doların değer kaybettiğini görmeden büyük bir ticaret açığı vermesini sağladı. Amerika’nın savaş sonrası küresel hegemonyasının temel taşlarından biri olan dolar, Washington’un dünyanın büyük bir kısmı üzerinde mali hakimiyet kurmasının yanı sıra sürekli bir savaş rejimini sürdürmesine de olanak sağladı.
Ancak son yıllarda petro-dolar sisteminde çatlaklar oluşmaya başladı. Kısa bir süre önce Suudi Arabistan, petrolünü başta Çin yuanı olmak üzere diğer para birimleriyle fiyatlandırmayı düşündüğünü açıklarken BAE de Çin’e yuan üzerinden petrol satmaya başladı. Dolayısıyla Suudi Arabistan ve BAE’nin BRICS’e katılımının petro-dolar sisteminden kademeli olarak uzaklaşmaya daha fazla ivme kazandırması muhtemel.
Bir grup olarak BRICS de açıkça dolarsızlaşmadan yana bir tavra yöneldi. Örneğin geçen yıl, Keynes’in 70 yıl önce önerdiği sentetik alternatif olan bancor’a benzer bir uluslararası para birimi geliştirme planlarını açıkladılar. Geçen haftaki zirvede Brezilya Başkanı Lula, bunun bir öncelik olduğunu bir kez daha teyit etti ama bunun yakın zamanda gerçekleşmesi pek mümkün görünmüyor. Bu arada BRICS’in planı, uluslararası ticarette yerel para birimlerinin kullanılmasını teşvik etmek ve ittifakın yerel para birimleriyle finanse edilen kredilerinin yüzdesini artırmak.
İktisadi olmaktan çok siyasi açıdan Etiyopya’nın kabulü de aynı derecede sembolik. Etiyopya, Nijerya’dan sonra Afrika’nın en kalabalık ikinci ülkesi olmakla kalmıyor, aynı zamanda Afrika Birliği’nin başkent Addis Ababa’daki merkezinin de bulunduğu yer. Bu hamle tüm kıtaya BRICS’in katılmak isteyebilecek tüm Afrika ülkelerine açık olduğu mesajının yanı sıra ittifakın gelişmekte olan ülkelere —Etiyopya, ayrıca Afrika’nın en yoksul ülkelerinden biri— yardım etme taahhüdünün bir teyidi olarak okunmalı. Şi Cinping (Çin Ticaret Bakanı tarafından okunan) konuşmasında, BRICS’in özellikle başta Afrika olmak üzere Küresel Güney’in kalkınması ve özgürleşmesi açısından temel bir araç olma rolü üzerinde ısrarla durmuştu.
Bu ülkelerin fazla ikna edilmeye ihtiyacı yok. Pek çok Afrika ülkesi, Orta Doğu ve Latin Amerika’daki birkaç ülkeyle birlikte BRICS’e katılmayı çoktan talep etti. Bunun kesinlikle ekonomik nedenleri var: İttifakın küresel ilişkiler ve kalkınmaya yaklaşımı —kapsayıcı çok taraflılık ve egemen eşitlik ilkelerine ve ekonomik zorlamaya karşı çıkmaya dayalı— pek çok ülke tarafından mevcut Batı modeline daha iyi bir alternatif ve Batı’nın iktisadi ve mali kontrolünden kurtulmak adına bir fırsat olarak görülüyor.
Her zaman olduğu gibi, işin içinde daha derin faktörler de mevcut. Bazıları için BRICS, Biden yönetiminin Çin ve Rusya’ya karşı “çifte çevreleme” stratejisi ve NATO ve NATO benzeri ittifakların dünya çapında genişlemesiyle özetlenen, Batı’nın giderek saldırganlaşan dış politikası karşısında görünürde bir dereceye kadar koruma sağlayan bir “jeopolitik şemsiyeyi” temsil ediyor. Diğerleri için ise motivasyon tam tersi olabilir: Branko Milanovic’in öne sürdüğü gibi, BRICS’i “yeni Soğuk Savaş’a, hatta süper güçler arasındaki olası bir sıcak savaşa katılmak istemeyen ulusların taraf seçmek zorunda kalmamak için ‘kaçabilecekleri’ tek yer” olarak görüyor olabilirler. Bazıları için de motivasyon daha ideolojik; yeni bir dekolonizasyon hareketine benzetilebilecek bir şekilde, Batı’nın küresel meseleler üzerindeki 500 yıllık hakimiyetine açıkça meydan okumak ve onu zayıflatmak söz konusu. Bu durum özellikle bazı Afrika ülkelerinde belirgin.
Fakat bu konuda ittifaktaki herkes aynı görüşte değil. Rusya ve Çin, malum nedenlerden ötürü, grubun Küresel Güney adına konuşan, ABD ve Batı hegemonyasına karşı çıkan ve daha adil bir çok kutuplu dünya düzeninin yaratılmasına öncülük eden safkan bir siyasi örgüte dönüştürülmesinden yana. Şi, konuşmasında ABD’nin “yükselen piyasaları ve gelişmekte olan ülkeleri felce uğratmak için elinden geleni yaptığını, kim hızlı kalkınıyorsa çevrelenecek hedef haline geldiğini, kim yetişiyorsa onun engelleme hedefi haline geldiğini” ifade etmişti.
Güney Afrika’dan Cyril Ramaphosa ise Johannesburg zirvesi ile 1955 Bandung Konferansı arasında doğrudan bir paralellik kurdu: “Konferans büyük küçük tüm ülkelerin eşitliğinin tanınması çağrısında bulunmuştu. Adil ve hakkaniyetli bir dünyaya dair bu ortak vizyonu hala paylaşıyoruz.” Zirveye davet edilen çok sayıda üye olmayan ülkeden biri olan Eritre’nin devlet başkanı Isaias Afwerki ise daha da sert konuştu: “ABD istisnacılığı —ya da pax-americana— neredeyse bir asırdır küresel ilerlemeye ciddi şekilde zarar veren hastalıkları ortalığa saldı. Gayri meşru ve tek taraflı yaptırımlar; ABD’nin hakimiyetindeki mali, iktisadi ve adli kurumların silaha dönüştürülmesi ve alet çantasındaki diğer cezalandırıcı araçlar, [ABD ve müttefikleri tarafından] hizaya gelmeyenleri cezalandırmak amacıyla rutin olarak kullanılıyor.”
Fakat tüm üyeler bu çatışmacı yaklaşımı kabul etmiyor. Bilhassa güvenlik alanı da dahil olmak üzere Washington ve Batı ile çok iyi ilişkileri olan Modi’nin Hindistan’ı, BRICS’in Çin ve Rusya liderliğinde açıkça Batı karşıtı bir teşkilatlanmaya dönüşmesinden kaygı duyuyor ve daha tarafsız bir yaklaşımdan —Batı dışında ama Batı karşıtı olmayan— yana. Ancak şimdilik, hegemonya karşıtı duruşları Küresel Güney’de yaygın destek gören son ikisine karşı zemin kaybediyor gibi görünüyor.
Dolayısıyla önümüzdeki yıl, BRICS’in ve bir bütün olarak dünyanın akıbeti açısından büyük önem taşıyor. Sadece yeni ülkelerin üyeliği yürürlüğe girmekle kalmayacak, Rusya aynı zamanda ittifakın dönem başkanlığını da üstlenecek. Başka bir deyişle, Batı ile fiili bir askeri çatışma içinde olan bir ülke —savaşın hâlâ devam ettiğini varsayarsak— beşeriyetin yarısını kapsayan bir örgütü temsil edecek. Eğer geçen haftaki zirve yeni bir dünya düzeninin başlangıcına işaret etmediyse bile, bunun çok geçmeden olacağı kesin.
🌍