Deli Gömleğini Neden Giydik?
Biz Neden Seküler Olamayız? Türk Laikliğine Neden Sekülerleşme Dayatılıyor?
Laiklik mi? Sekülerizm mi?
Terminolojik açıdan, tarihsel gelişimleri, siyasi temelleri ve insan hayatını kapsayışları bakımından Sekülerizm ve Laiklik farklı değerlendirilmeleri gereken iki kavramdır. Her ne kadar birbirlerinin türevi olarak kullanılsalar bile köklerine inildikçe neredeyse siyah ve beyaz kadar birbirlerine zıt oldukları anlaşılabilir.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluş ilkelerinde Sekülerliğe yer vermedi, zaten veremezdi. Altı temel tuğlasından birisi olarak laiklik ilkesini seçti. Fakat günümüzde bizler Televizyon dizilerinde, sosyal medya gündeminde ve akademik çalışmalarda oldukça popüler olan seküler-muhafazakar ayrımının beslediği yapay bir kutuplaşmanın içerisindeyiz. Bu kutuplaşma ile sahnelenen oyun, Türkiye’de seküler olduğu iddia edilen bir güruhun varlığına ve onların dinden uzak, muhafazakarlık karşıtı bir kitle olduğuna dayandırılarak gerçekleştirilmektedir.
Bu propagandanın gücüyle baş etmek açıkcası zordur fakat kadim Türk töresinin ilk öğüdü ‘Var olana Yok Deme Yok Olursun’ şiarıyla, bu kutuplaştırıcı propagandalar sayesinde nasıl oluyor da ‘olmayana var denildiğini’ ve bu sayede aslında neyin örtülmeye çalışıldığını ve gerçekte neye düşmanlık edildiğini kavramak gerekir.
***
Sekülerizm Nedir?
Latince bir kelime olan saeculum kökünden türetilmiş secular, hem zaman hem de mekan algısına atıfla şekillenmiş, kökü Roma medeniyetinde filizlenmiş bir kavramdır. Çağ, nesil, dönem, periyod, jenerasyon, şimdi, şimdiki zaman ve buradaki mekan anlamlarının taşıyıcısı olmuş bu kavram en somut karşılığını Roma medeniyetinde buldu.
Seküler demek o dönemde en yaygın olarak “şimdi ve burada” anlamına gelmekteydi: Hem şimdiki zamanda yaşanan deneyimlere, hem de içinde olunan çağda yaşanan, çağdaş olunan olaylara atıfla ‘Şimdi’; dünyada yaşanan, tecrübe edilen dünyevî olaylara dair oluşuna atıfla ‘Burada’.1
Elbette bu kavrayışın arkasında yatan Pagan zihniyet, hakikati ikiye bölen bir zihniyettir. En kıssadan hisse, Batın ve Zahir olarak varoluşu düşünür ve buradan feyz alarak toplumsal yaşam ve kamusal alanı da kutsal ve kutsal olmayan (profan) alanlar olarak ikiye ayırır.2
Neden Şimdi ve Burada?
Hem zaman hem mekan ifadesi olan bu kavramın tohumunu aldığı medeniyet Romalılardan önce antik Yunan’dır.
Yunan mitolojisinde Kronos; insanların hep ileriye doğru akmak durumunda olan, sonu mutlaka ölümle biten, ne ölümden kaçışının ne de geriye dönmenin, yahut başa sarmanın mümkün olmadığı ömürlerini yöneten tanrıdır. Kairos ise bu akan zaman içerisinde, insanın zamanın duygusunu tecrübe ettiği, bir anlamda kronolojik zaman akışına baş kaldırabileceğine inandığı anlar ve sürelerin bütününden sorumlu olduğuna inanılmış olan bir diğer zaman tanrısıdır. Bu bağlamda Kronos niceliksel zamanın bilgisini, Kairos ise zamandaki deneyimi yani zamanın niteliğini yönetir.
Mısır’dan Babil’e, Babil’den Fenike’ye, Fenike’den Yunan’a ve oradan da Roma’ya geçmiş olan bu iki farklı zaman bilincinden ilki olan Kronos’un yönettiği zaman, takvimlendirilebilen fakat asla aşılamayan kronolojik zamanın bilgisi olarak, fanilerin bütün eylemlerini teoride kayıt altına almanın mümkün olduğunu muştulayan bir düşünme biçimidir. Mesela ‘bir bebeği doğumundan itibaren bir küveze alıp bir müddet yaşamasını sağlarsanız ve bütün hareketlerini bir kamera sistemiyle kaydederseniz, sonunda da bebeği öldürürseniz’ siz caniliğinizi kairoitik olarak yaşamışsınızdır, fakat bebekten geriye kalan bu video kaydı, işte onun dünyadaki ömrü yani kronolojisidir.
Bizler gibi tek tanrılı dinlerin hüküm sürdüğü kültürlerde doğanlar ise kronolojinin dışında başka bir zaman tecrübesini kolaylıkla algılayamazlar. Fakat seküler kavramının icat edildiği kültürde çok tanrılı inanç sistemi, hem toplumsal hem bireysel yaşamı ve dahi siyaseti besleyen en önemli kaynakların başında geliyordu.
Kronos, insanların tabi olduğu zamanı yöneten tanrıydı fakat diğer tanrılar da insan hayatının başka yönlerini ve insanın farklı özelliklerini belirleyip yönetirlerdi. Mesela Mars, savaşı ve savaşçıları yönetirdi, bu sebeple Roma lejyonları Mars’a taparlardı. Venüs, aşkı ve evlilikleri yönetirdi, bu sebeple genç kızlar ve evlenmek isteyen genç erkekler, Venüs tapınağına sunu bırakırlardı. Jüpiter ise bütün Roma senatosunun taptığı tanrıydı.
Pagan zihniyetinde tanrılar insanlara hükmeder, hiçbir tanrı diğer tanrıya kul olmaz. Bu şu demektir: Her bir tanrının yeryüzünde bir tahakküm alanı vardır ve o tahakkümün yeryüzündeki yürütücüleri, tanrılar adına idare edicileri, o tanrıların dininin ruhbanlarıdır.
Öte yandan kamusal alanda her bir tanrının kendisine ait yaşatılan bir dini yoktu. Hristiyanlık öncesi Romanın devlet dini olarak Jupiter inancı yani Güneş tapıncı söz konusuydu. Fakat devlet dinin dışında, bugün adına gizem dinleri denilen, çeşitli ruhban grupları tarafından cemaatleştirilmiş, dini ritüelleri kamusal alanda yaşatılabilen, Bacchus’çülük (Diyonizyak İnanç Sistemi), İsis Kültü, Kibelecilik, Mitrasçılık gibi belli başlı pagan inanç sistemleri de söz konusuydu3.
Günümüzde ‘Türkiye’de Sekülerleşme’ gibi başlıkları konuşabildikleri bütün mecralarda dillendirmekten geri durmayan, Türk modernleşmesini sekülerleşme olarak dillendiren, kurucu laiklik ilkesini tamamen yanlış bir şekilde ele alıp sekülerleşme olarak anlatanlar içerisinde bir de Fettullahçı Terör Örgütü’ne ‘Modern Kült’ diyenler var. Bunlar acaba Roma’nın Pagan inançlarına mı hayranlık duymaktalar? İnsan düşünmeden edemiyor doğrusu. Tıpkı Roma’nın bu çok tanrılı inanç sistemlerine serbestiyet tanıdığı gibi, günümüz Türkiye’sinin, dini kullanarak her alanı terörize etmiş örgütlerinin sadece özgür cemaatler olarak kabullenilmesini mi istemekteler ?
Biz Roma’dan devam edelim.
Bu çok tanrılı inanç sisteminde, Kronos’un ürettiği zamanı insanlar yaşıyorsa, diğer tanrılar hangi zamanı yaşıyordu?
Bu soru mitler çağından logos çağına geçilirken sadece dönemin düşünürlerini ilgilendirmekle kalmadı. Bilakis şu soruya evrilerek kamusal bir karakter kazandı: Çok tanrılı inanç sisteminde, insanların, Kronos’un sunduğu ömürlük zamanı yaşamak dışında; tanrıların yaşadığı zamanı tecrübe edebilme, en azından taklit edebilme, böylelikle onların hissettiği zamanın duygusunu hissedebilme şansları var mıydı?
Bu sorunun cevabına dair izlere, sözde tanrıların yaşadığı zamanı, insanların da belirli günlerde tecrübe etmeleri için icat edilmiş olan ve adına Ludi Saeculares (Seküler Oyunlar) denilen, üç gün üç gece total anarşinin hüküm sürdüğü, her türlü taşkınlığın gerçekleştirildiği, ruhbanların gözü önünde diyonizyak eylemlerin tüm serbestliği ile yaşandığı, şiddet dozu çok yüksek ve şehvet başta olmak üzere insani zevklerin tamamen serbest biçimde sergilendiği karnavallarda rastlayabiliriz.
***
Seküler Oyunlar
''Phoebus ve Diana, ormanların efendisi, parlak göklerin lütfu, ey tapılan ve her zaman tapılacak olan, Kibele'nin dizelerinin, seçilmiş genç kızların ve iffetli gençlerin, yedi tepenin zevk verdiği tanrılar için bir ilahi söylemesini tavsiye ettiği bu kutsal zamanda, dua ettiğimiz şeyi bağışla.''
The Carmen Saeculare, Horatius
Seküler oyunlar, zaaflarına kapılarak taşkınca eğlenen insanların, kitle maniası denilebilecek türden ritüellerin parçası oldukları, tanrılara insan kurban etmeye kadar ileri gittikleri, şiddet ve eğlenceyi tiyatral biçimde yaşamaları ile üç gün üç gece boyunca süren eğlencelerdi.4 İnsanların yaptıkları hiçbir şeyden sorumlu tutulmayacakları ‘tanrıların zamanı’nı taklit etmek için, insanlıktan çıkılıp nefsin sınırlarından kopartıldığı şiddet ve haz oyunlarıydı.
Doğum, Ölüm ve Ana tanrıça izleklerinde şekillenen ritüellerle, insan kurban etmelerin dahi söz konusu olduğu tapınçlardan oluşan Seküler Oyunlar, yarınlar yokmuş gibi, ve tıpkı tanrılar nasıl hesap vermiyorsa, onların adına ruhbanların nezdinde fakat ruhbanların ve devlet görevlilerin verdiği izin doğrultusunda verilecek hiçbir hesabı olmayan eylemlerden oluşan ritüellerin canlandırıldığı festivallerdi.5
Seküler oyunlar ve bu oyunlardaki çılgınlık herhangi bir şekilde masumane bir grup aktivitesi değildir. Olimpiyat oyunlarına da benzetilemez.
Hristiyanlık öncesinde de kendisine ait bir devlet dini olan Roma’nın seküler oyunlara dönemlik olarak izin vermesi, bir açıdan da Tarentum’da gerçekleşen bu oyunlardaki kurban ritüellerinin özellikle devlet idaresinin görevlendirdiği yetkililer tarafından kaydedilip parşömenlere yazılmasını sağladı.
Üstelik İ.Ö 17’de artık bir İmparatorluk olan ve İmparator Augustus tarafından yönetilen Roma’da, Augustus’un gece gerçekleşen kurban törenleri kısmına yalnız, gündüz törenlerine ise damadıyla iştirak ettiği kayıtlara geçmiştir.6
Augustus'un Saecular Oyunları da aynı geleneksel yere bağlıydı; ancak başka açılardan, özellikle de imparatorun kendisine ve damadı ve varisi Agrippa'ya odaklanmaları bakımından cumhuriyetçi seleflerinden önemli ölçüde farklıydılar. (…) Örneğin Augustus, dört 'başkan'dan biri sıfatıyla rahipler kuruluna mektup yazarak kutlamaları başlatmıştır. Ancak festivalin kendisi neredeyse diğer rahiplerin kontrolünün de ötesinde bir kontrole sahip gibi görünmektedir. (…) Ayrıca, şair Horace tarafından kutlamalar için özel olarak bestelenen ve üçüncü gün yirmi yedi erkek ve yirmi yedi kızdan oluşan bir koro tarafından söylenen ilahi, Augustus'un merkezi önemini vurguluyordu: ‘Şanlı Anchises ve Venüs'ün soyundan gelen, beyaz öküzlerle taptığı siz tanrıların yardımını alır, düşmana karşı üstün, secde eden düşmana karşı merhametlidir. Seküler Oyunları görülüyor ki artık yeni bir odak noktası kazanmıştı.
Roma’nın Dinleri Birinci Kitap’tan7
Görülebileceği üzere bizzat İmparatorun emriyle başlatılan ve imparatorun kendisini merkeze alan, birçok kültün ruhban sınıfının nezdinde ve denetiminde, Horace’in bestelediği Carmen Saeculare dizelerinin oyunların açılış ve kapanışında bir tür milli marş minvalinde topluca söylendiği, üç gün üç gece boyunca kitlesel olarak gerçekleştirilen imparatorluk ayiniydi bu oyunlar.
Hem Roma yasalarına tabi olan hem de zaman tanrısı Kronos’un kulu olan Romalılar için seküler oyunlar, yasaya tabi olmaya mola verip, her istediğini yapabilen diğer tanrıları memnun edecek şekilde davrandıkları, onları taklit ederken insanlıktan çıktıkları, yangından mal kaçırır gibi olabildiğince fazla eğlenceyle, diğer tanrıları da memnun etmek isteğiyle gerçekleştirdikleri farklı ritüellerle dolu şenliklerdi.
Ve oyunların bitişiyle Roma vatandaşları kendi toplumsal yaşamlarına, bir başka deyişle yine iktidarın çizdiği yasal çerçevenin içine geri dönerlerdi.
***
Biz Neden Seküler Olamayız?
Yukarıda şu soruyu sormuştum: Çok tanrılı inançlar sisteminde, Kronos’un ürettiği zamanı insanlar yaşıyorsa, diğer tanrılar hangi zamanı yaşar?
Bu soruyu sorma sebebim özünde pagan zihniyetindeki tanrı ve kul ilişkisinin anlaşılmasını sağlamaktır. Yani tanrı ve kul ilişkisiyle birlikte tanrılar arasındaki ilişkiyi; aslında güç ilişkilerini…. Çünkü sekülerlik, çoklu bir yasa, çoklu bir düzen, çoklu bir zaman anlayışı, çoklu bir yaşam anlayışı; yani tevhidin dışına düşmektir. Her kim bu kavramı kullanıyorsa bütünlüğe, üniterliğe, vahdete ve tevhide karşıdır. Bu kavramı milliyetçilik içinde kullanan milliyetçiliğe ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine, laiklik içinde kullanan laikliğe, İslam içinde kullanan da İslam'ın tevhit ilkesine ters düşmektedir.
Fakat her şeyden evvel hakikatin karşısında durduğu yer son derece dualist bir pozisyondur; gözünün gördüğü her yerde ‘kutsallar ve kutsal olmayanlar’ arayışındadır.
‘‘Gerçekliğin kutsal ve profan alanlar olarak ikiye ayrılması, ne kadar ilişkili olursa olsun, dinî girişimin özünde vardır. Bu nedenle, dinî fenomenin herhangi bir analizi için açıkça önemlidir.’’
Peter Berger, 19678
Berger’in burada bahsettiği dinî girişim, çok tanrılı inanç sistemlerinden tek Tanrılı inanç sistemlerine, bütün BATI aklının ürettiği teolojinin kamusal hayatta karşılık bulma girişimidir. En temel dayanak noktası ise güç ve iktidar ilişkilerinin ilahileştirilmesi ve dünyevileştirilmesi ayrımıdır.
Kronoloji yani zamanın bilgisi, pagan zihnin dünyasında tanrı Kronos’a kul olmaktır. Fakat seküler oyunlar başlığında da kısaca özetlediğim gibi, çok tanrılı inanç sistemlerinde kendini Kronos’tan ayırabilmek, tanrıların deneyimini taklit etmek, böylelikle üniter toplumsal yaşam içerisindeki sorumluluklarına ara vermek, ve bunu özgür bir topluluk aktivitesi olarak değil bütün bir imparatorluk nezdinde yapmak söz konusuydu.
Bu oyunlar müddetince işlenilen suçların cezaya tabi olmadığı bir çılgınlık deneyiminini kitleselleştirerek meşrulaştırmak, aslında sekülerizm olarak tarihin çeşitli dönemlerinde farklı elbiseler giyen zihniyetin hakiki özüne dair çok farklı şeyler söylüyor bizlere.
Kronos, sürenin algılandığı zaman iken Kairos, sürenin algılanmadığı, başka her şeyin önemini yitirdiği, deneyimin duygular ölçüsünde değerli olduğu zaman kavrayışıdır. Yaşananların uyandırdığı hislerin Kairos zamanına ait olduğu inancı gereği zaten seküler oyunlar, Roma’nın toplumsal yaşamında da bir tür mola zamanlarıydı. Örnek olarak bir eğlencede geçirilen süre kronolojik zamana tabiyse o eğlencenin duygusu kairotik zaman algısıdır.
Zamandan sorumlu olduğuna inanılan antik Yunan’ın bu iki tanrısı, zamanı niceliksel ve niteliksel olarak kategorize ederek hem dinî hem de hukukî yaşamı çok tanrılı zihniyetin tasarlamasına imkan vermiştir. Kairotik zaman bu anlamda gündelik hayatta bir uyuşturucu bağımlısının saykodelik ilaçlar alıp, ekstazi içerek geçici bir deneyim yaşaması ve etrafındaki diğer insanlara nazaran algılarının değişmesini sağlayan deneyimler olarak da düşünülebilir.
Fakat bir imparatorluk ayinine dönüştüğünde o artık siyasal bilgilerin konusudur.
Seküler kavramının bilinen en eski karşılığının “şimdi ve burada” olması, yasalardan bağımsız, bireylerin kairotik deneyimlerini ruhbanlar nezdinde tecrübe ettikleri bir kitleselleşmeye atfedilmesi, bizlere günümüzün tarikat ve cemaat örgütlenmelerini, ulus devlet dışına taşan ve vatandaşlık anlayışının sınırlarını zorlayan oluşumları hatırlatmalıdır.
Kavramın ideolojik tarihi görüldüğü gibi Roma’nın çoklu dinî ortamında tarafsız olanlara ve dinî yaşama mola verilen zamanlara kadar gidiyor fakat orada kalmıyor. Çok tanrılı paganların, Latince “modus vivendi” (gündelik yaşam) ile ilişkili olarak kullanılmıştır seküler kavramı.
“Sekülerleşme” terimi biraz maceralı bir geçmişe sahiptir (1). İlk olarak Din Savaşları'nın ardından toprakların veya mülklerin kilise makamlarının kontrolünden çıkarılmasını ifade etmek için kullanılmıştır. Roma kanon hukukunda aynı terim, emir altındaki bir kişinin “dünyaya” dönüşünü ifade etmek için kullanılmıştır. Her iki kullanımda da, belirli örneklerdeki ihtilaflar ne olursa olsun, terim tamamen tanımlayıcı ve değerlendirici olmayan bir şekilde kullanılabilir. Elbette daha yakın zamanlardaki kullanımda durum böyle değildir. “Sekülerleşme” terimi ve hatta onun yerine kullanılagelen “laiklik” terimi, bazen olumlu bazen de olumsuz değerlendirici çağrışımlarla yüklü ideolojik bir kavram olarak kullanılmıştır. Ruhban karşıtı ve “ilerici” çevrelerde modern insanın dini vesayetten kurtuluşunu temsil ederken, geleneksel kiliselerle bağlantılı çevrelerde “Hıristiyanlıktan arındırma”, “paganlaştırma” ve benzeri şekillerde saldırıya uğramıştır.
Peter Berger, 19679
Romanın ‘saeculum’u öte yandan en uzun yaşayan insanın ömrü ölçüsünde 100-110 yıllık bir sürenin bitirilip yeniden başlanmasını da içermekteydi. Yenilenme, yeniden başlama, bir yüzyılı bitirip yeni yüzyıla başlama anlamlarıyla yeni nesillerin ortaya çıkartılacağı enerji toplayışı için kronolojik ilerleyişe adeta kısa devre yaptırılmasıdır. Bu şu açıdan önemlidir: Kavramın anlamı genişleyerek yalnızca bireylerin değil; toplumların ve jenerasyonların yeniden yaratılması anlamında kullanılagelmiştir.
Zaten oldukça önemli bir din sosyoloğu olan Peter Berger de seküler kavramını Hristiyanlık içerisinde bir tür kısa devre yapma ve geçmişe doğru bir tünel açma çabası olarak imler.10 Onun için zamanda geriye gitme, Hristiyanlığın, Yahudilikteki yaratılış mitine ve Yahudilik öğretilerine; Tevrat’a geri gitmesi olarak tanımlaması bu bağlamda önemlidir. Zira şimdi ve burada tanımının atıf noktalarından biri de “Masum Bahçe” Tunç Çağı mitine kadar giden cennetten düşen / kovulan insanın cezasını çekme mekanı olan dünyadır.
Alman Genç Politika Sözlüğü’ne göre Seküler kavramı11, “yüzyıl boyunca kendini tekrar eden”, “benzersiz”, “olağanüstü” anlamlarına gelmektedir. Peki neden bu şekilde olağanüstü olarak anlamlandırılmıştır? Bunun cevabı oldukça basittir; çünkü istisnaidir, yani kairotiktir.
Öte yandan bu bakış açısı, gayet anlaşılabilir şekilde, Türk Töresi’nde en temel bilinç tuğlalarından birisi olan ve Orhun Kitabelerinde geçen ‘Öd tengri aysar, kişi oglı kop ölgeli törimiş’, Zamanı Tanrı yaşar insan yavrusu ölümlü türemiş” kadim bilgisi ve İslam’ın temel öğretisi olan ‘‘Baki olan Allah’tır ve Her Fani Bir Gün Ölümü Tadacaktır” bilgisi ile, oldukça pasif agresif bir şekilde zıtlaşma ihtiva etmektedir.
Çünkü yüzyıl boyunca kendini tekrar eden, benzersiz ve olağanüstü olandan kasıt aslında Mesih beklentisinden başka bir şey değildir. Kökleri çok tanrılı zihniyette olan, oradan Yahudiliğe ve Hristiyanlığa taşınan bu inanç kültü, İslam’a zamanın kutbu, zamanın bedîsi, her çağda inananları etrafında toplayıp kurtaracak olan veli, veliyullah, Bediüzzaman, mürşit, kutup personalarıyla taşınmıştır, bizim kültürümüze de hem İslam’ın tevhit ilkesine hem de Türk Töresi’nin vahdet bilincine aykırı biçimde yerleştirilmiştir.
Bu sebepten kelimenin en hakiki anlamıyla birisine seküler denilecekse bu kişi, zamanın bedisi olduğu iddia edilen yani Bediüzzaman’a tabi olan kişi olur. Bu tabii mantık gereğidir.
Peki sözde seküler olduğu iddia edilen Türk milleti Bediüzzaman mahlaslı kişiye mi tabidir? Buna mı mecburdur?
Sizce Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinde sekülerizmin bir yeri olabilir mi? Bunun olamayacağı gayet aşikar iken sekülerlik, cumhuriyetin kuruluş aklına dışarıdan cumhuriyet karşıtlarının giydirmeye çalıştığı bir elbise değil midir?
Bugünün dünyasında Sekülerizm, tıpkı Roma’da olduğu gibi, birçok dinî örgütün faal olduğu, dinî alanın kontrollü bir serbestlik ile tarikatlar, cemaatler, ve dinî örgütlerin sermaye birikimi yaparak bir tür güç eliti haline geldikleri, bunun doğal yansıması olarak da lobi faaliyetlerinden tutun siyasal düzenin belirlenmesinde birbirileri ile yarıştıkları sistemler için geçerlidir. Bu sebepten Amerika Birleşik Devleti gibi eyaletlerden oluşan federasyonlarda yaşayabilecek bir sistemdir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısı gereği altı kurucu ilkesinden biri Laikliktir. Sekülerlik kuruluşundan itibaren hiç gündeme gelmediği gibi gündelik dilde bu kadar çok propagandasının yapılması da Özalizasyon döneminde başlamış, 2000’lerin başından itibaren mahalle baskısı gibi tartışmalar üzerinden büyük bir ivme kazanmıştır.
***
Neden Türk Laikliğine Sekülerleşme Dayatılıyor?
Laikliğin etimiyolojisine baktığımızda, Antik Yunanca karşılığının laos yani halk anlamına geldiğini görüyoruz. Laicus halktan olan, ruhban olmayan, ruhbanın karşısında olan demektir. Tevrat tefsirlerinde ise laca kelimesi rahipler ve Leviler dışındaki halk anlamında zikredilmiştir. Hristiyanlıkta ruhbanlara lericci ya da clerici, ruhban olmayan insanlara da laici denilmiştir.12
Feodalizm sonrası laiklik terimi siyaseten bir anlama kavuşarak din ve devlet işlerinin ayrılıp, iktidarın kilisenin karışmadığı bir sistemde devlete bırakılması anlamında kullanılmıştır.13
Laik devlet düzeni, kanun koyucunun yetkiyi dinden almaması ve yasanın din kaynaklı olmaması, kişilerin dinî inanç ve hürriyetlerinin olması özelliklerine sahiptir. Berkes’e göre bir kişinin keyfi uygulamalarıyla gerçekleşmeyip, uzun bir sürecin sonucu olan laiklik, devletin dinsel destek sağlamayı terk etmesidir.14
Bu bağlamda laiklik, politik bir kavram olan “laicus” halk, ruhban olmayan anlamıyla ve halkçı siyaset olmasıyla ilerici, özgürleştirici ve devrimci bir ilkedir.
Cumhuriyetimiz için laiklik, halkın egemenliği bağlamında kurgulanmıştır. Türk laikliğinin tanımlandığı ve özgül yönlerinin Türk devlet tarihi ve töresinden alındığı dönemde, laiklikle ilgili fikirlerini açıklayan Mustafa Kemal Atatürk, ‘‘Türk milletinin dininin tanındığı bir devlet düzeni arzu ettiğini’’15 ifade ederek laikliği milli egemenliğin gereği olarak görmüştür.
Türk Laikliğinde, İslam’ın itikadî kurallarında; uluhiyet, nübüvvet, uhreviyat; hiçbir değişiklik ve düzenleme yapılmamış, ibadetle ilgili düzenlemelerde de yalnızca milli ibadet dili politikaları ibadetlerin aslı korunarak uygulamaya konulmuştur. Türk laikliği bu bağlamda Batı laikleşme modellerinden farkını ortaya koymuştur; zira Batı laikliğinin önünü açan reform döneminde Katolik Hristiyanlığın amentüsünde değişiklikler yapılmıştır.16
Türk laikliği, Türk devlet tecrübesiyle ve dinin yönetimi geleneğiyle şekillendirilmiştir. Bu konuda en önemli kaynak İslam öncesi Türk devlet geleneğinden sonra Hanefî-Mâturîdî düşüncede dinin kamuda konumlandırılması anlayışı olmuştur. Dinin ve siyasetin birbirinden ayrı olduğunu, dinin nebilerin, siyasetin ise yöneticilerin işi olduğunu, bunlarla birlikte dinle şeriatın da ayrı olgular olduğunu bildirmesi, Maturidiliği Türk laikliğinde referans noktası haline getirmiştir.
Cumhuriyete kadar da halkın Hanefi-Mâturîdî olması, halk egemenliği bağlamında Osmanlı Devleti tarihinin önemli bir kısmında sahiplenilmeyen Türk din yorumuna kıymetini geri vermiştir. Din hizmetlerini Diyanet kurumuyla sağlayarak din sahasını devletçilik ilkesiyle yöneten Cumhuriyet, laikliği Hanefî-Mâturîdî ekolün din-devlet ilişkilerine dair görüşlerinden hareketle Türk’e özgü biçimde tasavvur etmiştir.
Herhangi bir dinin laiklikle büsbütün uyumlu olduğu iddia edilemez ancak İslam’ın Türk tarihiyle tecrübe edilen biçiminin laikliğe tarihi uygunluk barındırdığı su götürmez bir gerçektir.
Bununla birlikte İslam’ın kutsal alan, kutsal olmayan dünyevi alan ayrımının olmaması, ruhbanlık benzeri; dinî alanda tasarlanarak kamusal alanlarda da hiyerarşik üstünlüğü sağlanan bir sınıfın olmaması, dinî yaşam, gündelik yaşam olarak ayrılan yaşam biçimleri farklılığının olmaması ve sosyal hayata dair kuralların en başından itibaren hukukî olması ve kutsal hükümler olmaması, İslam’ın teolojik temelinin sekülerizme, sekülerleşmeye el verişli olmadığını; bilakis laikliği içkin olduğunu göstermektedir.
Mansurizade Said Bey’in o muhteşem tespitiyle şeriatın medeni kanundan farklı bir şey olmaması, İslamiyet sonrası Türk tarihinde, öncesinde olduğu gibi kanun yapma yetkisinin devlet adamında olması, ilk halife itibariyle de tecrübe edilen devlet gücüne eş ve devletten bağımsız bir dinî iktidar alanının olmaması, İslam’ın sekülerizme değil laikliğe uygun bir din olduğunu gösteren örneklerdir.17
O halde bize neden Seküler Yaftası yapıştırılıyor?
Bir medeniyetin kaynağı olan töreye ait ilkeleri bozmak, o medeniyetin sürekliliğini kesintiye uğratarak gelecek nesillere aktarılacak bilincin yok olmasına yol açar. Medya kanallarıyla, akademik üretimlerle gündemde tutulan sekülerlik, Türk kültürüne uyumsuz olduğu kadar Türk milletinin İslam kavrayışına da aykırı bir olgudur.
Yukarıda da özetlediğim şekliyle Türkler İslam'ı din-devlet ayrılığı ilkesince kavramıştır. Sekülerizmde ise din-devlet ayrımı yoktur, din dünya ayrımı, kutsal-bayağı ayrımı vardır. Temeli Türklerin İslam'ı kavrayışında yani Maturidilikte olan bu ayrım sekülerizmle kavranabilecek bir ayrım değildir.18
Bu hakikate rağmen gerçekleştirilen sekülerlik propagandasındaki zorlama tutumun sebebi, Türklüğün budanması için “divide et impera” (böl-yönet) yöntemiyle parçalı bir dinî ortam yaratmaktır. Cemaatlerin ve tarikatların serbestliğinin salık verildiği sekülerizmi, muhafazakarlığın sözde karşıtıymış gibi kurgulayan zihniyet, bu kurguya en önce, bilmediği, tanımadığı, hikmetine nail olmadığı halde laiklik yanlısı gibi davrananları dahil eder, önce onları avlar.
Sonrasında ise bünyesine, üretilmiş karşı kutuptan kendisini dindar addeden fakat İslam’ın hakikatine, insan ve toplum tasavvuruna nail olamamış olanları katar. Oysa Türkiye’nin bağımsızlığının garantörü olduğu kadar dinin yozlaşmasına da mani olacak olan yegane ilke laikliktir.
Fakat Sekülerizm propagandasıyla amaçlanan, halkın dinî birlik duygusunu bölmek kadar İslam’ı Hristiyanlığın teolojik temeliyle; Paganizmle kirletmek ve geri düşürmektir. Sekülerizm, modernizm sonrası edindiği kutsaldan arınmaya ihtiyaç duyduğu kadar kutsalla boğulmuş bir ideolojidir. Ölen tanrıya ihtiyaç duymadan önce doğan tanrıya ihtiyaç duymuştur. O Cabiri’nin ifadesiyle Batı’nın şimdisidir fakat geçmişi tüm insanlığa teşmil edilemeyecek kadar Mısır-Sümer-Babil kozmolojisiyle kökenlenen Batı aklının geçmişine dayanır.19
Mitlerden, kutsallardan arınan dünyanın, arındığı iddia edilen mitlerle sarmalandığı bir geçmişi gereksinir. Sekülerizm pagan bir geçmişe sahiptir. Paganizmin kendisini Hristiyanlık içinde koruduğu kadar Modernizm sonrasında da koruma refleksidir. Ayrıca sekülerizmin kökeninde yatan düalizmi fark etmek için Hristiyanlığın ve Romalılaşan Hristiyanlığın yahut Hristiyanlaşan Roma paganizminin düalist dünyasını ve insan algısını bilmek gerekir.
Aşağılık insan, doğuştan günahkar insan ve karşıtı yüce göksel tanrı ile kavranan düalist evren inancı; kutsal alan, kutsal olmayan alan, kutsal zaman, kutsal olmayan zaman; sekülerizmin temelidir.
Laiklik Türkiye’nin hem maddi hem manevi varlığının, hem ulusal bağımsızlığın hem de İslam’ın özünün ait olduğu yerde; bireyin ve toplumun yaşamındaki varlığının koruyucusudur. Sekülerizm propagandası hem cumhuriyete hem de İslam’a karşı gerçekleştirilmektedir.
Cumhuriyetin ve altı temel tuğlasından birisi olan laikliğin karşıtı olan sekülerliği, laiklik yerine Türk milletine dayatmak çarpıtmadır, hakikatleri örtmektir. Cumhuriyet karşıtlığının nişanesi haline gelmiştir.
Harvey Cox, The Secular City, 1974’den aktaran Mustafa Özden, "Sekülerliğin Tarihi Serüveni", JOMELIPS, Cilt 1, Sayı 2, Sayfa: 60-81, Kış, 2016
Berger, Peter L. The Sacred Canopy: Elements of a Sociological Theory of Religion. New York: Anchor Books, 1967.
Bu konuda detaylı bir çalışma okumak isteyenler şu kaynağa bakabilirler: Çiğdem Dürüşken, Antikçağ'da Yaşamın ve Ölümün Bilinmezine Yolculuk Roma'nın Gizem Dinleri, Arkeoloji ve Sanat Yay., İstanbul 2000.
MÖ 509'a kadar eski kayıtlarda seküler oyunların varlığının izleri görülür. Roma’nın Cumhuriyet olduğu dönemlerde de kutlanmıştır. İmparatorluk Romasının ilk imparatoru Augustus’da İ.Ö 17’de bu kurban verme ritüelleriyle dolu oyunları yeniden canlandırarak ayinler boyunca kader, doğum ve Ana tanrıça Toprak Ana’ya kurbansal sunuların verilmesini istemiş hatta kendisi de katılmıştır.
Bu konuda daha geniş bir birikim elde etmek isteyenler şu kaynağa bakabilirler: Parke, H. W. The Roman Festivals of the Period of the Republic. Cornell University Press, 1978.
Beard, Mary, John North, and Simon Price. Religions of Rome: Volume 1, A History. Cambridge University Press, 1998.
Beard, Mary, John North, and Simon Price. Religions of Rome: Volume 1, A History. Cambridge University Press, 1998.
Berger, Peter L. The Sacred Canopy: Elements of a Sociological Theory of Religion. New York: Anchor Books, 1967.
Berger, Peter L. The Sacred Canopy: Elements of a Sociological Theory of Religion. New York: Anchor Books, 1967.
Berger, Peter L. The Sacred Canopy: Elements of a Sociological Theory of Religion. New York: Anchor Books, 1967.
Schneider, G. & Toyka-Seid, C. (2021). Das junge Politik-Lexikon. Bundeszentrale für politische’den aktaran Bildung.Öğüt Marangoz, Nurhan Uluç, “Sekülerizm'in Kavramsal, Kuramsal ve Tarihsel Gelişimi”, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2021, 4 (2), 335-345.
Ethem Ruhi Fığlalı, Laiklik, Panama Yay., Ankara 2016.
Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Yay., İstanbul t.y., 15.
Niyazi Berkes, Teokrasi ve Laiklik, Yapı Kredi Yay., İstanbul 2021.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yay., Ankara 1989, II, 131.
Tarık Zafer Tunaya, Batılılaşma Hareketleri, II, Yenigün Haber Ajansı Yay., 1998, 49.
Mansurizade Said Bey' hakkında bilgi birikimini arttırmak isteyen okurlar şu kaynaklara bakabilir.
-Mansurizade Said Bey, “İçtihat Hataları”, İslam Mecmuası, Yıl: 2, Sayı: 21, 11 Şubat, 1915.
-Mansurizade Said Bey, “İçtihat Hataları”, İslam Mecmuası, Yıl: 2, Sayı: 23, 11 Mart, 1915.
-Mansurizade Said Bey, “Taaddüd-i Zevcat Islamiyet’te Men Olunabilir”, İslam Mecmuası, Yıl: 1, Sayı: 8, 8 Mayıs, 1914.
-Mansurizade Said Bey, “Taaddüd-i Zevcat Münasebetiyle - Cevaba Cevap -”, İslam Mecmuası, Yıl: 1, Sayı: 9, 4 Haziran, 1914.
Sönmez Kutlu, İmam Mâturîdî ve Maturidilik, Otto Yay., Ankara 2016, 36.
Muhammed Abid el-Cabirî, Felsefî Mirasımız ve Biz, (Çev.: Said Aykut), Kitabevi Yay., İstanbul 2000, 16.