Ahmet Hamdi Tanpınar: "SUÇÜSTÜ"
Tanpınar'ın "Demokrat idarenin macerası gerçekten korkunç ve ibret alıcı oldu." diye başlayarak dönemi anlattığı, 1960 yılında Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde yayınlanmış zamanlar üstü yazısı...
Editörden;
27 Mayıs’ın 65’inci sene-i devriyesi münasebetiyle Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Cumhuriyet gazetesinin 14 Haziran 1960 günü, 12881 sayılı nüshasında kaleme aldığı SUÇÜSTÜ adlı makalesini Zamansız Yazılar sayfalarımızda siz Gûngen okurları ile buluşturuyoruz.
Türk edebiyatının, Nermi Uygur’un sözleriyle “kelimelerin kuyumcusu” olarak tarihe nakşolmuş büyük kalemi ve düşün alemimizin en derin mütefekkirlerinden biri olan Tanpınar, Demokrat Partinin iktidar macerasını bütün çıplaklığı ile anlatır Suçüstü’nde.
Sizleri Ahmet Hamdi’nin tarihe mal olmuş bu makalesi ile baş başa bırakmadan önce hatırlatmak isterim ki Tanpınar’ın kişiliğini ve düşün dünyasını derinlemesine kavramak adına evvelce yine Gûngen’de kaleme almış olduğum “Bir Tanpınar Portresi” adlı yazıyı okuyabilirsiniz.
SUÇÜSTÜ
Ahmet Hamdi Tanpınar; Cumhuriyet, 14 Haziran 1960, nu. 12881, s. 2-3
Demokrat idarenin macerası gerçekten korkunç ve ibret alıcı oldu. Sahte havari ağızlarıyla geldiler. Kabakçı Mustafa'nın bile hayalinden geçmeyecek bir katliam teşebbüsünü arkalarında hüccet [kanıt] olarak bırakıp tarihin öbür kapısından geçtiler. Filhakika [doğrusu] bu idarenin insanları parada milyondan aşağısını, itisafta [yolsuzlukta] binler ve hatta on binlerden azını düşünmezlerdi.
Kötülüğü Meydana Çıkaran Işık!
Üniversiteye, matbuata [basına], orduya ve Harbiye gençliğine, milli hayatın her sahasında kasteden bu teşebbüs, milletimizin on senedir yaşadığı faciaya kendi elleriyle tuttukları en sarahatli [belirgin] ışıktır. On senelik katil saltanatlarının icraatı, paramızı ve milli hayatımızı temelinden sarsan suistimaller, Anayasa dışı hareketler, milli serveti milli itibarla beraber yıkan ve bizi milletlerarası camialarda o kadar değişik bir çehre ile tanıtan 6/7 Eylül faciası, bütün o darmadağın, sonuçsuz ve faydasız, oy avcısı ve sade israf, sözde kalkınma ve hakikatte içten yıkma teşebbüsleri, şehirlerimizi ve manzaralarımızı altüst eden mantıksız, bilgisiz ağaç ve refah düşmanı -kim bilir hangi kompleks!- imar çılgınlıkları bütün vuzuhu [netliği] ile ancak böyle bir teşebbüsün ışığında görülebilirdi. Tarih on sene boyunca Büyük Millet Meclisi kürsülerinde ve miting meydanlarında söylenen nutukları, bütün o irinli hücumları ve sara nöbeti müdafaaları satır satır bu ışığın altında okuyacak. Onun delaletinde [kılavuzluğunda ] tefsir edecektir [yorumlayacaktır].
Bu teşebbüs öyle keskin bir ışık getirdi ki yaptıkları hiçbir işte en ufak hafifletici yoruma ve mazerete imkan bırakmaz. Ne anadan doğma sersemlikleri, ne atasözü haline geçecek cahillikleri onun berraklığına tahammül etmez. Bu suikast teşebbüsü, düşen idarenin icraatından insan zaaflarının ve beceriksizliğinin tek sığınağı olan hatayı kendiliğinden siler ve kaldırır. Bu insanlar karşısında insan lügatinin tek bir kelimesi vardır: Suçlu!
Her Gün Yeni Bir Cürüm!
Demokrat idaresinin tarihi, cürümden cürüme her an sürati ve kudreti, savleti [saldırısı] demeliydim, artan bir cürümdür. Daha iktidarlarının başında Meclis reyini hiçe sayarak, hatta bir Meclis mevcudiyetini inkar ederek anayasaya karşı irtikâp ettikleri [yaptıkları kötü işlerde] o affedilmez cürme [suça] çok rastlarız. Efkâr-ı umumiyeye [halkın ortak kanaatine] bütün bir mugalata [demagoji / yanıltıcı laf ] kalabalığına rağmen tekrar tekrar ve bütün berraklığı ile gösterilen bu cürümden sonra Demokrat liderleri bir cürümden öbürüne sürat katarı [treni] hızı ile, bütün ara istasyonları yakarak âdeta uçarlar. Yalnız arada bir kendi yarattıklan 6/7 Eylül gecesi, Mersin, Ayıntap, Uşak ve Topkapı hadiseleri gibi büyük menzillerde durup dinlenirler, kuvvetlerini tazelerler. Kırşehir rezaletini az kalsın unutacaktım. Bütün bir vilayet halkına, reyinizi bize vermediniz! diye yapılan bu şümullü tedip [kapsamlı cezalandırma], Anadolu tarihinde, Moğol ordularından sonra eşine pek rastlanmayacak cinayetlerden biridir.
Bu idarenin adamlarını Türk münevveri [aydını] ve Türk ordusu tam on sene kalp bir akçe [sahte bir para] gibi elinde evirdi, çevirdi, suçlu psikolojisinden başka bir hükme varamadı.
Hiçbir psikoloji tek başına değildir. Suçlu psikolojisi bütün bir komplekstir. Altında bütün bir cihaz işler. Biz burada sadece tatmin bilmeyen ihtiraslarını, doymayan tamahlarını, zulüm ve itisaf [yolsuzluk] susuzluklarını, entrika, ihanet, dolambaçlı yol, behemehal en sefil çare ve vasıtalarla iş görmek sevkitabiilerini [içgüdülerini], güzele, iyiye, bilhassa büyüğe, ahlaken, mazi ve işle büyük olana karşı anadan doğma kinlerini, realite duygusundan ebediyen mahrum olmalarını ve mutlak cehaletlerini sayalım.
Bütün bu karışık ve sefil ruh hali ve bilhassa çalma ve hükmetme hırsları Demokrat idareyi dünyanın en zalim, kör ve sağır cihazı haline getirdi. Son devirleri ise gerçekten kıstırılmış bir yaban domuz sürüsünün savletleriyle [saldırısı şeklinde] geçti. Öyle ki ordu imdadımıza yetişmeseydi, Türk milletinin beli bir daha doğrulmazdı.
En Büyük Cinayetleri, Harbiye'yi İmha...
İyi niyetlerine hayran olduğumuz Başvekil ve Devlet Reisi General Cemal Gürsel'in sarih ve resmi beyanatı milletimizi bekleyen korkunç akıbetin en sarih [açık] delilleriyle hikâyesidir. En salahiyetli [yetkili] ve çok temiz bir vicdandan gelen bu beyanatı, onu tamamlayan, hatta ondan evvel basında çıkan haberleri ürpermeden okuyan Türk var mıdır, bilmem? Öyle zannederim ki silahlandırmaya muvaffak olduklan insanlar bile, alet olmaları istenilen işin mahiyetini öğrendikleri zaman bir akıl buhranı geçireceklerdir. Harbiye talebesini öldürmek... Damat İbrahim Paşa'dan II. Mahmud'a kadar Türk devletini idare edenlerin kuruluşunu tek ümit gibi bekledikleri bu ilk Garplı müessesemizi yıkmak, Türk milletinin elinden müdafaa silahını almak, böyle bir şeyi medeni âlemde hakikaten düşmanımız olanlar varsa onlar bile tasavvur edemezlerdi.
Fakat sabık sayınlar Harbiye'yi ve bütün gençliği imhayı düşündüler. Zaten hakikatte, yavaş yavaş, renkten renge girerek, bütün bu on sene içinde yaptıkları ne idi? Tekbirli, tehlilli ["lâ ilâhe illallah" sözünü söyleyerek], kurbanlı kalabalıklar önünde ağızları köpüre köpüre verdikleri nutuklarla, fikir hayatımızın şeyni [ayıbı] olan birkaç gazetede sahte peygamberlere, yalancı ahlakçılara yazdırdıkları yazılarla hazırladıkları şey bugünün münevver [aydınlanmış] Türkiye'sini bir Ortaçağ memleketi yapmaktan başka bir şey mi idi?
Kurulan Polis Devleti...
Pek az idare, bu kadar korkunç şekilde, muhafazasını ve ilerlemesini cihan karşısında tekeffül ettiği [kefil olduğu] cemaate ihanet etmiştir. İktidarlarının daha ikinci senesinde, hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti'ni polis devleti haline getirmişlerdi. Biz ancak yabancı milletlere ait haberlerde gördüğümüz ve müphem şekilde [belli belirsiz] bir fikir edindiğimiz polis idaresini, Demokrat hükümetinin son zamanlarında medeni hayatın esası olan bu müessesenin içine bile bile bütün bir psikopatlar sürüsünün hükümet marifetiyle dosyalar ve siciller tetkik edilerek doldurulduğu zaman öğrendik. Bir gün idare-i örfiye kumandanlığı [sıkıyönetim komutanlığı] bu şerirlerin [kötü insanların/şirretlerin] ellerinden kurtardığı gençlere ait vesikaları neşrederse, medeni inzibatın [güvenlik gücünün] kendisi olan, hayatımızı ve canımızı emniyet ettiğimiz bu çok eski ve zaruri müesseseyi, ekmek ve su gibi muhtaç olduğumuz bu yardımcıyı, Adnan Menderes, Namık Gedik hükümetinin nasıl soysuzlaştırmaya çalıştığını tam şeklinde ve en acıklı hikayesinde öğreneceğiz. Bereket versin ki her yerde olduğu gibi bu işte de tam muvaffak olamadılar.
Anayasa hırsızı meclislerini tanklar himayesinde açan, tükürük yağmuruna boğulmamak için 19 Mayıs bayramlarına helikopterlerle tepeden inme gidip gelen Celal Bayar idaresinin milletimizi kendi ahlaki seviyesine indirmek için elinden gelen hiçbir şeyi esirgemediğini çoktan biliyorduk. Resmi ağızlar şimdi onu vesikalarıyla teyit ediyorlar.
Yeni bir Celâli Devri...
Hakikatte bu idare, bir devlet idaresi olmaktan çoktan çıkmıştı. O Augias'ın ahırları1 idi. Ordumuz uyanıklığı ve iyi niyetiyle bu şenaatten [alçaklıktan], bu taaffünden [çürüyüp kokuşmuşluktan] milletimizi kurtardı. Vatanda esen sevinç havası beyhude [boşuna] değildir. Bu bayram, en güzel bayramlarımızdan biridir. Tarihimizde döviz devri diye anılacak şenî [ayıplı / utanılası] bir devir açan bu idareyi Atatürk'le başlayan Cumhuriyet tarihimiz kolay kolay içine alamayacaktır. Burada bütün kronolojiler iflas eder. Sabık [suçlar işlemiş] idare ve bu taaffün [kokuşma], doğrudan doğruya Osmanlı tarihinin en kötü taraflarının nüksüdür [depreşmesi / geri dönmesi]. Onlar Bektaş ağaların, Musluların, Patrona ve bilhassa Kabakçıların, hûlasa [özetle] cefakeş [eziyete katlanan] milletimize bir türlü kendisine layık bir seviye yaratmaya imkan vermeyen, her güzel ve doğru şeyi başından önleyen insanların kim bilir hangi atavizm [ecdatçılık] ile bugüne sıçramış bir devamıydı.
Fakat maziyi fazla itham etmeyelim. Bütün o şerirler [kötü insanlar/şirretler], hakikatte cahil ve ufuksuz insanlardı. Karşılarında kendilerine doğruyu ve iyiyi gösterecek hiçbir tecrübe yoktu. Muasırları [çağdaşları / aynı dönemde yaşayanlar] olmakla bedbaht [bahtsız / talihsiz] olduğumuz arslanlara ise doğru yol, hakikatin yolu her gün en sarih [açık / kuşku götürmez] şekilde gösteriliyordu.
Neleri yıkmadılar ve ne ümitleri söndürmediler? Medeni lügatin hiçbir kelimesi yoktur ki bu bedbahtların elinde ve dilinde kalp akçe [sahte para] haline gelmiş olmasın. Filhakika [doğrusu] bütün gayretlerini milletimize zulmü adalet, namussuzluğu keramet, dolandırıcılığı fazilet, mutlak cehaleti bilgi, katmerli istibdadı [despotizmi] demokrasi gibi kabul ettirmeye sarf ettiler.
Hükümet ekip işidir. Sakıt [düşen] idare korkunun ve suçun birbirine kenetlediği bir intifa [menfaat] çetesiydi. Çete kanunlarıyla yaşadılar ve hüküm sürdüler. Çalmak, servet yığmak onlara yetmezdi. Fakirin alkışı, duası ve gözyaşı da lazımdı. Cemiyetin ve rejimin hakiki mesnedi olan bütün bir orta sınıfı ezdiler, adeta ortadan kaldırdılar. Cemiyetin geleceği olan ve asıl hayatını tanzim eden aydına ise ne orduda, ne sivil hayatta tahammülleri vardı. Cemiyetimizin bazı tabakalarında tarihimizin kötü bir mirası olarak devam eden bir gecikmeyi durmadan istismar ettiler. Öyle ki sevgiyi tarih boyunca şiar edinmiş milletimiz nerede ise bu kundakçıların yüzünden birbirine kin ve gayzın [hıncın / öfkenin] parmaklıkları arasından diş gıcırdatacak hale gelmişti.
Bir idare tasavvur edin ki devlet reisi ve hükümet başvekili bir numaralı amil-i iğtişaş [huzursuzluk faktörü] sıfatıyla ellerinde kin meşalesi vatanın içinde on sene dolaşsınlar, insan çürütmeye, vicdan satın almaya çalışsınlar! Olacak şey değildir, fakat oldu.
Birçok felaketlerimizin sebebi olan Abdiilhamid bile en fazla "Maarifperver [eğitimi seven] efendimiz" hitabından hoşlanırdı. Neticelerine pek tahammül edememekle beraber mektep açmayı sever, okuryazarın kendisini sevmesini isterdi. Celal Bayar-Adnan Menderes idaresi ise hemen hemen başından itibaren maarifi [eğitimi], okuryazarı, fikir hayatını, üniversiteyi adeta nişangâh [hedef tahtası] gibi almıştı. Milletimizi behemehal [ne olursa olsun] bulunduğu seviyede bırakmak, hatta bu seviyeyi biraz aşağıya düşürmek için adeta tabiat kanunlarıyla yarışa girdiler.
Türk Basınının Maceralı Destanı
Filhakika [gerçekten] bizi eşya halinde görmek ve öyle kullanmak istiyorlardı. İnsanı susturmaya çalışmak, eşya haline getirmektir. Türk basınının bu on senelik macerası, milletimizi behemehal [mutlaka] susturmak, altın buzağı gibi kendilerine taptırmak, inkılaplarımızın [devrimlerimizin] yerine irticaı [gericiliği] konuşturmak isteyenlere karşı gelmek azmiyle gerçek bir destan oldu.
Bu çürütme üstatları, para ile çürütemediklerini hapishane köşesinde çürütebilmek için adalet mekanizmasını karakuş kanunlarıyla adeta felce uğrattılar. Fakat ne hakimi korkutabildiler; ne matbuatı [basını] susturabildiler. Hak ve hürriyet fikirde, vicdanlarda sönmedi. Atatürk inkılaplarının [devrimlerinin] tuttuğuna en büyük misali Türk münevverinin [aydınının] sivil ve asker, Türk halkının bu idareye gizli, açık mücadelesinde aramalıdır. Türk basını hapishaneleri doldurdukça, üniversitelerimiz karşılarına hürriyetin hakiki kaleleri gibi dikildi. Hiçbir isyan 27 Nisan'da başlayan gençliğin hareketi kadar güzel, temiz ve asil değildir. Gün geçtikçe en ummadığımız köşelerde orta mektep çocukları bile ağabeylerinin hareketine iştirak ettiler [katılım gösterdiler]. Harbiye'nin son darbesinden bahsedecek değilim. Demokrat iktidar Harbiyeli talebe çıktığı anda bozgun sürüsü idi. Atatürk milli varlığın tehlikeye girdiği anda gençliğe hareket hürriyetini veren öğüdüyle bu sıçrayışı çok evvelden hazırlamıştı. Fikrin kapısı ve eşiği hürriyettir. Gençler bu kapıyı bize tekrar açtılar. Veyl [Vay hâline / eyvahlar olsun] bundan sonra bu kapıyı kapatmayı isteyeceklere...
Korku en tehlikeli şeydir. Oynamaya gelmez. Karşısındakini korkutmak, korku içinde yaşatmak isteyen daima ilk ve en son korkandır. Demokrat idare milli hayatı korkunun sisine boğmak istiyordu. Sonunda onun karanlığında, hem de suçüstü kendileri yakalandılar. Ah bu tenekeden Kral Macbeth'ler... Maceraları ve sonları birbirinin ne kadar aynı oldu.
Hiçbir enstantane mahiyetlerini [hakikatlerini] bu kadar belirtemezdi. Sabık sayınların hemen hepsi, başlarında yüz milyonluk hırsız, sanki cibilliyetleri [karakterleri] hakkında en ufak bir şüphe bırakmamak için bir elde tabanca, öbür elde döviz ve para çantasıyla yakalandılar. Tarihin huzuruna ancak çift asaletleri ile resmen hırsız ve katil olarak çıkabilirlerdi.
Kaçmak üzere iken ve suçüstü... Ağzı köpüklü Adnan Menderes, kin çıkını ve Anayasa hırsızı Celâl Bayar, hepsi öldürmeye, yakıp yıkmaya ve servet ve sâmânlarıyla [tertipleriyle] kaçmaya her an hazır yaşıyorlarmış. Hayır, biz ordumuza sadece tam yerinde ve zamanında bir kurtarmayı değil, bütün bu unutulmayacak manzaraları da medyunuz [borçluyuz]. İşi o kadar güzel idare ettiler ki en cahilimizin bile mahiyetleri [içyüzleri / hakikatleri] hakkında şüphesi kalmadı.
Orduya Teşekkür...
Bize bu kurtuluşu hazırlayan, istikbalimizi [geleceğimizi] o kadar asaletle ve necabetle [soylulukla] kefaletine alan orduya nasıl teşekkür etmeli? En iyisi kendi şerefli ve fedakâr mesleklerinin bütün değerlerini toplayan kelime ile: Vazifenizi yaptınız, her zaman olduğu gibi bu sefer de vatan ve milleti, hem de tam zamanında kurtardınız! demektir. Bundan sonrasını sevinç gözyaşlarına bırakalım.
Efsaneye göre Augeas, Kral Ellis'in oğludur ve ülkesindeki en büyük ahırlara sahiptir. Hizmetçiler ahırların temizlenmesine yetişemediklerinden yıllarca biriken dışkılar etrafı yaşanmaz kılmıştı. Sadece ahırlarda değil, hayvanların otladıkları çayırlar üzerinde de biriken dışkılar yüzünden topraklar sürülemez hale gelmişti.