İngiltere'nin Post-Emperyal Yanılsaması... Artık Amerikalı kuzenlerimize güvenemeyiz.
İngiltere olarak, ABD'nin dış politika öncelikleri doğrultusunda Amerika'yı bile geride bırakarak “liderlik” göstermeye olan kölece bağlılığımızdan vazgeçmiş değiliz.
Orijinal Adı; ‘‘Britain’s post-imperial delusion… We can no longer rely on our American Cousins’’
Yazar, Yayım: Mary Harrington, UnHerd
İlk Yayın Tarihi: 15 Ocak 2025
Çeviren: Kuzgun Nogay / Kapak Tasarım: Uğur B.Tezgel
***
Rahmetli babamın evi temizlenirken sadece birkaç eşya kurtarabildim. Ancak bunlar arasında, İngiliz tarihine damgasını vurduğu söylenebilecek iki şey de vardı. İlki, 1903 yılında “HM Customs Harwich'teki meslektaşları tarafından” onun anısına hediye edilen bir barometreydi. İkincisi ise Enoch Powell'ın siyasi konuşmalarının toplandığı 1969 tarihli bir edisyondu.
Barometre, Britanya denizciliğinin en parlak dönemini temsil eder; zira o dönemde çoğu gemi bir barometre taşırdı. Harwich'teki Gümrük Binası'nda deniz ticaretinin verilerini belgeleyen babam gibi bir bürokrat için bile bu nesne, adamızın denizcilik geleneğini karakterize eden risk alma ve bilimsel detaycılığın kendine özgü karışımının zengin bir sembolü olarak görülebilir.
Enoch Powell konuşmaları ise, denizcilik geleneğinin kurduğu imparatorluğu çok kısa bir süre önce kaybetmiş bir Britanya'nın çelişkili duygularından oluşan bir kasırga anlatısı. Bu, daha çok kaybın gerçekleşme biçiminden kaynaklanan bir kafa karışıklığı: kısmen aşırı genişleme ve çürüyüp çöküş yoluyla; ancak Britanya'nın eski sömürgelerinden biri tarafından vurulan ölüm darbesiyle: Amerika.
Buna karşın, aradaki yakın akrabalık, bunun bir aile cinayetinden ziyade bayrağı devretme olduğu izleniminin oluşmasına yol açtı. Anglofon “Batı” birlikte emperyalizmi geride bırakacak ve tüm insanlık için barışçıl ve müreffeh bir dünya yaratacaktı. Ancak 21. yüzyıl Amerika'sı bu tarafsızlığı terk eder ve kendisi emperyalist olursa, bu güven verici fantezi hala geçerli olacak mı?
Birdenbire geldiğimiz yer şurası gibi görünüyor: Amerika'nın uzun zamandır sözde tarafsız uluslararası kurallar ve yükümlülükler ağı aracılığıyla dolaylı olarak uyguladığı fiili küresel hegemonya, yerini daha doğrudan bir yayılmacılık ruhuna bırakıyor. Bu sadece Heritage Foundation direktörü Kevin Roberts'ın Yeni Sağ Manifestosu’nda övülen “sonsuz sınır federalizmi” ruhu ya da Elon Musk'ın Mars'ı kolonileştirme hırsıyla ilgili değil. Görünüşe göre bunun dünyevi topraksal sonuçları da var: Yakın zamanda seçilmiş Başkan Donald Trump, jeopolitik çıkarları olduğu düşünülen alanlarda ABD topraklarını genişletmek için Amerikan ekonomik ve hatta askeri gücünü kullanmayı reddetti. O'nun potansiyel hedefleri arasında Grönland, Kanada ve Panama Kanalı'nın bulunduğu açıktan ifade edildi.
Trump'ın ABD'nin uzun süredir üstlendiği “dünyanın jandarması” rolünü kapsamlı bir şekilde bir kenara bırakarak büyük güçler arasındaki rekabete aktif bir şekilde katılma yönündeki belirgin isteği dünya çapında şok etkisi yarattı ve Financial Times kısa süre önce Trump'ın “Amerika'yı haydut bir devlete dönüştürme riski taşıdığı” uyarısında bulundu. Kuralları uygulayan bir “küresel jandarma” olmadığı taktirde “haydut devletlerin” varlığının kavramsal olarak mümkün olup olmadığı sorusunu bir kenara bırakırsak, Amerika'nın büyük güçler arasındaki rekabete açıkça katılma ihtimali, özellikle İngiltere için köklü kültürel ve siyasi soruları gündeme getirmekte.
Denizcilik geçmişimizin ötesinde, babamın yadigârı barometrenin daha romantik bir ifadeyle, hem İngilizler hem de Amerikalılar için ortak bir kültürel kök sağlayan, evcimenlik ve gezginliğin kendine özgü bir Anglo kombinasyonunu temsil ettiği söylenebilir. Yeni Dünya'ya yerleşmek üzere yola çıkan eski İngilizlerin bu niteliklere farklı oranlarda sahip oldukları, ama tıpkı Bilbo Baggins gibi her zaman eninde sonunda Shire'a döneceklerini varsaydıkları kesinlikle doğrudur. Yine de, Avustralyalı, Kanadalı, İngiliz ya da Amerikalı olsun, Anglo diaspora halkları ulusal karakterimizdeki bu huzursuz, gezgin damarı anlama çabasındadır.
Buna karşın, babamın Powell antolojisi, genel Anglo diasporasınınkinden farklı olarak, Britanya'nın savaş sonrası özel siyasi tarihindeki önemli gelişmeleri ele alıyor. Powell özellikle, imparatorluğun üzerinde güneş battığından beri Britanya'nın yönetici sınıfının karakteristik özelliği olan kendi kendini teskin etme davranışını eleştiriyordu: diasporanın “Anglosfer” devamlılığı fantezisinin pratikte yol açtığı bir yanılsamalar demeti.
Zira Britanya'nın En Büyük Ulus iken kendi eski sömürgesi tarafından tahttan indirilmesinin yarattığı darbe, işte bu akrabalık duygusuyla yumuşatılmıştı. Tarihçi Nigel Ashton'ın belirttiği gibi, İngiltere Başbakanı Harold Macmillan, savaş devam ederken meslektaşı Richard Crossman'a görev devir teslim töreninde klasik dönemden bir benzetme yaparak, İngilizlerin “Amerikan imparatorluğundaki Yunanlılar” olduğu ve Müttefik Kuvvetler Karargahını “Yunan kölelerin İmparator Claudius'un harekâtlarını yönettiği gibi” yönetmeleri gerektiğini ifade ettiği meşhur konuşmayı yapmıştır.
John le Carré'nin klasik casus romanı ‘Tinker, Tailor, Soldier, Spy’ gibi savaş sonrası dönemin edebiyatında rekabetle karışık geniş aile bağlarının bu niteliği canlı bir şekilde tasvir edilir. Yetmişli yılların başında soğuk hava, kesik cümleler ve cimriliğin hakim olduğu bir ortamda geçen romanda İngiliz gizli servis ajanları Amerikalı ortaklarına “Kuzenler” diye hitap ederler. Bu, genellikle kızgınlık ve küçümsemenin karışımıyla kullanılan ikircikli bir terimdir: “Kuzenlere neden her şeyi anlatıyorsun?”.
Bu tamamen yersiz de değildi. Macmillan, yeni hegemonun gözde uşakları olarak İngiltere'nin imparatorluk sonrası etkili bir konuma sahip olacağı konusunda -en azından başlangıçta- iyimser olsa da, Powell da dahil olmak üzere diğerleri bu dinamik konusunda daha soğukkanlıydı. James Barr'ın savaş sonrası Orta Doğu'da İngiliz ve Amerikan rekabetinin tarihini kaleme aldığı kitabında belirttiği gibi, eski İngiltere Başbakanı Anthony Eden, kırklı yılların sonunda Powell'ın kendisini “Orta Doğu'da en büyük düşmanımız Amerikalılardır” diye uyardığını hatırlatır. Eden, Powell'ın zaten kavramış olduğu şeyi, yani kuzenlerin akraba olduğu kadar birbirinin hasmı da olabileceğini ancak çok sonraları anladığını itiraf etmiştir.
Bu Powell'ın isabetli öngörüde bulunduğu tek şey de değildi. Babamın raflarında bulduğum antoloji 1969'da yayınlandığında, 1968'de Commonwealth göçü üzerine yaptığı kötü şöhretli konuşması nedeniyle doğurduğu tepkinin ardından çoktan istenmeyen adam ilan edilmişti Enoch Powell. Ancak Özgürlük ve Gerçeklik'te dikkat çeken şey, Powell'ın göç konusundaki görüşlerinden ziyade, İngiliz yönetici sınıfının ülkenin daralan etki alanına ve itibar kaybına psikolojik olarak uyum sağlayamadığına dair ferasetli ve ileriyi gören değerlendirmeleridir.
Powell, İngilizlerin bir asırdan fazla bir süredir “Britanya” kelimesinin aynı zamanda Hindistan anlamına gelmesine alıştıklarını ve bu nedenle, kendi deyimiyle, “bazen ‘küresel terimler’ olarak adlandırılan şeylerle düşünme alışkanlığı edindiklerini” belirtiyor. Powell'a göre, gerçek dünyadaki coğrafi kapsama alanını kaybeden Britanya'nın Batı Avrupa'ya yeniden odaklanması gerekirdi. Ancak bunun yerine, alışılagelmiş küresel perspektiflerinden vazgeçemeyen İngiliz eliti, imparatorluk ve savaşın enkazından iki fikir yarattı: birincisi, “İngiliz Milletler Topluluğu” ve ikincisi, evrensel barışın ortak arayışında Amerika'nın Roma'sına karşı Yunanistan olacağımız “özel ilişki”.
Powell'a göre bu, “Britanya'nın bir zamanlar uçsuz bucaksız olan Hint İmparatorluğu'nun [...] kaybolmakta olan son kalıntılarının, kendilerini üzerinde güneş batmayan bir barışı koruma rolüne dönüştürerek [...] ABD ile ortaklaşa dünya barışını koruduğumuz” gibi muazzam bir kendini kandırma anlamına geliyordu. Ona göre bu, mantık ya da gerçeklik temelinden yoksun, sadece çelişkilerle dolu ve talepleri çoğu zaman Britanya'nın ulusal çıkarlarına ters düşen bir yapı olarak gördüğü İngiliz Milletler Topluluğu'na ilişkin fantezilerin ön plana çıktığı bir tatlı hayaldi.
Powell'ın en parlak döneminden bu yana geçen yarım yüzyıl, İngiliz elitlerini bu tür boş hayallerden kurtarmışa benzemiyor. Aksine, bu hayallere bir üçüncüsü daha eklendi: genellikle AB olarak adlandırılan pan-Avrupa post-emperyal müşterek sömürgeleştirme projesi. (Powell buna da Parlamento egemenliğine zarar vereceği gerekçesiyle karşı çıkmıştı). Brexit, Britanya'nın bu projeye dahil olmasını iyi ya da kötü bir şekilde tersine çevirmiş olsa da, “Britanya'nın dünya sahnesinde duruşu” konusunda hâlâ tıpkı ‘Hyacinth Bucket’1 benzeri saplantıya sahibiz.
İngiltere olarak, ABD'nin dış politika öncelikleri doğrultusunda Amerika'yı bile geride bırakarak “liderlik” göstermeye olan kölece bağlılığımızdan da vazgeçmiş değiliz. Bu arada, ‘İngiliz Milletler Topluluğu’ndaki sözde dost ve müttefiklerimizden gelen ve giderek daha da şiddetlenen “tazminat” talepleri bile, bu oluşumun ülkemiz için temelde iyi ve gerekli bir şey olduğuna dair yerleşik İngiliz yönetici sınıfı inancını değiştirebilecek gibi görünmüyor.
Ancak İngiltere'nin savaş ve emperyal dönem sonrası sırtını yasladığı en önemli dayanaklardan biri her zaman için Amerikan'ın jeopolitik tarafsızlığıydı. Fikir şuydu: zaten kötü olan imparatorluğun yasını tutmamıza gerek yoktur, çünkü Anglofon kültürel ve ekonomik liderlik devam edecektir - sadece sermayesini, servetini ve jeopolitik çıkarlarını birkaç bin mil batıya kaydıracaktır. Ama yine de “Batı” olmaya devam edecekti, yine de İngilizce konuşulan dünya olacaktı ve aynı kuzenlik ruhu devam edecekti.
Ancak İngiltere'nin küresel barışın korunmasında Amerika ile birlikte bir “lider” olduğu fikri, Amerika'nın hem savunma adına ayak işlerini yapmasına ve hem de tarafsız görünmek için en azından nominal bir çaba göstermesine ihtiyaç duyar. O halde, eğer birincisi bıçak sırtındaysa ve ikincisi yeni bir Arktik “Büyük Oyun” için bir kenara atılma riskiyle karşı karşıyaysa, Britanya hangi durumda kalacaktır? Bu gidişatın yaratacağı post-liberal jeopolitikte, Britanya'nın “Avrupa”, “İngiliz Milletler Topluluğu” ve “Kuzenler” arasındaki mevcut üçlü kesişme kümesinde yer almaya devam etmesi pek mümkün görünmüyor.
Bu hokkabazlığın bu kadar uzun sürmesinin tek nedeni, Amerika'nın kendine biçtiği “küresel jandarma” rolünün bu üçlünün daha kuruntulu çıkarımlarının çok derinden acı sonuçlar doğurmasını engellemiş olmasıdır. Ancak ‘Küresel Bekçi Amerika’ yerini ‘Yayılmacı Amerika’ya bıraktığında işler hızla sarpa saracaktır. Örneğin Trump, Kral Charles'ın (sözde de olsa) devlet başkanı olarak kaldığı bir İngiliz Milletler Topluluğu devleti olan Kanada'yı gerçekten ilhak ederse, İngiltere buna nasıl karşılık verecek? Benzer şekilde, şu anda kendi kendini yöneten Danimarka toprağı Grönland'a yönelik hamleler yaparsa, İngiltere Avrupalı komşularımızın yanında mı yer alacaktır, yoksa “Kuzenler”in mi?
Trump Kanada'yı gerçekten ilhak ederse, İngiltere buna nasıl karşılık vermeli?
En azından Britanya'da bazıları, Manş Denizi'nin öte yakasındaki komşularımıza kıyasla, göletin öte yakasındaki İngilizce konuşanlarla daha yakın bir akrabalık bağı hissediyor. Örneğin son zamanlarda hem İngiltere'de hem de Birleşik Devletler'de çok daha özel bir ilişki için, hatta Britanya'nın Kuzenler tarafından ilhak edilmesi için çağrılar yapılıyor. Özellikle daha genç, teknoloji konusunda daha iyimser, portatif kariyerleri olan ve bir gözünü Elon Musk fenomenine dikmiş “Yenilikçi-Sağ” kanatta duran İngilizler için ABD tarafından kabul edilmek önemli bir değişiklikten ziyade, bir formalite olarak görülecektir - ve her zaman ve her durumda donuk ve sansür meraklısı bir AB'ye yanaşmaktan daha avantajlı bir seçenek olacaktır.
Hem Avrupa'nın yeniden canlanan Sağcı etnopolitikası, hem de İngiltere'nin kendine özgü tarihi göz önüne alındığında, bu aslında mükemmel bir Sağcılık mantığı olacaktır. Barometrelerimizi dünyanın dört bir yanına gönderip dünya çapında diaspora toplulukları yarattıktan sonra, İngilizliğin varsayımsal bir etnopolitikasının Britanya Adaları'nın içine olduğu kadar ötesine, bu diasporaya da bakması mantıklıdır. (Böyle bir diasporanın modern İngiltere ile bir alakası olup olmayacağı elbette ayrı bir sorudur).
Bu arada hala Avrupa tarzı sosyal demokrasiye bağlı olanlar için yakın komşularımız, coğrafi açıdan daha uygun olmalarının yanı sıra ideolojik açıdan da Yeni Dünya'dan daha uygun görünebilir. Bu arada Britanya'nın İngiliz Milletler Topluluğu kökenli nüfusu da ABD ile çok daha az doğrudan tarihi bağa sahip. Bu tür gruplar için “Kuzenler”in yüzyıl ortasındaki WASP'ları çağrıştırması pek olası değil.
İngiltere'nin hangi yöne savrulacağını söylemek için henüz çok erken, ancak Starmer'ın Chagos'un devri konusunda bu hafta yaptığı tornistan, geleceğe dair bir ipucu olabilir. Ancak uzun 20. yüzyılın kıyı şeridini terk ediyoruz - ve denizcilerin dediği gibi “kadeh düşüyor”2. Macmillan'ın klasik benzetmesini genişletecek olursak, Kuzenler cumhuriyetten imparatorluğa doğru bir yörüngede görünüyorlar. Ve eğer durum böyleyse, Britanya'nın uzun süren kendini kandırma dönemi yakında sona erecek ve bu da beraberinde zor seçimlerin ötelenmesini getirecek. Bizim için hangisi daha önemli: imparatorluk mirasımız mı, yakın çevremiz mi, yoksa tarihi diasporamız mı? Bunu öğrenmek istediğimden emin değilim. Ancak bu sorularla yüzleşmeye istekli olmadığımız sürece İngiltere'nin yeni bir rota çizme ihtimali yok.
***
Hyacinth Bucket; BBC sitcom dizisi Keeping Up Appearances'da Patricia Routledge tarafından canlandırılan kurgusal bir karakterdir. Sürekli olarak insanları, özellikle de üst ve üst-orta sınıfları etkilemeye ve mütevazı statüsüne rağmen yüksek sosyal statüye sahip olduğu izlenimini vermeye çalışarak sosyetik bir isim kazanmaya çalışan bir züppedir.
“Kadeh düşerken, darbeye hazırlanın; kalkarken, bırakın tüm uçurtmalarınız uçsun” şeklindeki meşhur bir denizci mottosuna gönderme… Kadehin düşmesi cıva ve cam barometreye atıfta bulunmaktadır. Fırtınaların yaklaşıp yaklaşmadığını tahmin etmenin ilk yöntemlerinden biri basınç değişimlerini kullanmaktı. Basınç düşüşleri alçak basıncın geliştiğini ve/veya tahmin alanına yaklaştığını gösterir. Alçak basınca rüzgar, bulutlar ve fırtınalar eşlik eder. Basınçlar yükseldiğinde, bu havanın açtığının bir göstergesidir ve sıcaklık ılıman veya sıcaksa, açık hava seyri için harika bir gündür. Uçurtmaların uçmasına izin vermek mutlaka rüzgarlı olacağı anlamına gelmez. Havanın dışarı çıkmak ve açık hava faaliyetlerinde bulunmak için güzel olduğu anlamına gelir.