1919 Paris Barış Konferansı'na Karşı 1922 Paris Türk Ulusal Hareketi Konferansı
Emperyal Diplomasi Karşısında "2 FERİT'İN HİKÂYESİ": OLMAK ya da OLMAMAK / Yazı Dizisi - İkinci Yazı, Meryem Çağıl; FERİT HANIM: PARİS TÜRK ULUSAL HAREKETİ KONFERANSINDA
Yazan:
Yazı Dizisi Editörü:Kapak Çalışması:
Editörden;
Siyaset ve magazin malzemesi olarak her açısıyla dünyanın gündemine oturan ve mizahtan, politikaya kadar her sofraya malzeme olan Trump-Zelenski vukuatına, kendi tarihimizden pencereler açarak kavrayışımızı derinleştirecek bir perspektiften yaklaşalım arzusuyla #Gûngen olarak 2 makalelik bir mini yazı-dizisi sunmak istedik sizlere: Emperyal Diplomasi Karşısında "2 FERİT'İN HİKÂYESİ" -OLMAK ya da OLMAMAK-
2 yazılık bu dizi, emperyalist zorbalığa teslim OLMAK'lığın ve OLMAMAK'lığın tarihimizden 2 portre ile anlatımı aslında: Damat Ferit ve Ferit Hanım. diye takdim etmiştim size ilk yazımızı sunarken.
Damat Ferit'in Paris Konferansındaki ahvalini
kaleme almıştı ilk yazıda:2 Ferit’ten diğeri, Milli Mücadele ve Türk Devriminin büyük kahramanlarından Ferit Hanım'ın yine Paris’te vuk'u bulan “Türk Ulusal Hareketi” konferansındaki hali. Bu ikinci yazı, X aleminde @ferithanim mahlası ile yer alan
imzalı.Ferit Hanım’ın “politik şiddet” olarak tarif ettiği emperyal diplomasi zorbalığının son yaşanan ve belki de tarihteki en fütursuz örneği Trump-Zelenski olayı vesilesi ile sizlere takdim etmek istediğimiz bu iki yazılık mini-dizi ile, aslında Gûngen yolculuğuna başlarken kendimize rota belirlediğimiz tarihin yol göstericiliğinde bugüne ve geleceğe ışık tutma seferimizin birer gemi kaptanı oldu Serkan Ökter ve Meryem Çağıl. Hepinizin huzurlarında kendilerine teşekkür etmeyi borç bilirim.
Gûngen, geçmişten aldığı kerterizler ile, mottosu olan ''Zamanın zembereği büyük çemberi kapatmaya ayarlı. Süregiden tarihî değişimlere dair kavrayışımızı aşmak için buradayız.'' şiarıyla bugünün hakikat denizinde kürek çekmeye ve bu derya içinde kadim uygarlıklar ummanından feyz alan fikriyat yolculuğuna devam edecek.
Bu yazı dizimize başlık yaptığımız “Olmak ya da Olmamak” lafzını insanlık hafızasına nakşeden William Shakespeare, sadece bir tiyatro oyunu değil, aynı zamanda insan doğasının, toplumun ve varoluşun derin bir incelemesi olan meşhur tiyatro eseri Hamlet’te, Şekspiryen entelektüellerin “modern bireyin prototipi” olduğu konusunda hem fikir oldukları Hamlet karakterine şunu söyletir:
“Şimdi olacak bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa, bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta.”
Düşünce ve eylem arasındaki uçurumun simgesi olarak da kabul edilen Hamlet metaforundan hareketle tarif edersem şayet, mistifikasyonların kol gezdiği fırtınalı hayat denizinde, eylemlerimizde felce uğramamak için, düşünce yeteneğimizi diri ve sağlıklı tutmak için var Gûngen. Olmaklığın hakkını vermek çabası da diyebilirsiniz.
Bizi okumaklığınızdan sonsuz müteşekkiriz.
Damat olan Ferit ne kadar OLMAMAK ise,
bir Türk kadını olan Ferit o kadar OLMAK’lıktır.
1919 Paris Barış Konferansı'na Karşı 1922 Paris Türk Ulusal Hareketi Konferansı
Başlarken…
23 Haziran 1919’da Paris Barış Konferansı’nda “Müttefik ve Bağlı Devletler Konseyi” adına Fransız Başbakanı Georges Clemenceau, Damat Ferit’i ve beraberindeki delegeleri adeta çocuk azarlar gibi azarlamış, beceriksizlikle suçladığı Damat Ferit üzerinden Türk milletine hakaret etmiştir. Ermeni soykırımı iddialarının da eşlik ettiği suçlamalarda Türklerin tarihi, Osmanlı ile birlikte karalanmaya çalışılmıştır. Bu yazı dizisinin ilk makalesinde de okuduğunuz gibi Damat Ferit, Batılı devletlerin rızasını ve güvenini kazanmak için, Cengiz Han ve Timur Devletleri gibi yıkıcı olmadığını; aslında bir anlamda Osmanlı’nın Türk tarihine değil de Batı medeniyetine ait olduğunu iddia etmiştir. Osmanlıların Batılılaşması, ekseriyetle bu biçimde on yedinci yüzyıl itibariyle kendisini Batı’ya karşı kanıtlama ve Batı tarafından denetlenme politikaları eşliğinde sürdürülmüştür.
Ferit Hanım’ın Paris Konferansı: Türk Ulusal Hareketi
Bu onur kırıcı acı tecrübeden yaklaşık üç yıl sonra, 20 Mart 1922’de Paris’te bulunan Ferit Hanım, Fransız bürokrasisine, subaylarına ve ileri gelenlerine “Türk Ulusal Hareketi” başlıklı bir konferans vermiştir. Bu konferanstaki duruş, 1919’da Paris Barış Konferansı sonrasında Damat Ferit’e “İngilizlerin gösterdikleri yolda bir kurtuluş çaresi aramak boşunadır ve sonucu bir hiçtir.” sözlerinin bulunduğu bir telgraf çeken Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği milletin müstemleke olmayı kabul etmeyen karakterinin açık olarak temsil edildiği duruştur.
20 Ekim 1920’de Ankara Antlaşması ile Fransa’nın Ankara Hükümeti’ni tanımasının ardından Fransa’da bir temsilcilik açan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Ferit Hanım’ın eşi Ahmet Ferit Tek’i Paris Sefiri olarak görevlendirmiştir.
Ahmet Ferit Tek, Jön Türkler arasında Yusuf Akçura, Ahmet Rıza ile birlikte Meşrutiyet’i manda ve himaye altında dahi olsa hayata geçirmek fikrinde olan Prens Sabahattin’e ve onun gibi düşünen Jön Türklere itiraz ederek onlardan ayrılmıştır. İttihat ve Terakki Fırkası’na Batı endeksli politikaları nedeniyle muhalif tavır sergileyen Tek, hayatının bir kısmını sürgünlerde geçirmiş, eşi Ferit Hanım da ona eşlik etmiştir. Sevr Antlaşması’ndan önce Damat Ferit’in kabinesinde görev alan Tek, Sevr maddelerini reddederek görevinden istifa etmiş ve Anadolu Hareketi’ne katılarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında yer almıştır. Cumhuriyet ilan edilmeden önce vekillik, sefirlik görevlerinde bulunmuş, Cumhuriyet’in ilanının ardından çeşitli ülkelerde büyük elçilik görevlerini yerine getirmiş aydın bir Türk siyasetçisi ve fikir adamıdır.
Eşiyle birlikte Paris’e giden Ferit Hanım, Pierre Loti ile tanışmıştır. Türkleri öven yazıları sebebiyle o sırada hasta yatan Pierre Loti’ye Ankara Hükümeti’nin hediyesi olarak bir seccade götüren Ferit Hanım, filozof Henri Bergson, şair Anatole France ve şair-yazar Paul Valery ile de Ankara Hükümeti adına görüşmeler gerçekleştirmiştir. O zamanlarda Bergson ve France, Ermeni soykırımını destekleyen yazılar yazmakta ve Türkler aleyhine hareket eden bir cemiyette çalışmakta idiler. Ferit Hanım’ın onlarla yaptığı görüşmelerin ardından her ikisi de cemiyetten istifa etmişlerdir. Paris’teki bu başarıları için Ferit Hanım, “Ben orada herhangi bir Türk kadının yapacağı işler yaptım.” der.
“Meclis bana Paris'e giderken Pierre Loti'ye verilmek üzere bir seccade verdi. Bu seccadeyi Yunan Harbi’nde şehit düşen askerlerin kızları dokumuşlardı. Pierre Loti, harp sıralarında bizim hakkımızda makaleler yazıyordu. Ben gittiğim zaman hasta idi. Buna rağmen beni koltuk değnekleriyle ayakta karşıladı. Beni görür görmez Türkleri ve Türkiye'yi hatırlayarak hüngür hüngür ağlamaya başladı. Görüşüp otele döndüğüm zaman arkamdan haber gönderip tekrar çağırttı. ‘Doya doya sizinle konuşmak istiyorum.’ dedi. Pierre Loti bir Türk kızına aşık olmuş. Bütün romanlarını onun için yazmıştı. Bu onun ilk ve son aşkı idi.”
Cumhuriyetin ilan edilmesinden önce eşiyle birlikte Ankara’ya dönen Ferit Hanım, bir müddet diğer elçilik görevleri gelene kadar Ankara’da yaşamaya devam etmiştir.
Ferit Hanım, Paris’te bulunduğu sırada iki önemli konferans vermiştir. Bunlardan ilki ve en önemlisi “Türk Ulusal Hareketi” konferansı, diğeri 14 Haziran 1922’de Parisli kadınlara verdiği “Türk Kadınlığı” başlıklı konferanstır. Ferit Hanım’ın Paris Liseum salonunda verdiği “Türk Ulusal Hareketi” konferansının ve akabindeki tartışmaların kayıtlı olduğu metin, Türk Tarih Kurumu arşivinde, 5294/A3840 numaralı kayıt ile tutulmaktadır.
Türk Ulusal Hareketi konferansı, Milli Mücadele’nin Türk Tezi olarak siyasi entelektüel sahada da verilmesi anlamına gelmektedir ve hem Fransızlara hem Avrupa’ya Türk milletinin egemenliğini ve bağımsızlığını duyurmaktadır. Konferans metni, “Türk Ulusal Hareketi Bayan Ferit’in Konferans Metni” başlığıyla sunulmuştur. Konferansın başkanı General Mallterre’dir. Şimdi bu konferanstan bazı pasajları siz Gûngen okurlarına yer yer karşılaştırmalı anekdotlar eşliğinde sunuyoruz:
“Sizlere Türkiye’deki Ulusal Hareket’ten ve onu belirleyen derin ahlaki ve siyasi nedenlerden söz etmeyi kabul ettim. Türklerin neler duyumsadıklarını, ne acılar çektiklerini, neler yaşadıklarını bilmek gerekir. İşte, bağımsızlığını ve onurunu herkese ve her şeye karşı savunmaya kararlı bir ulusun beklenmedik, ani yurtseverlik hareketinin nedenlerini anlatacağım.”
Konuşmasına bu sözlerle başlayan Ferit Hanım, Ankara Hükümeti Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın sözlerini salondakilere aktararak Türk direnişinin nasıl başladığını açıklar:
“Bağımsızlık düşüncesi ve özgürlük gereksinimi bu ulusun karakterinin özüdür. Bağımsızlık aşkı, işte büyük atalarımızdan bize kalan tek miras. Bir millet, şerefini ve ulusal onurunu koruyamadığı, özgürlüğü ve bağımsızlığı konusunda kuşku duyduğu sürece insanlığa olan saygısını koruyamaz. Yaşayabilmem için özgür bir ülkenin evladı olmalıyım. Bu nedenle bağımsızlık sorununun biz Türkler için ölüm kalım meselesi olduğunu düşünüyorum. Ülkemin ve halkımın çıkarları elverdiği ölçüde, insanlığı oluşturan halklarla dostluk ilişkileri kurma ve sürdürme gerekliliğine inanıyorum. Ancak, ülkemi boyunduruk altına almak isteyecek her devletin karşısına acımasız düşman olarak dikileceğim ve onunla böyle bir isteğin boş bir istek olduğunu anlayıncaya kadar amansızca savaşacağım.”
“Bayanlar Baylar! Emin olunuz ki bu sözleri söyleyerek ulusal bağımsızlığımızın kahramanı Mustafa Kemal, istisnasız tüm Türklerin yüreğinde olanları söylemek istedi. Kendini anlatarak onları anlattı ve üstelik kısa yoldan Türkiye’nin bütün tarihini ve Milli Hareketi tanımladı. Çünkü unutmayalım ki Türk halkı tarihleri boyunca doğuştan bağımsızlık kültüne en çok sahip halklardan biridir. Bunu anlamak için biraz kökenine, uzak geçmişine hatta Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu öncesine bakmak yeterlidir. Türklerin atalarının enerjik ve harika bir mizaca, onur ve cesaret inancına sahip, gündüzleri çekinmeden, hiçbir dalavere yapmadan yönetmeye ve saygı görmeye alışmış, aldıkları nefes kadar özgür, bağımsız ve gururlu liderleri, Asya’nın büyük imparatorları olduklarını hatırlamak gerekir. Onların imparatorluğu İskender’in imparatorluğundan büyüktü.”
Damat Ferit ve delegelerin üç yıl önceki Paris Barış Konferansı’nda kendilerini Asya Türk hükümdarlarından ayıran ifadelerini burada hatırlamak yerinde olacaktır. Osmanlı tarihini Türk tarihinden ayıran ve Cengiz Han’la Timur gibi olmadıklarını söyleyen Damat Ferit, medeni Osmanlı’ya rızayı Türk tarihini inkârda ararken, cumhuriyetin medeniyet iddiası Türk tarihinin sahiplenilmesiyle vuku bulmaktadır. Ayrıca işgal güçleri için “Belirli bölgelerdeki askeri varlığın geçici olarak devam etmesi gerekebilir.” diye bildiren Damat Ferit’in beyanı karşısında Ferit Hanım’ın beyanı “Ya İstiklal Ya Ölüm!” şiarından vazgeçilemeyeceğini bildirmektedir.
Osmanlı tarihini de sahiplenerek Ferit Hanım, tebliğine şöyle devam etmektedir:
“Bir halk böyle bir tarihe, böyle bir karaktere sahipse özgürlüğünü kaybederek yaşaması mümkün değildir. Her zaman buyurucu olmaya alışmış, her türlü duygunun da ötesinde onurları ve özgürlükleri konusunda endişe duyan Türklerin, Avrupa’nın onlara zorla kabul ettirmek istediği kadere razı olacağına inanıyor musunuz?”
Bu sözler, özellikle 1919’da Paris Barış Konferansı’nda Fransa Başbakanı Georger Clemenceau’ya cevaptır. “Bir ulus onu yöneten hükümet tarafından değerlendirilir.” diyerek ahlaktan ve merhametten tamamen yoksun kişilerin eline düşmüş olmasının bahane olamayacağını ve Türklerin (işgalin) meşru sonuçlarından kaçamayacaklarını bildiren, Türklerin yönetme erkine sahip olmadıklarını, hele hele yabancı ırkları yönetme kabiliyeti taşımadıklarını iddia eden sözlerine cevap, o gün Damat Ferit’ten değil; üç yıl sonra Ferit Hanım’dan gelir.
Anadolu’nun ve Trakya’nın işgalini hazirûna şöyle anlatır Ferit Hanım:
“İngilizler Ankara üzerine yürüyor, İtalyanlar Antalya’ya çıkartma yapıyor, Fransızlar Çukurova’yı işgal ediyor. Nihayet en büyük hakaret Yunanlılar İzmir’i işgal ediyor. Yunanlılar İzmir’de mi? Bu o kadar gerçek dışı görülüyordu ki kimse inanmak istemiyordu. Bu size Marseille’i işgal ettiler denildiğinde duyacağınız şaşkınlıkla aynıdır. Yunanlıların çok küçük bir azınlık olduğu İzmir’de ne işi var? Avrupalıların yaptığı istatistiklere göre İzmir’de yaklaşık %15 Yunan, %5 diğer kökenlere karşılık %80 Türk var. Taşınmazların %95’i Türklere ait. Şunu da söylemem gerekir ki İzmir’deki Yunanlılar da yerli olmayıp anlaşmalar sonucu Yunanistan’dan gelip bölgeye altmış yıl kadar önce yerleştirilen göçmenlerdir. Yunanlılar ne hakla bizim olan bir yere geliyordu ve bu yeni kendini beğenmişlikler ne anlama geliyordu? Kendilerine verilen görev, asıl niyetlerini ortaya koyacak kadar açıktır. Askerleri tarafından tehdit edilen halk, yakıldıkları, katledildikleri, sığındıkları evlerinden ve camilerden dışarı çıkmaya cesaret edemiyorlardı. İşte iki yıldır Yunanlılar İzmir’i, Aydın’ı işgal altında tutuyor. Onların işgal ettiği bütün yerlerde yıkıntı ve küllerden başka bir şey kalmadı. Kendi konsoloslarınıza sorun bakalım; İzmir, Eskişehir, Pamukkale ve Bursa’yı Yunanlılar oralara girdiklerinden beri tanıyabilirler mi? Gerçek bir sanat eseri olan Yeşil Camii’nin seramiklerini yağmaladılar. Kinlerini Anadolu’nun barışçıl ve fakir halkı üzerine görülmemiş vahşetle kustular. Evet, şimdi bu kederli bölgelerde hakim olan kanlı yıkıntıları, sonsuz yası, büyük acıyı düşünüyorum ve kendi kendime eğer Avrupa yurdumuza kendi yerine cellat diye ve Türkleri dünya haritasından silmek için Yunanlıları gönderdiyse, yaptığı seçimden dolayı kendini kutlayabilir. Yunanistan görevini iyi yaptı.
Türkler gerçek bir ölüm fermanıyla karşı karşıya olduğunu anladığında içlerinden ortak bir isyan duygusu kabardı. Damarlarında akan atalarının muzaffer kanının bu kadar kaynadığını hiçbir zaman hissetmemişlerdi. Ya bağımsız olarak yaşamak ya da şerefli bir şekilde ölmek için yemin ettiler. Bütün herkesin içinden ilk olarak bir adam Türk halkının bu atılımına güven duydu, Türk ulusunun içindeki enerjiyi hissetti, bu adam Mustafa Kemal’di.”
Bundan sonra Mustafa Kemal Paşa’nın direniş yolculuğunu anlatan, kongrelerin nasıl tertip edildiğini, silahsız, zincirlenmiş bir halkın nasıl ayağa kalktığını bildiren Ferit Hanım, Avrupa’nın Anadolu’da işlediği suçları, katliamları ve yağmaları “medeniyet” adına gerçekleştirdiğini ve bu ironi karşısında Türklerin vatanperverlikle Anadolu Hareketi etrafında birleşerek bağımsızlıklarını kazandığını, bunun çok zor bir iş olduğunu ifade etmektedir. Özellikle “politik şiddet” olarak tarif ettiği Sevr Antlaşması’nı saraya kabul ettiren Avrupalı devletlerin, Türkiye’yi aralarında paylaşıp Türklerin zincirler altında kalan son canını da vermesini beklediklerini söylemekte ve eklemektedir:
Bayanlar Baylar! Ülkenin iç durumunu düzenlemenin yanı sıra, öncelikle düşmanın öldürücü istilasını durdurmak gerekiyordu. Benim ülkem bunu başardı.
Avrupalı devletlerin yardımı ve desteğiyle Osmanlı’nın kurtulacağını Paris Barış Konferansı’nda ifade eden Damat Ferit’in beyanı karşısında yine bu kez Ferit Hanım, üç yıl sonra Paris’te şöyle söylemektedir: “Türkiye hiçbir dış krediye ihtiyaç duymadan kendi kendine yetti.”
Daha sonra Ankara Hükümeti’nin komşu ülkelerle yaptığı anlaşmaları; Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan, Ukrayna, Rusya, Afganistan Buhara; açıklayan Ferit Hanım, Batı sorununun çözümü için verilen savaşları; Konstantin’e karşı İnönü’de kazanılan zaferi, General Papouhas’ın güçlendirdiği ordusuna karşı kazanılan ikinci zaferi açıklayıp Konstantin’in son işgali hakkında şunları ifade etmiştir:
“Artık Konstantin’in yapacağı tek şey kalmıştı; bütün ordusunu Anadolu’ya göndermek. Bu ordu geldi ve onunla birlikte kral, kraliçe, krallık prensleri, hükümet ve erkan-ı harp de geldi. Hepsi daha ileri hareketine başlamadan zafer çığlıkları atarak geldi. Yunan Savaş Bakanı zaferinden emin, İngiliz Askeri Ateşesi ve maiyetini kendisiyle yemek yemesi için Ankara’ya davet etti. On üç Yunan birliği, büyük bir yenilgiyle hüsrana uğrayacakları savaşı basit bir gezinti diye algıladı. Bu Türklerin Sakarya Zaferi oldu. Yunanlılar şaşkındı. Avrupa daha da beter. Nasıl oldu da Türkiye size biraz önce resmini çizdiğim böylesi zor bir durumda olmasına rağmen, bazı güçlerin o kadar ilgi ve ihtimamla baktıkları tam teçhizatlı Yunan ordusunu yenebildi? Bayanlar Baylar! Size muammanın sırrını söyleyeceğim. Zafer bir taraftan Mustafa Kemal’in inkâr edilemez askeri dehasına, onun subaylarının kahramanlıklarına, birimlerin iyi düzenlenmesine, birliklerimizi canlandıran fedakârlık ve bağlılık zihniyetine ama özellikle Türk halkının isteyerek bir savaşa katılmış olmasına bağlıdır. Bu savaşı yapmanın gereğini halkın kendisi hissetti. Türkler yaşamak için bu savaşı kazanmalıydı. Ulusun heyecanı o kadar büyüktü ki orduya gönüllü olarak yalnız erkekler katılmıyor; arka cephedeki bütün işleri yapmaktan mutlu olmayan kadınlar da ön cepheye kadar gidiyordu. Aralarından birçoğu özellikle de köylüler, düşman karşısında gösterdikleri başarıdan dolayı özel rütbeler aldılar ve madalya kazandılar. Hastaneden kaçıp tekrar cepheye dönen yaralılar vardı. Kadınlar, çocuklar, zenginler, fakirler, aydınlar, köylüler, hepsinin bir tek hedefi vardı: Ülkeyi kurtarmak. İşte zaferin anahtarı budur. Biz İzmir, İstanbul ve Trakya gibi işgal edilen bütün topraklarımızın boşaltılmasını ve zararlarımızın tazmin edilmesini istiyoruz. Türkiye çizdiği hedefe ulaştığı zaman barış içerisinde ve onurlu bir şekilde tarihin sonsuz yolunda yürüyüşüne devam edecektir.”
Konferansın başkanı Ferit Hanım’a teşekkür ettikten sonra sözü katılımcılardan Gauvin’e bırakmıştır. Gauvin, Ferit Hanım’ın konuşmasının her türlü politik eleştirinin dışında olduğunu ve bu nedenle konuşmayacağını bildirmiştir. General Gouraud, Çukurova’da Hristiyan azınlıkların çoğunlukta olduğu görüşünü bildiren Gauvain’e katılmadığını, bilakis 1919-20 yılları arasında Ermeni nüfusunda artış olduğunu söylemiştir. Ardından Çukurova’da Türklerin azınlıkta olduğunu iddia etmeye devam eden Gauvain’e Ferit Hanım, “Aksine Çukurova’da ezici bir çoğunluğa sahibiz. Çukurova tam anlamıyla bir Türk beldesidir.” cevabını vermiştir. Gauvain’in, İzmir’de %80 Türk vardır dediniz ve beni hayrete düşürdünüz sözlerine “Konuşmamda Türk istatistiklerine değil Avrupa istatistiklerine dayandım. Emin olmak isterseniz İzmir’e gidiniz. Yunanlılar eğer çoğunlukta olduklarından emindiyseler niçin katliam yapıp yakıp yıktılar. Onların nüfus sayımını reddetmeleri anlamlı değil midir?” cevabını vermiştir. Son olarak söz alan Bay Chappedelaine, İzmir’deki Fransız Hristiyanlarından tek ses duyduğunu, o sesin de şu olduğunu aktarmıştır: “Türkler geri gelmelidir. Eğer Türkler geri gelmezlerse, eğer bu yer başkalarına bırakılırsa bütün eserler mahvolur.”
1919 Paris Barış Konferansı’nda Damat Ferit ve Osmanlı delegelerinin içinde bulundukları acziyet, yardım ve denetlenme talep eden bağımlılık, Türk milleti için küçük düşürücü ve onur kırıcıdır. Üç yıl sonra aynı yerde Ferit Hanım’ın temsil ettiği Cumhuriyet aklı, Türk milletinin hak ettiği; bağımsızlık ve özgürlük kararlılığını ilan etmiştir.
Yararlanılan Kaynaklar
Bulut, Mesut, “Bayan Ferid’in (Müfide Ferit Tek) Paris’te Vermiş Olduğu Konferans (Çeviri)”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Yıl: 2005 (Haziran), Cilt: 4, Sayı: 11.
Demircioğlu, Cemal, Müfide Ferit Tek ve Romanlarındaki Milliyetçilik, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Boğaziçi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 1998.
Esin, Emel, “Annem Muharrir Müfide Ferid Tek”, Türk Soroptimisti. In Memoriam Mufide Ferid Tek. Özel Sayı. İstanbul: Çeltüt Matbaası, 1972.
Malkoç, Neriman, “Kadın Ediplerimizle Röportajlar: Müfide Ferit Tek”, Yeni İstanbul, 13 Kasım, 1954.
Malkoç, Neriman, “Kadın Ediplerimizle Röportajlar: Müfide Ferit Tek”, Yeni İstanbul, 13 Kasım, 1954 tarihli gazeteden aktaran Cemal Demircioğlu, Müfide Ferit Tek ve Romanlarındaki Milliyetçilik, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Boğaziçi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 1998.