Trump'ın 'ABD-Çin-Rusya Düzeni' Vizyonu
Stefan Wolff: Beyaz Saray Sadece Putin'i Teskin Etmeye ve Ukrayna’da Ruslarla Antlaşmaya Çalışmıyor...
Orijinal Adı; ‘‘Ukraine war: Trump is not trying to appease Putin – He Has a Vision of A New US-China-Russia Order.’’
Yazar ve Yayım Mecrası: Stefan Wolff, Conversation, 24 Şubat 2025
Kapak Resmi ve Yayıma Hazırlayan:
ABD Başkanı Donald Trump ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında olası bir anlaşmanın doğuracağı sonuçlara yönelik haklı ve yoğun bir ilgi söz konusu. Bu anlaşmanın Ukrayna ve Avrupa üzerindeki olumsuz etkileri büyük olacaktır. Ancak Trump ve Putin bir anlaşmaya varırsa, mesele yalnızca Ukrayna’nın gelecekteki sınırlarından ve Avrupa’nın ABD ile ilişkilerinden ibaret olmayacaktır.
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik kapsamlı askeri operasyonunun üçüncü yıl dönümüne yaklaşırken, Ukrayna’nın geleceği, Şubat 2022’den bu yana hiç olmadığı kadar belirsiz görünüyor. 1938’de Münih’te yaşananlara yapılan benzetmeler ne yazık ki bir kez daha yerindedir. Ancak bu, Putin’in yatıştırılabileceğine dair yanlış bir inançtan değil, büyük güçlerin bir kez daha zayıf devletlerin kaderi hakkında, onları sürece dahil etmeden, karar vermesinden kaynaklanıyor.
1938’de Almanya’nın yanı sıra müttefikleri Fransa ve Britanya’dan baskı gören Çekoslovakya’nın durumuna benzer şekilde, Ukrayna bugün hem savaş alanında Rusya’nın hem de diplomatik ve ekonomik düzeyde ABD’nin baskısı altında. Trump ve ekibi, Ukrayna’nın Rusya’ya toprak tavizleri vermesi ve ülkenin yaklaşık %20’sinin Rusya’nın yasa dışı kontrolü altında kalmasını kabul etmesi yönünde yoğun baskı yapıyor. Buna ek olarak Trump, Ukrayna’nın ABD’den aldığı geçmiş askeri yardımları, ülkenin mineral ve nadir toprak elementlerinin yarısından fazlasını devrederek telafi etmesini talep ediyor.
ABD’nin Ukrayna’ya ve olası bir ateşkes veya barış anlaşmasının parçası olarak Ukrayna’ya konuşlanabilecek NATO müttefik birliklerine yönelik somut güvenlik garantileri sunmayı reddetmesi, Münih benzetmesini daha da güçlendiriyor. Nitekim 1938’de Fransa ve Britanya, Çekoslovakya’nın etnik Alman nüfusun yoğunlukta olduğu Südet bölgesini Nazi Almanya’sına bırakmasını sağlamıştı.
Editör Notu:
1938 Munich Antlaşması, ‘Ödün Diplomasisi’ olarak tarif edilen, İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain ve Fransa’nın sözde siyasi dehası olarak lanse edilen İkinci Dünya Savaşının başında da Fransa Başbakanı olacak olan zat Édouard Daladier’in çabalarıyla Nazi Almanyası’nın lideri Hitler’le bir araya araya gelerek, Çekoslovakya’nın kalbi olan bölge Sudetenland’ı Almanlara devreden antlaşmadır.
Antlaşma masasında, tıpkı bugün Ukrayna halkının maruz kaldığı gibi, tek kelime etme hakkı bile tanınmadan bölge halkı Almanya’ya teslim edildi. her ne kadar Hitler’in iştahını dizginlemek için adına “uzlaşı politikası- ödün diplomasisi” adını vermiş olsalar bile, Sudetenland’ın kaybıyla Çekoslovakya tamamen savunmasız kalmıştı. Sınır kalelerinin kaybedilmesi, sanayi üretiminin elden çıkması ve halkın moralinin çökmesinin akabinde Almanya, Mart 1939’da tüm ülkeyi işgal ettiğinde, Chamberlain’in “barışımız artık güvende” söylemi de tarihin tozlu raflarında çoktan yerini almıştı. Hitler’in Polonya’ya yürüyüşüyle birlikte ise, artık antlaşma çoktan yırtılıp atılmıştı.
Buradan hareketle Münih Anlaşması, Batı’nın diktatörlük karşısındaki çaresizliğinin sembolü haline geldi. Chamberlain ve Daladier, Hitler’e verilen her tavizle dünyayı savaşın eşiğine bir adım daha yaklaştırdıkları için tarih karşısında kurban kabul edilir oldular.
Benzer şekilde Polonya ve Macaristan’ın da Çekoslavakya’nın bazı bölgelerini işgal etmesine de sessiz kaldılar. Hatta Hitler, Münih Anlaşması’ndan yalnızca altı ay sonra Çekoslovakya’nın geri kalanını bölerek Slovakya’da kukla bir devlet oluşturduğunda ve Çek topraklarını işgal ettiğinde de herhangi bir tepki göstermediler.
Bugün Putin’in yalnızca Ukrayna ile yetinmeyeceğine dair güçlü göstergeler mevcut. İkinci Dünya Savaşı’nın, Neville Chamberlain’in “zamanımızın barışı” olarak dillendirdiği Münih Anlaşması’ndan yalnızca 11 ay sonra başladığını hatırlamakta fayda var.
Ancak Münih benzetmesi belli bir noktadan sonra geçerliliğini yitirebilir.
Günümüzde Trump sadece Putin’i yatıştırmaya çalışmıyor çünkü, tıpkı Chamberlain ve Daladier’in 1938’de yaptığı gibi, kendisinin Putin’den daha zayıf kartlara sahip olduğunu düşünüyor.
Trump’ı asıl motive eden şey, büyük güçlerin nüfuz alanlarını belirleyip birbirlerinin işlerine karışmadığı, güç dengelerine dayalı daha basite indirgenmiş bir dünya düzeni vizyonudur.
Böyle bir dünya düzeninde Ukrayna ve Avrupa için asıl sıkıntı, Ukrayna'nın Trump'ın ekibindeki hiç kimse tarafından Amerikan nüfuz alanının bir parçası olarak düşünülmemesi ve Avrupa’nın en iyi ihtimalle bu paylaşımın kıyısında yer almasıdır.

Trump’ın Gözünden Dünya
Trump için mesele aslında Ukrayna veya Avrupa değil, uluslararası sistemi 19. yüzyıldaki dünya görüşüne uygun şekilde yeniden düzenlemektir. Bu bakış açısına göre ABD, Batı Yarımküre’de neredeyse hiçbir meydan okumayla karşılaşmadan ve ihtişamlı bir yalnızlık içinde varlığını sürdürmelidir. Bu dünya görüşünde Ukrayna, eski düzenin yanlışlarını simgeleyen bir unsurdur. Henry Cabot’un izolasyonist yaklaşımını taklit eden Trump, ABD’nin hayati çıkarlarının söz konusu olmadığı pek çok dış maceraya gereksiz yere sürüklendiğini düşünmektedir. Putin’in söylemlerini de benimseyen bu bakış açısıyla, Ukrayna’ya yönelik savaş artık haksız bir saldırganlık değil, Trump’ın da açıkça ifade ettiği üzere, Kiev’in hatasıdır.
Sonuç itibariyle, Ukrayna, liberal uluslararası düzenin bir türlü geçemediği nihai bir sınava dönüşmüş halde. Ancak Ukrayna’ya karşı yürütülen savaş, liberal uluslararası düzenin başarısızlığının bir simgesi olsa da, kesinlikle bunun tek nedeni değildir.
Ancak Trump ve Putin’in elinde bu savaş, bu düzeni tamamen ortadan kaldırmak için bir araca dönüşmüştür. Yine de mevcut siyasi yapıları içinde ABD ve Rusya için var olan düzeni yıkmak kolay olsa da, yerine yenisini inşa etmek çok daha zor olacaktır.
Ukrayna ve bazı kilit Avrupa ülkelerinin direnişi şimdilik önemsiz gibi görünebilir, ancak ABD olmadan bile Avrupa Birliği ve NATO, köklü kurumsal yapıları ve güçlü ekonomik kaynaklarıyla varlığını (kısmen) sürdürebilir. Avrupa’nın şu ana kadar büyük ölçüde temennilere dayalı tepkileri haklı bir şekilde eleştirilse de, kıta hem siyasi hem de ekonomik olarak sağlam temeller üzerine inşa edilmiştir ve halkının büyük çoğunluğu, ne Trump ne de Putin’in inşa etmeye çalıştığı imparatorluk yaşam koşullarını benimsemek gibi bir arzuyu taşımamaktadır.
Öte yandan Ne Trump ne de Putin, Çin olmadan dünyayı yönetebilir değiller. İkisi arasında bir anlaşma olması, Trump’ın Moskova ile Pekin arasına bir kama sokma fikrine dayandığı düşünülüyor olsa bile Rusya’nın Çin’e olan müttefikliği ve Çin’in ABD ile olan rekabeti göz önüne alındığında bunun başarılı olması pek olası değildir.
Eğer Trump, örneğin Güney Çin Denizi’ndeki Çin’in toprak iddiaları veya hatta Tayvan konusunda Xi ile bir anlaşma yaparsa, bunun tek sonucu ABD’nin Batı Yarımküre’ye daha da çekilmesi olacaktır. Bu durum, Putin ve Xi’nin, Amerikan liderliğindeki bir denge unsuru tarafından engellenmeden, kendi mevcut sınırsız ortaklık anlaşmalarını sürdürmelerine de doğal olarak destek olur.
Liberal uluslararası düzenin geriye kalanları ve savunucuları açısından bakıldığında, Putin-Xi anlaşması tarihsel olarak rahatsız edici bir paralellik taşımaktadır – 1939’da kısa ömürlü olan Hitler-Stalin Paktı gibi. Ancak bu kez, Putin-Xi ittifakının aynı hızla çözüleceğini düşündürecek pek az şey söz konusu.
***
Stefan Wolff Kimdir?
Siyaset Bilimi ve Uluslararası Güvenlik Uzmanı, Birmingham Universitesi Öğretim görevlisi olan Prof. Stefan Wolff, Balkanlar, Orta Doğu, Afrika, Orta, Güney ve Güneydoğu Asya'daki çatışma alanları üzerinde çalışmalarının haricinde, Balkanlar ve eski Sovyet ülkeleri üzerine de derinlemesine çalışmaları ile tanınmaktadır.
Akademisyen kimliğinin haricinde politika yapıcılarla da yakın işbirliği içinde olan Wolff , Irak, Sudan, Yemen, Moldova, Sri Lanka, Filipinler ve Kosova gibi bölgelerde çatışma çözüm süreçlerinin çeşitli aşamalarında yer almıştır.