Politik Söylemler ve Gerçeğin Ötesi (Post-Truth)
Politik Manipülasyon Üzerine Tefekkürler - Bölüm 3
Orijinal adı; ‘‘Conflicts Development: Political Discourse and The Concept of Post Truth’’
Yazarlar: Ivan Kucherkov, Mattia Masolletti
Yayım Mecrası ve Tarihi: 10 Temmuz 2024, Social Science Research Network-Elsevier
Yazı Dizisi Editörü:
Yayıma Hazırlayan:
Başlarken…
Medya tarafından yaratılan siyasal gerçekliğin izleyici için nesnel gerçeklikten daha ilgi çekici hale geldiği artık aşikardır. Özellikle sahte haberler, son birkaç yıldır siyaset, iletişim ve medya çalışmaları alanındaki araştırmacılar ile gazetecilik camiası tarafından yoğun şekilde tartışılan başlıca konulardan birisidir. Siyasi belirsizlik ortamlarında kitlesel medya, özellikle bir siyasi çatışma meydana geldiğinde, kamusal bilinç üzerinde güç kurma aracı olarak kullanılmaktadır. Bununla birlikte politik ve medyatik söylemler de sıkça çatışmanın yayılması ve tırmanması için bir platform haline gelmektedir.
Günümüzde “söylem” kavramı; siyaset bilimi, dilbilim, kültürel çalışmalar ve diğer pek çok akademik alanda yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu kavramın tanımı, hangi akademik disipline ait olduğuna bağlı olarak değişir; ancak çoğu zaman belli bir bağlam içine yerleştirilmiş bir konuşma veya metin olarak görülür.
Son yıllarda, akademisyenler arasındaki politik söyleme yönelik artan ilgi ve siyasal düşüncede, eylem ve dilin kendine has özelliklerini ortaya çıkarma çabaları gözlemlenmektedir. Bu konu, dil, medya ve siyaset kesişiminde yer alan disiplinlerarası bir çalışma alanıdır. Ancak politik medya söylemini anlamak için siyasal söylem ile medya söylemini ayrı ayrı ele almak gerekmektedir.
***
Politik Söylemin Medyatikleştirilmesi
Politik söylem kavramı, hangi bakış açısından incelendiğine bağlı olarak, farklı şekillerde tanımlanabilir. Örneğin, sosyal iletişimin bir parçası olan her söylemin siyasal nitelikte olduğunu söyleyebiliriz; zira iletişim temelde çıkar çatışmalarının ve müzakerelerin ifadesidir. Buna ek olarak, siyasetin insan faaliyetlerinin özel bir alanı olduğunu göz önünde bulunduran daha dar bir tanım da mevcuttur. Bu doğrultuda politik söylem, belirli bir siyasal iletişim temasını oluşturan söylem pratiklerinin bütün olarak tanımlanması şeklinde ele alınabilir.
Politik söylem, genellikle siyasal tartışmalarda kullanılan tüm söylemler ile kamu politikası, gelenek ve deneyime dayalı kurallar bütünü olarak değerlendirilir. Politik söylemin, birey ile toplum arasındaki etkileşimler bütününün, alıcının dünya görüşünün şekillenmesinde etkili olan bir ifadenin somutlaşması olduğunu da bu değerlendirmeye ekleyebiliriz.
Politik söylem sayesinde farklı dil topluluklarında kültürel değerlerin nasıl modellendiğini, toplumsal düzenin nasıl teşvik edildiğini, bilinçli konuşma stratejileri aracılığıyla hangi dilsel dünya görüşü unsurlarının arka plana atıldığını ve her dil topluluğunun kavramsal dünya görüşünün nasıl oluştuğunu anlayabiliriz.
Politik söylemin amacı kitleyi ikna etmek, belli siyasal eylem veya görüşlerin önemli olduğuna inandırmaktır. Bu nedenle politik söylemin etkinliği, bu amacın ne ölçüde gerçekleştirilebildiğine bağlıdır. Etkili bir politik söylem, alıcı üzerindeki etkinin ne kadar başarılı olduğunu ortaya koyar. Bu süreçte; referansın dinleyici için ilgi çekici kılınması, referansın belirli bir şekilde yorumlanması, dinleyicinin zihnine belli bir düşüncenin yerleştirilmesi, bilgilerin irrasyonel algılanması ve alıcının davranışsal kalıplarının değiştirilmesi gibi faktörler etkili olur. Genellikle bu etki, mesajın duygusal algısını yönlendiren dil araçları kullanılarak sağlanır. Günümüzde kamu bilincini geniş ölçüde etkileyen ve kitle medyasında yaygın olan politik söylem konuları ön plana çıkmaktadır.
Editör Notu:
Aristoteles’e göre Retorik’in aşamaları; Ethos, Pathos ve Logos’tur. Anlatıya muhataplarda güven duygusu oluşturacak biçimi vermek ethosun kurulmasını sağlar. Dinleyicinin duygudaşlığa itilmesi ve onun söylemle duygusal bağ kurması için anlatıya eklenen biçim ise pathosu oluşturur. En nihayetinde kitlenin rasyonel olarak ikna edilmesinin amaçlandığı aşama logostur.1
Dikkat edilecek olursa logosun dayandığı aşamalar nesnel gerçeklik içermesi zorunlu olmayan aşamalardır. Dahası nesnel bir gerçekliğe dayanmayan ve hatta gerçekliği çarpıtan söylem, nesnel gerçeklik barındıran söylemden görece daha güçlüdür; çünkü güçlünün dilinden türemiştir. Söylemin gücü gerçeğin çarpıtılması gücünden gelir. Dolayısıyla gerçekte öyle olmayan bir olay-olgu üzerine inşa edilen yahut çarpıtılmış bir gerçekliğe dayanan söylem, gerçeğe dayanan söylemden daha güçlüdür.
Fakat söylem varsa; bir gerçekliğe dayandığı iddia edilen herhangi bir söylemdeki gerçek ne derece gerçektir? sorusu da ayrıca cevaplanmaya değerdir. Bu noktada hatırda tutmanın faydalı olacağını düşündüğümüz hususu Edibe Sözen dillendirmiştir: Söylemin keşfinden sonra artık evrensel gerçeklik yoktur; gerçeklikler vardır ve her söylem zaten bir gerçeklik inşasıdır.2
Rus dilbilimci Anatoliy N. Baranov, politik söylemi, siyasal söylemler ve bu söylemlerin hitap ettiklerini tanımlayan veya belirli bir siyasal iletişim temasını oluşturan söylem pratikleri bütünlüğü olarak tanımlar. Bu tarif ile iyi yürütülen siyasal iletişimin toplumda uzlaşmayı sağladığına vurgu yapılmaktadır.
Elena I. Sheigal, “Politik Söylemin Semioyolojisi” adlı eserinde politik söylemi, meslekî işaret sistemini kullanan, belirli bir durum bağlamında gerçekleşen kurumsal iletişim olarak tanımlar. Sheigal, politik söylemi “alt dil + metin + bağlam” şeklinde değerlendirir; yani bir söylem, siyasal iletişimin belirli bir durumundaki metin olarak anlaşılabilir. Ayrıca bu tür söylemin temel özellikleri arasında duygusal faktörün baskınlığı, geniş kitlelere hitap etmesi ve aracılık görevi gören kitle medyasının bulunmasına da dikkat çekmektedir.
Siyaset bilimi doktoru Olga F. Rusakova da politik söylem fenomeni üzerinde durmaktadır. “Politik Medya Söylemi ve Siyasetin Medyatizasyonu: Politik İletişim Çalışmalarında Kavramlar” başlıklı makalesinde Rusakova, politik söylemi iki şekilde tanımlar: Daha geniş tanımda, politik iletişimde belli bir işlevi yerine getiren herhangi bir işaret (sözlü veya sözsüz) olarak; dar tanımda ise tüm yapısal öğeleri siyasal anlamlar (siyasal niyet, siyasal pratikler ve türler) taşıyan iletişim alanı olarak değerlendirir. Önde gelen söylem çalışmaları ve metin dilbilimi uzmanı Teun A. van Dijk, politik söylemi “bir tür değil, siyaset alanıyla tanımlanan türler sınıfı” olarak nitelendirir ve bunun tamamen ideolojik bir fenomen olduğunu belirtir.
Politik söylemin toplumsal amacı, devlete bağlı vatandaşlara (hitap edilenlere) güç mücadelesine dahil olanlara yarar sağlayacak şeyleri benimsetmektir; örneğin siyasal olarak doğru değerlendirmeler, görüşler veya eylemler gibi.
Sheigal, politik söylemin amaçlarından birkaçını şöyle sıralar:
Politik aktörlerin entegrasyonu ve farklılaştırılması
Çatışmanın gelişimi ve uzlaşı inşası
Sözlü siyasal eylemlerin gerçekleştirilmesi ve bunlarla ilgili bilginin aktarılması
Belirli bir “gerçekliğin” yaratılması ve yorumlanması
İzleyici bilincinin manipülasyonu ve siyasetçilerin eylemleri üzerinde kontrol sağlanması
Genel olarak politik söylemin iletişimsel özelliklerinin, hedef kitle üzerinde etkide bulunma isteği ve alıcının entelektüel ile duygusal alanına hitap etme arzusundan kaynaklandığı kabul edilmektedir. Tanımlarda görülen farklılıklar dikkat çekici olsa da bu konuyla ilgilenen birçok bilim insanı, politik söylemin temel amacının –siyasal güç aracı olarak kullanılması– ortak görüşünde buluşmaktadırlar.
Çoğu insan için siyasetle ilgili ana bilgi kaynağı, medya tarafından şekillendirilen ve aktarılan sanal siyasal gerçekliktir. Politik bir gazeteci, politik medya söyleminin ana iletişim aktörü haline gelir. İşte bu gazeteci, politik medya söyleminin içeriğini oluşturur ve kamuoyunu etkiler. Bu bağlamda, politik medya söylemi, izleyicinin siyasal olaylar hakkındaki algısını oluşturur; siyasal gerçekleri önem sırasına göre dizeler, ideolojik ve analitik “hizmetler” sunarak yorum ve değerlendirmeler aktarır; belli imgeler, anlamlar, değerler ve siyasal tercihler sunar; böylece toplumsal siyasal dünyanın kolektif resmini şekillendirir.
Siyasal iletişim çalışmaları incelendiğinde “politik medya söylemi” kavramıyla ve politik söylemin giderek medyatik olduğu fikriyle daha sık karşılaşılır. Bu durum, medyanın sadece siyasal tartışmaların ve metinlerin sunulduğu bir platform olmanın ötesinde, siyasal iletişimi nasıl değiştirdiğini ve etkilediğini ifade eder. Buradan hareketle küresel medya iletişimi çağına bakabiliriz.
“Medya söylemi” kavramının yorumu, araştırmacıların hangi konuya odaklandığına bağlı olarak değişiklik gösterir. Örneğin kitle medyasını sosyal bir kurum olarak ele aldığımızda, medya söylemi toplumsal açıdan önemli imaj, fikir, bilgi ve bilginin yayılmasının bir yöntemini ifade eder. Bu bağlamda demokratik ya da otoriter medya söylemi gibi örneklerden söz edilebilir. Öte yandan medya alanında “bilgi savaşları” söz konusu olduğunda medya söylemi, olayların yorumlanmasında rekabet eden medya yaklaşımlarını ve bazı manipülatif medya tekniklerinin –hatta medya silahı olarak değerlendirilebilecek yöntemlerin – kullanımını ifade eder.
Medya dilbilimi profesörü Tatiana G. Dobrosklonskaya, medya söylemini ve medya metnini analiz ederek medya söylemini, kitle iletişimi alanında gerçekleştirilen söylem pratikleri ve bu pratiklerin zengin etkileşim ağı olarak tanımlar. Dobrosklonskaya’ya göre, söylemi Weaver ve Shannon’ın iletişim modelinden bakarak değerlendirmek, “metin mesajsa, medya metni kanallı bir mesaj, söylem ise iletişim modelinin tüm bileşenlerine sahip bir mesaj” olarak anlaşılabilir.
Politik söylem ile medya söyleminin incelenmesi, “politik medya söylemi” tanımının oluşmasına yol açar. Bu kavram, siyasal iletişim durumunda, siyasal aktörlerin çıkarlarını dile getiren ve bu temaya dayalı medya metni (sözlü veya yazılı) olarak tanımlanabilir. Alternatif bir ifadeyle, genel olarak toplumsal ve siyasal iletişim alanında kullanılan kitle medyası dili olarak da değerlendirilebilir. Bu durumda politik medya söyleminin temel birimi, medya metnidir.
Medya dilbiliminin kurucusu Tatiana G. Dobrosklonskaya’ya göre medya metni “sözlü ve medya düzeyindeki sembolik birimlerin, belirli bir medya formatında somutlaşmış ve ortak bir anlam etrafında birleşmiş hali” olarak tanımlanır. Çünkü medya metninde sözlü ve medya bileşenlerinin birbirine yakın ilişkide olması, kavramın temel koşulunu oluşturur. Ancak bu bileşenler farklı amaçlarla – örneğin sadece illüstrasyon yapmak, mesajı güçlendirmek veya kontrast yaratmak – bir araya getirilebilir.
Elena I. Sheigal, siyasetin, iletişimin kitle alıcıya odaklandığı bir alan olduğunu vurgular. Ayrıca siyasal iletişimin yalnızca kitle medyası aracılığıyla gerçekleşmediğini, medyanın bu iletişimin varlığı için çok önemli bir koşul olduğunu belirtir. Siyasetçilerin, örneğin sokakta halka direkt hitap etmek yerine kitle medyası aracılığıyla iletişim kurmaları daha yaygındır.
Dolayısıyla modern çağda siyasal iletişimin ana kanalı olarak kitle medyası söylemi öne çıkmaktadır. Bu doğrultuda Sheigal, siyasal iletişimin medya söylemiyle kaynaşma eğilimine dikkat çeker. Olga F. Rusakova da “politik medya söylemini, iletişimsel medya-siyasal ortamda işleyen bir güç kaynağı ve sanal siyasal ürünler üreten yapı” olarak tanımlamaktadır.
Politik medya söylemi, yorum veya analiz şeklinde ideolojik, bilişsel ve analitik hizmetler sunarak belirli imgelerin, anlamların, mitolojilerin, ideolojik tutumların, değer yargılarının ve siyasal tercihlerin gelişimi ve aktarımı yoluyla kolektif siyasal dünya görüşünü oluşturur. Bu bağlamda, politik medya söyleminde kitle bilincine yönelik şiddet içermeyen, “yumuşak” etki teknikleri aktif ve etkili bir biçimde kullanılır.
Medyanın siyasal iletişimdeki rolünü incelerken, “nesnel” gerçekliğin medya gerçekliğine dönüştürülme mekanizması önemli bir araştırma konusudur. Bilim insanları şu soruları yanıtlamaya çalışmaktadır: Olayların medya tarafından yorumlanması mekanizması nedir? Medya imajlarını oluşturmak için hangi dilsel medya teknolojileri kullanılmaktadır? İdeolojik medya yorumlarının oluşturulması ve yayılmasında hangi faktörler etkili olmaktadır?
***
Gerçeğin Ötesi (Post-Truth) Kavramı
Son zamanlarda bilgi savaşları ve medyada dolaşan yanlış bilgilerin etkisiyle, özellikle İngilizce politik medya söylemine, modern gerçekliği tanımlayan çok sayıda yeni kelime eklenmiştir. Medya organlarında sıkça, günümüzde post-truth çağında yaşandığı iddiasıyla karşılaşılır. “Post-truth” terimi viral hale gelmiştir. Dahası, post-truth yalnızca bir kelime olarak değil, politik medya söylemi içinde bütünsel bir kavram olarak da değerlendirilebilir. Son yıllarda bu kavram, akademik ilgi ve kamu tartışmalarının odağı haline gelmiştir. Gerçeğin ötesi yani Post-Truth kavramı bu sebeple çoğunlukla sahte haber, dedikodu ve dolandırıcılık gibi kavramlarla ilişkilendirilir.
‘Post-Truth’ izleyicinin ve siyasetçilerin gerçeğe artık saygı duymadığı, sadece inandıkları veya hissettiklerini gerçek kabul ettiği sosyal ve siyasal bir durum olarak tanımlanır. Bu, sıklıkla popüler ve ortak gerçek olarak kabul edilenin, aslında bize tanıdık olduğu düşünülen birine duyulan güven temelinde şekillenen bir görüş olabileceği anlamına gelir.
Birleşik Krallık’taki Oxford Sözlüğü 2016’da “post-truth”u yılın kelimesi olarak seçmiştir. Sözlük, bu sıfatı “nesnel gerçeklerin, kamuoyunu şekillendirmede duygu ve kişisel inançlara göre daha az etkili olduğu koşullarla ilişkili” olarak tanımlar. Uzmanlar, bu terimin o yıl kullanım sıklığının arttığını, bunun da AB referandumu ve ABD başkanlık seçimleriyle bağlantılı olduğunu belirtmişlerdir.
“Post-truth siyaseti” ve “post-truth çağı” gibi ifadeler, gerçeğe ulaşma çabasının ikinci plana atıldığı siyaset ya da dönem olarak olumsuz çağrışımlar taşır. Aynı zamanda medya söylemi, duyguların nesnel gerçeklerden daha ön planda tutulduğu çeşitli olay yorumlarını sunar.
Post-truth, yalancı söylemle tam olarak eşanlamlı değildir; daha ziyade kamuoyunu yönlendirmede nesnel gerçeklerin yerine duygular ve kişisel inançların belirleyici rol oynadığı durumu ifade eder. Bu, kamuoyunun şekillenmesinde, izleyiciye nesnel gerçeklerin sunulması yerine duyguların, kişisel inançların ve değerlerin etkili olduğu bir bilgi ortamı yaratmak olarak anlaşılabilir.
Gerçeğin ötesi kavramı, siyaset tarihinde yalan söyleme veya yarı gerçek ifade etme, öteden beri var olduğu gibi tamamen yeni bir fenomen değildir. Haddizatında politik medya söyleminin temel amacı, kitle bilincini etkileyerek dünyanın global bir resmini yaratmak olduğunda, dile de bu durum yansır. Bir bakıma post-truth siyaseti, doğrular veya yalanlar arasında yer alan belirsiz ifadeler kategorisine odaklanır. Duygusal unsur, propaganda araçlarının bir parçası olarak uzun zamandır bilinmektedir; çünkü duyguların manipülasyonu önyargıları pekiştirmede kullanılmıştır.
2016’da, The Economist, “Yalan Sanatı” başlıklı bir makale yayımlayarak, Donald Trump ve ABD seçimleri örneği üzerinden bu fenomeni analiz etmiştir. Dergiye göre post-truth siyaseti “gerçekmiş gibi hissedilen, ancak hiçbir temeli olmayan iddialara” dayanmak anlamına gelir; burada gerçek, çürütülmemiş ya da tartışılmaz, ancak ikincil öneme sahip olmaktadır.
Felsefeci Lee McIntyre’ye göre post-truth, “kanıta bakılmaksızın, ideolojik üstünlüğün iddiasıyla birini belli bir şeye inandırmaya çalışma” olarak tanımlanır. Ayrıca gerçeğin ne olduğu konusunda sadece belirli bir grubun bilgi sahibi olduğu ve bu bilgiyi “kontrol ettiği” ifade edilirken, diğer herkesin sadece kendilerine söylenenlere inandığı vurgulanmaktadır.
Post-truth, izleyici ve siyasetçilerin gerçeğe artık saygı duymadığı, sosyal güvenin çöktüğü bir durum olarak da görülebilir.
Çeşitli anketlere göre medyaya ve hükümete duyulan güven azalmakta, bu da bu kurumların sunduğu bilgilerin şüpheyle karşılanmasına yol açmaktadır. İnsanlar geleneksel haber kaynaklarına olan güvenlerini yitirirken, tanıdıkları –aile, arkadaş, meslektaş – aracılığıyla yayılan alternatif bilgi kanallarını tercih etmeye başlamışlardır. Buna ek olarak medyanın yanlı olduğu algısı, bir medyanın diğerinin “sahte” haberlerini çürütmeye çalıştığı durumlarda inancı daha da karmaşık hale getirmektedir.
2018’de Reuters Institute for the Study of Journalism’ın yayımladığı rapora göre, pek çok ülkede genel haber güveni, endişe verici derecede düşük kalmakta; bu durum yüksek medya kutuplaşması ve aşırı siyasal etkinin algısıyla ilişkilendirilmektedir. Rapor, insanların sahte haberlere karşı da endişeli olduğunu ve bazı ülkelerde siyasetçilerin bu durumu medya özgürlüğünü kısıtlama fırsatı olarak kullandığını belirtmektedir.
Genel haber güveni ortalama %44 iken, insanların tercih ettikleri haber medyasına güvenlerinin %51 oranında olduğu ifade edilmektedir. Küreselleşen medya iletişimi, farklı medya organlarının etkili aktörler adına doğru bilgi, inanç ve görüşü dayatmaya çalıştığı, medya kullanıcıları üzerinde baskı oluşturduğu bir post-truth rejimine geçişi beraberinde getirmiştir.
Siyasetçilerin her zaman halka yalan söylediği argümanı, medyanın ise haber kaynaklarının çeşitliliğinden dolayı bu yalanların yayılmasına katkıda bulunduğu görüşünü desteklemektedir. Haber kaynaklarının çeşitliliği, söylentilerin hızla yayıldığı ve gerçeğe benzer hale geldiği bir dünya yaratmaktadır.
Daha önce de belirtildiği üzere, sahte haber post-truth ile en sık ilişkilendirilen kavramlardan biridir. Post-truth, sahte haberlere mükemmel bir zemin hazırlar; çünkü sahte haberi alan izleyici, kendi görüş ve inançlarını pekiştirdiği için onu gerçek olarak kabul eder. Milyonlarca sahte haber bulunmaktadır ve birçoğunun doğruluğu hiçbir zaman ortaya çıkmayabilir.
Sahte haber, basit açıklamalar arayan insanlara hitap eder. Bu tür haberler, insanların gerçeklere aykırı olsa dahi doğru olduğunu hissettikleri hikayeleri okumak ihtiyacını karşılar. Duygulara yapılan başvuru, post-truth fenomeninin temel bileşenidir. Post-truth, duygu temelli değerlendirmelerin, gerçekler ve kanıtlara dayalı analizlerin yerini aldığı, oldukça modern ve özgün bir sorundur. Standart, beklenen bilgilerin verildiği durumlarda hedef kitle yeni bilgi edinmede minimum düzeyde kalırken, olağanüstü ve beklenmedik haberler daha fazla ilgi çekmekte ve şaşırtıcı etki yaratmaktadır.
Öte yandan post-truth fenomeninin her zaman var olduğuna dair görüş de mevcuttur; “post-truth” kelimesi yalnızca bu problemi daha net tanımlamamıza olanak sağlamıştır. Geçmişte post-truth olarak bilinen durum, günümüzde sadece propaganda olarak adlandırılmış olabilir. Burada amaç, medyanın kontrolünde oluşturulan ve kamu bilincinin manipüle edildiği farklı bir gerçeklik yaratmaktır. Buna ek olarak Oxford Üniversitesi’nden Prof. Nayef Al-Rodhan, post-truth fenomeninin sadece demokrasinin değil, aynı zamanda diplomasi ve uluslararası siyaset için temel bir unsur olan iletişimin de ölümcül düşmanı olduğunu iddia etmektedir.
Sonuç olarak Post-truth çağı, duyguların ve gerçekmiş gibi gelen iddiaların, nesnel ve otantik olanın önüne geçtiği dönemdir. Yaşanan bu süreçte, popüler desteği sağlamak amacıyla gerçeklik çarpıtılmaktadır. İnsanlar, eleştirel analiz ve gerçek kontrolünü bir kenara bırakarak, etkileyici konuşmalar ve propagandaya kapılmakta; etkileyiciler tarafından sunulan, doğru gibi gelen mesajları kabul etmektedirler.
Lee McIntyre’ye göre, “gerçekliğin yerine, görüntüler ve simülasyonlarla kapatılan kapalı bir söylem geliştirdik; böylece, aslında tarihsel doğruluk arayışını terk ettik… Oluşturulan olayın görüntüsü güvenilirlik sağlıyor. Gerçeklik, gerçekten olan değil, olan biten olarak algılanandır.”
Gelgelelim problemimiz şudur ki, insanlar gerçeğin var olduğuna artık inanmadığında, sanki gerçek ortadan kaldırılmış gibi görünmektedir. Bu durumda gerçeklik değerinin ve kavramının çöküşü, totalitarizmi teşvik edebilecek endişe verici sosyal sonuçlara yol açabilir.
Referanslar
Denisenko, S. V. (2019). Modern political armed conflicts and ways of their safe resolution. Bulletin of the Law Faculty, 6(4).
Dobrosklonskaya, T. G. (2014). Mass media discourse as an object of scientific description. Scientific Bulletin of the Belgorod State University. Series: Humanities, 22(13(184)).
Gilboa, E. (2007). Media and international conflict: A multidisciplinary approach. Journal of Dispute Resolution, 2007(1).
Harsin, J. (2018). Post-truth and critical communication studies. Oxford Research Encyclopedia of Communication.
Lazer, D. M. J., & Figueira, A. (2017). Fake news & handbook for journalism education and training. Procedia Computer Science, 121, 52.
Marwick, A. E., & Lewis, R. (2017). Media manipulation and disinformation online. New York, NY: Data & Society Research Institute.
Medovkina, L. J. (2016). The media influence on armed conflicts. Scientific Bulletin of the Belgorod State University. Series: History. Political Science, 40(22(243)).
Melnikov, M. (2006). Applied conflictology for journalists. Moscow, Russia: Human Rights.
Reuben, R. C. (2009). The impact of news coverage on conflict: Toward greater understanding. Marquette Law Review, 93(1).
Rusakova, O. F., & Gribovod, E. G. (2014). Political media discourse and mediatization of politics as concepts of political communicativistics. Antinomii,4.
Savitskaya, A. (2011). Mass media in social conflicts. Izvestiya Rossiyskogo gosudarstvennogo pedagogicheskogo universiteta im. A. I. Gerzena, (92).
Tandoc, E., & Ling, R. (2017). Defining fake news: A typology of scholarly definitions. Digital Journalism.
Tarran, B. (2017). Why facts are not enough in the fight against fake news. Significance, 14(4), 4–5.
van Dijk, T. A. (2002). Political discourse and ideology.
Aristotle. The Art of Rhetoric. Trans. George A. Kennedy. Oxford: Oxford University Press, 1991.
Edibe Sözen, Söylem (Belirsizlik, Mübadele, Bilgi / Güç ve Refleksivite, Profil Kitap, İstanbul, 2017.