Orijinal Adı; ‘‘Propaganda, Politics and Deception”
Yazarlar: David Miller, Piers Robinson
İlk Yayım Tarihi: Ocak 2019
Yazı Dizisi Editörü: Uğur B.Tezgel
Yayıma Hazırlayan: Meryem Çağıl
Çevirmen: Egemen Tanık
Kapak Tasarımı: Uğur B.Tezgel
Bu Makale Ne Hakkında?
Birçok akademisyen için propaganda ve aldatma konuları büyük ölçüde tabu konular olmuştur.1 Siyaset bilimciler aldatma konusuna köklü bir ilgi düzeyi ile yaklaşmazlar fakat siyasal iletişimciler propaganda konusuna asgari düzeyde ilgi göstermektedirler. Gelgelelim aldatma ve propaganda tartışmalarının yaygın olduğu günümüzde, özellikle sahte haberler ve yabancı propaganda faaliyetlerine ilişkin endişeler, siyasi söylemin bir parçası haline gelmiştir.
Öte yandan siyasette aldatma ve yalan söyleme meseleleri çok eskilere dayanmakta, antik çağlara kadar uzanmaktadır. Propaganda ise çağdaş demokrasilerin ayrılmaz bir parçası olmaya devam etmektedir. Üstelik bir siyasi strateji olarak aldatma, bilginin manipülasyonuna müdahil olan kurumların çeşitliliği nedeniyle çağdaş liberal demokrasilerde yaygın hale gelmiştir. Mevzubahis kurumlar arasında medya, akademi, düşünce kuruluşları ve istihbarat servisleri yer almaktadır. Ayrıca, internet tabanlı dijital iletişim, güçlü aktörler tarafından politik eğilimler, inanç ve davranışları manipüle etmeleri için yeni fırsatlar yaratmaktadır.
İşbu gelişmeler, çağdaş demokrasilerin sağlığı açısından son derece derin sorular ortaya çıkarmaktadır. Buna bağlı olarak propaganda ve aldatmacanın incelenmesi, bugüne kadar olduğundan çok daha önemli ve temel bir konu olmalıdır.
'Sahte haber' ve propagandayı çevreleyen popüler güncel tartışmalar, siyasette aldatmanın rolünün önem kazanmasını sağlamıştır. Bu konulardaki ana akım tartışmaların çoğu, ABD’nin seçilmiş Başkanı Donald Trump'a, sosyal ve alternatif/bağımsız medyada 'yalan haberlerin' yaygınlığına, Rusya'nın Batı çıkarlarına yönelik sözde tehdidine ve hibrit savaşın bir parçası olarak propagandayı kötüye kullanımına yeniden odaklanma eğiliminde olmuştur.
Trump sık sık ana akım ABD medyasını 'yalan haber' yaymakla suçlarken sosyal medyada hem yalan haberlerin hem de propagandanın dolaşımı konusunda büyük bir endişe söz konusudur. Rusya, kısmen dezenformasyon yayarak Batı'daki seçimleri etkilemek için hem siber savaşı hem de RT ve Sputnik gibi devlet destekli medya kuruluşlarını kullanmakla suçlanmıştır.
Bugün sıklıkla 'yalan haber'in siyasi bir stratejinin parçası olarak kullanılması, Batı demokrasileri için yeni bir şey değildir. Bu makalede tartışılacağı üzere, bir siyasi strateji olarak aldatma, Aristo'ya kadar uzanan bir geçmişe sahiptir ve Batı demokrasilerinde sıklıkla kullanılmıştır.
Aynı zamanda propagandayı sıklıkla Rusya gibi dış düşman devletlerle ilişkilendirmemize ve bunu yaparken de Batı liberal demokrasilerinden ayırmamıza rağmen aslında manipüle edilmiş bilginin her yerde olduğu toplumlarda yaşıyoruz. Bu çalışma, hem aldatmanın hem de propagandanın liberal demokrasilerdeki rolünü haritalandırmaktadır.
Makalenin ilk bölümünde bir siyasi strateji olarak aldatmanın tarihini, özellikle de kullanımının arkasındaki mantığı ve etiği detaylandırarak anlatıyoruz.
İkinci bölüm ise çağdaş propaganda kavramını tanıtmakta ve sıklıkla aldatmayı da içeren manipüle edilmiş bilginin Batı demokrasilerinde iktidar uygulamalarının nasıl ayrılmaz bir parçası haline geldiğini açıklamaktadır.
Son bölüm, günümüzde internet tabanlı iletişim ve demokratik vatandaşların inançlarını ve davranışlarını 'ikna etmek' ve 'etkilemek' için tasarlanan yapay zeka teknolojisinin artan kullanımı ile kendini gösteren medya ortamında propaganda ve aldatma ile ilgili olarak ortaya çıkan kilit konuları ele almaktadır. Bu dinamiklerin doğurduğu menfur ve yıkıcı sonuçlar özellikle ele alınacaktır.
***
Siyasette Aldatmacanın Uzun Tarihine Kısa Bir Bakış:
Platon'un Asil Yalanından Yeni Muhafazakar İdeolojiye ve Marx'ın Sahte Bilincine Uzanan Bir Değerlendirme
John Mearsheimer'ın Why Leaders Lie (Liderler Neden Yalan Söyler) adlı kitabında belirttiği gibi yalan ve aldatma, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler akademisyenlerinin çok az ilgisini çekmektedir. Bunun nedeni ağırlıklı olarak liberal akademisyenlerin değer verdikleri demokratik sistemlerin aldatma ve yalanlarla ciddi şekilde bozulduğunu algılayamadıkları ideolojik önyargılar olabilir. Ya da entelektüel açıdan tembel ama son derece etkili olan 'komplo teorisyeni' etiketinin, siyasi açıdan güçlü aktörler arasındaki gizli faaliyetleri araştıran herkese sıklıkla yapıştırılmasından kaynaklanıyor olabilir.2 Akademisyenlerin, organize 'dezenformasyon' kampanyalarının ardında yatan güç ağlarına yeterince nüfuz edebilmek için yöntem ve araştırma araçları açısından kendilerini yetersiz bulmaları, bunun nedeni olabilir.
Epistemolojik düzeyde doğruyu yanlıştan ayırma yeteneğini reddeden postmodern dönemin aldatma meselesini tartışmalı bir konu haline getirmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Belki de en basitinden kasıtlı aldatma, yanlış algılama ve ideolojik çerçeveler arasında ayrım yapmanın zorluğu, akademisyenlerin siyasi aldatmayı analiz etmek ve saptamak için ortak bir çabadan uzak durmalarına neden olmaktadır.3
Siyasette aldatmanın uzun tarihi göz önüne alındığında bu eksiklik oldukça tuhaftır. Antik Atina'da, Sokrates'in düşüncelerini aktaran Platon'un 'asil yalan' kavramı, toplumda düzeni sağlamak için elzem olan aldatıcı mitlerin önemine atıfta bulunuyordu: Buradaki fikir, sosyal bir hiyerarşi bağlamında uyumu sağlamak için, insanların bu hiyerarşi içindeki konumlarını kabul etmelerine yardımcı olacak mitlerin yaratılması gerekliliğiydi:
Platon’a göre Tanrı bazı insanları yönetmek (altın ırk), bazı insanları inşa etmek (demir ve bronz işçiler) ve bazılarını da savaşmak (askerler) için yaratmıştır.
Aristoteles, “Retorik Üzerine” adlı eserinde4 ikna sanatlarını sergilerken zaman zaman aldatmacanın savunuculuğuna yakın görünse bile safsata ile retoriği asil bir amaçla birbirinden ayırmaya çalışmıştır.5 Genel olarak, Aeschylus, Sophocles, Thucydides ve Platon gibi Atinalı düşünürler 'hile (dolos), yanlış mantık, zorlama ve diğer hile biçimleriyle sağlanan ikna ile samimi diyalog yoluyla sağlanan ikna (peitho)6 arasında ayrım yapmışlardır.
16. yüzyılda yaşamış Makyavelli gerekli bir siyasi taktik olarak aldatma doktrininin simgesi haline gelmiştir. Prens, siyasi bir strateji olarak aldatmanın önemine dair bir gerekçe ortaya koyar. Makyavelli, 'insanlar kötü oldukları ve size sadık kalmayacakları için, siz de onlara sadık kalmak zorunda değilsiniz' tavsiyesinde bulunmuştur. Daha da önemlisi, 'Prens' (yöneten kişi) "büyük bir sahtekâr ve düzenbaz olmalıdır ve olabilir de; çünkü insanlar basittir ve mevcut zaruretlere o kadar tabidirler ki, kandırmak isteyen her zaman kandırılmasına izin verecek birini bulacaktır.’’ 7
Makyavelli, aldatmayı, devleti korumak için gerekli olan ve aralarında zorlamanın da bulunduğu pek çok taktikten biri olarak görmüştür.
İster devlet çıkarlarını korumak için ister elit bir ideolojik zihniyetin parçası olarak olsun aldatmanın gerekli bir siyasi strateji olabileceğine dair fikirler, çağdaş dönemde de varlığını sürdürmüştür. Örneğin, Leo Strauss'un çalışmaları Platon'un 'asil yalan'ının çağdaş bir cisimleşmesini temsil etmiştir ve yeni muhafazakar düşünceyle ilişkilendirilmiştir.8
Burada Platon'un soylu yalanı, demokratik siyasetin fazla idealist olduğu ve toplum yararının ancak bilge ve aydınlanmış elitlere boyun eğmekle sağlanabileceği fikrinde açıkça görülebilir.
Strauss'un meselesi, gerçeğin zaman zaman siyasi istikrarı tehdit edeceği ve dolayısıyla aldatmanın siyasi düzen ve istikrar için elzem hale geleceğidir. Bu bakış açısının elitist ve aslında anti-demokratik mantığı, neo-muhafazakar yazar Irving Kristol'dan yapılan aşağıdaki alıntıda görülebilir:
Çocuklar için uygun doğrular vardır; öğrenciler için uygun doğrular vardır; eğitimli yetişkinler için uygun doğrular vardır ve yüksek eğitimli yetişkinler için uygun doğrular vardır ve herkes için tek bir doğru olduğu düşüncesi, günümüz demokrasisinin bir yanılgısıdır. Bu düşünce en hafif tabirle işe yaramaz bir düşüncedir.
Kristol’dan aktaran Oborne, 20149
Aldatmanın öneminin daha az ideolojik ve daha pratik bir şekilde yeniden somutlaştırılması John Mearsheimer'ın çalışmalarında görülebilir.10Anarşik bir uluslararası sistemin doğasında var olan tehlikeleri ve devletlerin kendi güvenliklerini her şeyden önce korumalarının önemini vurgulayan uluslararası politikaya dair realist teorik perspektiften beslenen Mearsheimer, aldatmayı sadece devlet güvenliğini korumanın gerekli bir parçası olarak görür. İlginç ve mantığa aykırı bir şekilde yalan söyleyerek devletlerarası aldatmanın nispeten nadir olduğunu ve daha sıklıkla liderlerin ulusal çıkar olarak algıladıkları şeyi savunmak için kendi halklarını aldattıklarını savunur.
Örneğin liderler, 'bir tehdidin ortaya çıktığını gördüklerinde bir aldatma kampanyasına başvurmadan halkın kapıdaki kurdu görmesini sağlayamayacaklarını düşündüklerinde' korku tellallığı yapabilirler.11 Bu aldatma biçimine örnek olarak Franklin Delano Roosevelt'in ABD'yi İkinci Dünya Savaşı'na sokmak için Amerikan halkına söylediği yalanlar gösterilebilir.12
Mearsheimer ayrıca yalanların stratejik başarısızlıkları örtbas etmek için nasıl kullanılabileceğini de tartışmaktadır. En azından liberal demokrasiler açısından bakıldığında liderlerin dış politikaları uluslararası sistemde yüksek ahlaki standartları koruyan yasalara saygılı aktörler olma yönündeki liberal iddiaların gerisinde kaldığında aldatmaya başvuracaklarını ileri sürmektedir. Platon'un “Asil Yalan ”ına atıfta bulunan Mearsheimer, toplumsal uyumu ve devlete desteği artırmak için tasarlanan milliyetçi mitlerin sıklıkla yalanlar ve yarı gerçekler içerdiğine de dikkat çekmektedir.13
Elbette diğerleri aldatma ve yalan söylemeyi siyasi bir strateji olarak kabul etme ya da hoş görme konusunda çok daha isteksizdir.14 Demokratik perspektiften bakıldığında aldatmanın son derece sorunlu olduğu açıktır. Eğer halk, politikacılar ve diğer güçlü aktörler tarafından aldatılıyorsa anlamlı bir demokratik tartışmanın nasıl gerçekleşebileceğini tasavvur etmek çok zordur.
Bilginin insanların bir konuyu akılcı bir şekilde değerlendirmek için yeterli bilgiye sahip olamayacakları şekilde manipüle edildiği koşullar altında özgür ve bilgilendirilmiş rıza elde edilemez.15 Aldatma, oldukça açık bir şekilde, demokratik bir kamusal alanın temel gerekliliklerini ihlal etmektedir.16
Demokrasinin önemini vurgulayanlar için yalan söylemeyi her koşulda reddedebilecek olanları az olsa da bir siyasi strateji olarak aldatmaya ilişkin net sınırlar konulması elzemdir. Ramsay de bu hususta aldatmanın akılcı ve etkili politika yapımı üzerindeki yıpratıcı etkisini vurgulamaktadır:
Bilgi sadece az sayıda kişiye ulaşabildiğinden, bu durum tartışmaları sınırlandırır ve sağlıklı kararlar alınmasını sağlamak için gerçekleri bilmesi gereken kişiler arasındaki iletişimi engeller. Aynı zamanda sorunların çözümüne yönelik bakış açıları ve görüş yelpazesini daraltmakta, bir hareket tarzının tüm sonuçlarının değerlendirilmesini kısıtlamakta ve eleştiri ve muhalif görüşlerin duyulmasını engellemektedir.
Maureen Ramsay, 200017
Benzer şekilde aldatmanın siyasi süreçleri nasıl yozlaştırdığını ve “önyargı, kendine zarar verme, yayılma ve güvende ciddi yaralar açma tehlikeleri” yarattığını vurgulayan başka düşünürler de vardır.18
Gerçekten de Hannah Arendt'in Pentagon Belgeleri hakkındaki ufuk açıcı yorumunun bir veçhesini, yalıtılmış 'profesyonel sorun çözücülerden' oluşan, aldatıcı ve kendini aldatan gruplar nedeniyle gerçeklikten kopmuş bir elit fikri oluşturmaktadır.19
ABD Savunma Bakanı Robert McNamara tarafından hazırlatılan ve 1971 yılında New York Times 'a sızdırılan bu resmi belgeler, Vietnam Savaşı'na ilişkin kötümser istihbari değerlendirmeler ile hem savaşın gidişatına hem de ABD'nin savaşa dahil olma nedenlerine ilişkin resmi iddialar arasındaki kopukluğu ortaya koymuştur.20
Arendt'e göre, ham istihbarat raporları doğru olmalarına rağmen profesyonel sorun çözücüler, sakıncalı gerçekleri silmeye çalışmış, öyle ki değerlendirmeleri gerçeklikten kopmuştur. Arendt, bir ABD Başkanı'nın neler olup bittiğine dair bilgi kaynağı olarak danışmanlarına bu kadar bağımlı olması nedeniyle 'tam manipülasyona' en açık kişi haline gelebileceği sonucuna varır.21
Elbette akılcı ve bilinçli karar alma meselesi ve siyaset kurumuna verilen zararların ötesinde, aldatmanın siyasi iktidarı kullanmak için güçlü bir araç haline gelebileceği, yolsuzluğa ve suiistimale yol açabileceği endişesi yatmaktadır. Marksist 'yanlış bilinç' perspektifinden bakıldığında, ideoloji22 ya da onun daha gevşek bir türevi olan hegemonya23 en azından kısmen aldatıcı olarak görülebilir, itaatkâr siyasi ve ekonomik konumlarda bulunanların toplumdaki yerlerinin adil, kendilerine uygun olduğuna inanmalarını ya da en azından buna razı olmalarını sağlamanın gerekli veya en azından kalıcı bir parçası olarak görülebilir. 24
Herman ve Chomsky'nin medya propaganda modeli bu fikirlerin çağdaş bir uygulamasını sunmaktadır.25 Şirket medyasının siyasi iktidara olan yakınlığına, kâr odaklı oluşuna ve belirli politikalar üzerindeki resmî pozisyonların yanı sıra daha geniş toplumsal ideolojik çerçeveleri aktarma eğilimine dikkat çekerek ana akım ABD medyasının son derece çarpıtılmış bir dünya görüşü sunduğunu göstermektedirler.
En önemlisi, ABD hükümetinin alçakça ve ahlaksızca eylemleri, şirket medyası tarafından sistematik olarak gizlenmektedir. Bunun net sonucu, ABD halkının değişken oranlarda kendi hükümetlerini hukuka bağlı, iyi huylu ve yüksek ahlaki standartlara sahipmiş gibi görmeye yönlendirilmesidir, oysa gerçek çok farklıdır.
Sonuç olarak resmî düşmanlar tarafından işlenen suçlar vurgulanmakta hatta icat edilmekte, müttefiklerin ya da Herman ve Chomsky'nin deyimiyle 'bağımlı/vassal devletlerin' suçları ise görmezden gelinmekte ya da küçümsenmektedir. Herman ve Chomsky, ABD'nin acımasız rejimleri desteklerken diğer devletlerde demokrasiyi engelleme ve uluslararası hukuka göre yasadışı olan saldırgan savaşlar çıkarma konusundaki sicilini belgelemektedir.26
***
Propaganda ve ‘Halkla İlişkiler’
Şu ana kadar aldatma konusuna ilişkin üç geniş düşünce akımını ele aldık: Aldatmayı ideolojik ya da pratik nedenlerle gerekli bir siyasi strateji olarak görenler, aldatmanın demokrasi için zararlı sonuçları olduğunu düşünenler, eşitsizlik ve sömürü yapılarının nasıl sürdürüldüğüne ilişkin önemli bir unsur olduğunu savunan Marksist perspektifler.
Gelgelelim propaganda ve aldatmanın pratikte nasıl gerçekleştiğine ilişkin sorular, yukarıda bahsedilen literatür tarafından yeterince anlaşılmamıştır.
Aldatma verili olarak kabul edilirken aldatmayı gerçeğe dönüştürmeye yardımcı olan örgütler, kurumlar, doktrinler ve uygulamalar etkin bir şekilde kara kutuya alınmıştır. Burada, biri halkla ilişkiler (ve ilgili alanlar) diğeri de propaganda üzerine olan iki mevcut literatür, aldatmanın siyasi bir uygulama olarak anlaşılmasına yardımcı olmak için en azından bir başlangıç noktası sağlamaktadır.
Organize ikna edici iletişim (Organised Persuasive Communication veya OPC, buradan sonra OİE)27 belirli siyasi sonuçlara ulaşmak için hem inançları hem de davranışları şekillendirmeyi amaçlayan kasıtlı eylemleri içerir. Tarihsel olarak bu faaliyetler propaganda olarak adlandırılmıştır. 20. yüzyılın ilk yarısında siyaset bilimci Harold Lasswell ve gazeteci Walter Lippman gibi önde gelen düşünürler, liberal demokratik devletlerde halkların yönetilmesi ve manipüle edilmesi ihtiyacını tanımlamışlardır.28
Kitlelerin örgütlü alışkanlıklarının ve fikirlerinin, bilinçli ve akıllıca manipülasyonu, demokratik toplumda önemli bir unsurdur. Toplumun bu görünmeyen mekanizmasını manipüle edenler, ülkemizin gerçek iktidar gücü olan görünmez bir hükümeti oluştururlar.
Edward Bernays, 192829
Bununla birlikte, 'propaganda' terimi, sıklıkla aldatmayı içeren bir manipülasyon süreci olarak anlaşılmaya başlandı ve yeni terimler icat edildi. Bernays'in açıkladığı gibi, 'propaganda’ Almanlar tarafından [1. Dünya Savaşı sırasında] kullanıldığı için kötü bir kelime haline geldi.
Halkla ilişkiler ya da PR'ın doğuşundan bu yana OİE faaliyetlerini açıklamak için siyasi pazarlama, tanıtım kültürü, kamu diplomasisi, stratejik iletişim, algı yönetimi, siyasi iletişim, halkla ilişkiler, bilgi operasyonları, etki operasyonları, siyasi savaş ve reklamcılık gibi çok çeşitli terimler kullanılmaya başlanmıştır. Her zaman manipülasyon ya da aldatma içermesi gerekmese de bu faaliyetler sıklıkla manipülasyon ya da aldatma içermektedir ve Philip Taylor bunların örtülü dikkat dağıtma olarak anlaşılması gerektiğini savunmuştur:
Öncelikle bu konuyu çevreleyen ve aslında neyden bahsettiğimizi, yani propagandayı gizleyen örtmece saçmalıkları ortadan kaldıralım. Dikkatleri yaptıkları işin gerçeklerinden uzaklaştırmak için siyasi düzeyde 'haber yönlendirme' ve 'halkla ilişkiler'den askeri düzeyde 'uluslararası enformasyon' ve 'algı yönetimi'ne kadar uzanan koca bir örtmece endüstrisi gelişmiştir. Bu örtmece oyununa rağmen demokrasiler, nasıl adlandırılırsa adlandırılsın sadece kendilerinin propaganda olduğunu inkar ettiği propagandayı yürütme konusunda giderek daha becerikli hale gelmişlerdir.
Philip Taylor, 200230
Tercih edilen terim ne olursa olsun, ikna ve etkilemeye yönelik bu organize yaklaşımlar, siyasi ve ekonomik alanlarda gücün kullanılmasında önemli roller oynamaktadır.
Faaliyetlerin ölçeği çok büyüktür: 1979 ve 1998 yılları arasında Birleşik Krallık'taki halkla ilişkiler danışmanlığı sektörü 31 kat büyümüştür (reel olarak 11 kat artış) ve bu sektör büyük ölçüde ticari çıkarlar için hareket etmiştir.31 İngiltere ve ABD hükümetleri tanıtım faaliyetleri için büyük meblağlar harcamaktadır. Örneğin, Birleşik Krallık Dışişleri ve Milletler Topluluğu Ofisi'nin 2002 tarihli bir raporuna göre, Londra'daki kamu diplomasisi operasyonları için yıllık 340 milyon sterlin harcamıştır. ABD federal hükümeti 2002-2012 yılları arasında dışarıdan reklam ve halkla ilişkiler yüklenicilerine 16 milyar dolar harcamıştır.32
O halde, 'organize ikna edici iletişim' faaliyetinin ölçeğini anlamak, çağdaş demokrasilerde aldatıcı ve propagandif iletişimin gerçekte ne kadar yaygın olduğunu anlamaya başlamak için bize bir başlangıç noktası sağlar. Başka bir deyişle, gerçekleşmekte olan aldatmacanın ölçeğini kavramaya başlayabilir ve eleştirel olarak literatürde gördüğümüz (bu bölümün birinci kısmında tartışılan) süreçlerin kara kutusunu açabiliriz:
Aldatma ve propagandaya ilişkin bazı kurumsal ve stratejik detayları tartışmaya geçmeden önce bir uyarıda bulunmak önemlidir. Organize ikna edici iletişim mutlaka aldatıcı veya manipülatif olarak anlaşılmamalıdır. En azından ideal anlamda Habermasçı akılcı ikna kavramlarını karşılayan bir organize ikna etme faaliyetlerini (OİE) tasavvur etmek de mümkündür.
Bu nedenle 'propaganda' terimi manipülatif iletişim biçimleri için saklanmalı ve tüm organize ikna etme faaliyetlerini kapsayan genel bir terim olarak kullanılmamalıdır.
Aldatma, teşvik etme ve zorlamadan kaçınan ikna, nispeten uzlaşmacı ve demokratik olarak görülebilir. Ve OİE faaliyetlerinin bir kısmının bu kategoriye dahil olduğu söylenebilir. Ancak, Bakir ve arkadaşlarının 2018’de belirttiği gibi halkla ilişkiler literatürünün çoğu (ve stratejik iletişim ve kamu diplomasisi gibi ilgili alanlar) aldatma, zorlama ve teşvik etmeyi içeren manipülatif ikna biçimleriyle neredeyse hiç ilgilenmezken var olan propaganda literatürü, aldatma konusunda zayıf bir kavramsallaştırmaya sahiptir. Burada zorlamaya ve teşvik etmeye dikkat edilmesi önemlidir:
Hem propaganda hem de halkla ilişkiler literatüründe sıklıkla ihmal edilen manipülatif OİE'nin bu yönleri, iknanın sıklıkla 'teşvik ve tehditlerin ikna edici iletişim faaliyetlerinin bir parçası olduğu fiziksel, sosyo-politik ve ekonomik bağlamlarla ilişkili olarak' nasıl işlediğini vurgulamaktadır.33
Büyük ölçüde, manipülatif OİE olarak anlaşılan propaganda, diğerlerinde (yani demokratik olmayan devletlerde) devam ettiği iddia edilen veya geçmişe ve savaş zamanlarına (örneğin İkinci Dünya Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş) özgü olarak görülen bir kavramdır. Bu entelektüel tünel görüş açısı nedeniyle, aldatmanın çağdaş liberal demokratik siyasette sanıldığından daha büyük bir rol oynaması söz konusudur.
Şimdi bu tür faaliyetlerin ve bunların temelini oluşturan kurum ve doktrinlerin incelenmesine geçiyoruz:
Bir strateji olarak aldatma, çeşitli biçimlerde gerçekleşebilir. Yalan, çoğunlukla propaganda kavramlarıyla ilişkilendirilse de aslında nispeten nadirdir. Bir yalanın ortaya çıkmasının siyasi maliyeti siyasi açıdan genellikle ölümcüldür ve Alman atasözünde belirtildiği gibi 'Yalanların kısa bacakları vardır.' Yani kolaylıkla ortaya çıkarılmaya karşı savunmasızdırlar.
Bununla birlikte siyasi bir strateji olarak yalan söylemek de mümkündür. Örneğin, belgelenmiş yalan örnekleri arasında İran-Kontra ve Watergate skandalları bulunmaktadır. İlkiyle ilgili olarak ABD yetkilileri, İran'a silah tedarikini içeren gizli bir operasyonla ilgili bilgi sahibi oldukları ve bu silahların da Nikaragua'da Sandinista hükümetini devirmeye çalışan Kontralara para aktarmak için kullanıldığı konusunda yalan söylemişlerdir.34
Meşhur Watergate vakasında, Nixon'ın Demokratik Ulusal Kongre ofislerinin soyulmasının örtbas edilmesinden haberi olmadığı yönündeki iddialarının yalan olduğu, tapelerdeki ses kayıtlarıyla ortaya çıkmıştır.35
Daha yakın tarihli bir vaka, 2003'teki Irak işgali öncesinde ABD'li yetkililer tarafından ortaya atılan meşhur iddiaları içermektedir. Burada Mearsheimer (2011) ABD yetkililerinin istihbarata dayanarak Irak'ın kitle imha silahlarına (KİS) sahip olduğunu kesin olarak bildiklerini açıkladıklarında bilerek yalan söylediklerini belirtmektedir.
Aldatma daha sıklıkla çarpıtma, gözden kaçırma ve yanlış yönlendirme içeren bilgi manipülasyonu yoluyla gerçekleşebilir. Çarpıtma, belirli gerçekleri abartmak veya önemini azaltmak amacıyla bilginin manipüle edilmesini içerir.
Örneğin Birleşik Krallık hükümetinin Irak'tan gelen mevcut ve ciddi bir KİS tehdidi olduğu izlenimini yaratmak için hem abartma hem de gözden kaçırma yoluyla bilgiyi manipüle etme yolları belgelenmiştir. Irak'ın KİS'lerine ilişkin istihbarata dayalı bir dosya hazırlanarak daha gelişmiş KİS programlarına sahip olduğu anlaşılan ülkeler (Kuzey Kore, İran, Suriye ve Libya) dosyadan çıkarılmış ve böylece Irak'ın özellikle ciddi ya da güncel bir sorun olmadığı gerçeği gözden kaçırılmaya çalışılmıştır.
Irak'ın aktif olarak kimyasal ve biyolojik silah ürettiğinin bilindiğini öne sürecek şekilde tüm dosyayı güçlendirmek amacıyla, ‘henüz deneme aşamasında olan bir kaynaktan' gelen ve sadece ileri bir tarihte kesin kanıt sözü veren başka bir kişinin iddiasına alt kaynak olan bir ham istihbarat belgesinin kullanılmasına karar verildiğinde bilgi çarpıtması meydana gelmiştir.36
Irak vakası, aynı zamanda izleyicileri psikolojik baskı ya da fiziksel zarar görme korkusu yaşamaları için kandırarak ikna etmek amacıyla aldatmanın kullanıldığı zorlayıcı aldatmanın bir örneğidir.37
Mearsheimer (2011), Why Leaders Lie (Liderler Neden Yalan Söyler) adlı kitabında, devlet politikacılarının belirli dış politika hedeflerini desteklemek üzere halkları harekete geçirmek için korku tacirliği taktiğini kullanma sıklığına dikkat çekmektedir. Çarpıtma ve ihmal yoluyla aldatma modeli ABD'de de kendini göstermiş ve özellikle bir ABD şehrine yönelik terörist nükleer saldırı kabusunu çağrıştırmak için tasarlanan 'dumanı tüten silahın New York üzerinde bir mantar bulutu olmasına izin vermeyin' gibi kısa sözlerle kendini göstermiştir.
Bu tür mesajlar, mevcut istihbarat değerlendirmelerinin abartılmak suretiyle çarpıtılmasını içerdikleri için aldatıcıdır; ancak aynı zamanda zorlayıcıdır da; çünkü açıkça insanların kimyasal, biyolojik veya nükleer saldırı olasılığına ilişkin korku ve endişelerini harekete geçirmeyi amaçlamaktadırlar.
Benzer bir argüman, Soğuk Savaş dönemindeki propaganda için de ileri sürülebilir. Mezkur propagandanın büyük bir kısmı, karşı tarafın oluşturduğu tehditle ilgili korku tellallığına dayanmıştır.38 Örneğin Kızıl Ordu'nun Batı Avrupa'yı işgal edeceği heyulası, Kızıl Ordu tanklarının Batı Avrupa'ya girme olasılığı, yok denecek kadar az olmasına rağmen Batılı halklar arasındaki yaygın zihniyetin bir öğesiydi. Soğuk Savaş güvensizliği ve paranoyası, bu ihtimal dışı senaryoyu vurgulayan resmi söylemin sadece bir kısmını açıklayabilir.
Bir diğer kategori ise yanlış yönlendirme yoluyla aldatmadır; bu yöntemde doğru bilgi üretilir ve yayılır ancak kamuoyunun dikkati bu bilgi yoluyla sorunlu konulardan başka yöne çekilmek istenir.
Örneğin İngiliz ve ABD'nin Bush yönetiminin gizli işkence-istihbarat politikası ve İngiliz suç ortaklığı kamuoyuna ifşa edildiğinde bu durumu nasıl yönettikleri analiz edildiğinde39 ABD ve İngiltere'de çok sayıda araştırma ve soruşturmanın başlatılmasını gerektirmiştir. Fakat bu süreç, dikkatleri politikadaki başarısızlığın dar bir kısmına (örneğin tutuklulara nasıl muamele edileceği konusunda yetersiz askeri eğitim) ve daha derin konulardan başka yöne çekmek için kullanılmıştır. Bu bağlamda daha derin meseleler arasında gizli bir işkence-istihbarat politikasının varlığı, 'Geliştirilmiş Sorgulama Teknikleri' yoluyla işkence, CIA'in bu politikanın merkezinde yer alması ve diğer ülkelerin suç ortaklığı yer alıyordu.
Çarpıtma, ihmal ve yanlış yönlendirmenin aldatmanın temel boyutları olduğu, bu tür faaliyetlerin siyasi alanda ne kadar yaygın olduğu fark edildiğinde, aldatmanın günümüz siyaseti için ne kadar önemli olduğu anlaşılabilir.
Burada dikkate alınması gereken kilit nokta, aldatıcı iletişimin apaçık yalanlar söylemekten çok daha fazlası olduğudur: Bu süreçler, genellikle son tahlilde önemli aldatmacalar yaratabilecek daha incelikli bilgi manipülasyonlarıdır.
***
Üretim Noktaları
Propaganda ve 'çarpıtılmış' iletişim, elbette sadece hükümetlerin işi değildir ve çağdaş dünyada bir dizi önemli üretim noktasını kolaylıkla saptayabiliriz: Düşünce kuruluşları, STK'lar, akademi ve istihbarat teşkilatı ağı.
Örneğin, düşünce kuruluşları bilgi üretmek için araç olarak kullanılabilir ve sıklıkla sponsorlarının çıkarlarını ve gündemini yansıtacak şekilde faaliyet gösterirler. Her zaman belirli konuların manipüle edilmiş ve propaganda edilmiş temsillerine katkıda bulunmanın bir parçası olmasalar bile 2005 yılında kurulan ve iki parti yanlısı olarak sunulan bir düşünce kuruluşu olan Henry Jackson Society (HJS) örneğinde görüldüğü gibi oldukça etkindirler. 40
Kamuoyuna açıklanmayan bir dizi bağışçı tarafından finanse edilen HJS, 'güçlü bir İsrail yanlısı ajandayı ilerletmekte, İslam karşıtı etkinlikler düzenlemekte ve transatlantik bir askeri ve güvenlik rejimini savunmakta' aktif olmuştur. İlginç bir şekilde ve sızdırılan bir belgede ortaya çıktığı üzere HJS, ana akım medya gazetecilerini etkilemek suretiyle Noam Chomsky'nin itibarını sarsmayı amaçlayan eşgüdümlü faaliyetler de planlamıştır.41 Açıkçası bilgi ortamını şekillendirmek ve görüşleri manipüle etmek (diğer bir deyişle propaganda) bu düşünce kuruluşunun temel hedeflerinden biri olmuştur.
STK'lar da propagandacı bilgi üretimine dahil olmuşlardır. Örneğin, Suriye'de devam eden ve yıkıcı boyutlara ulaşan savaşla (2011'den günümüze) ilgili olarak Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) gibi kuruluşlar, bu çatışmaya ilişkin kamuoyu algılarını etkilemede ve özellikle de rejim hükümetinin savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan sorumlu olduğu iddialarına destek sağlamada kilit bir rol oynamıştır. Bununla birlikte örgütün bu çatışmaya ilişkin tarafsızlığı konusunda bir dizi soru gündeme gelmiştir.
Profesör Tim Hayward, UAÖ'nün bazı iddialarını desteklemek için kullandığı kanıtları analiz etmiş ve kuruluşun analizlerini hazırlarken bizzat kendi protokollerine uymadığını tespit etmiştir.42 Bu nedenle örgütün bazı iddiaları kanıtlanmamış olarak kalmakta ve potansiyel olarak bu çatışmanın çarpıtılmış bir şekilde anlaşılmasına katkıda bulunmaktadır.
Suriye'deki diğer STK'ların da büyük ölçüde propaganda yapmak üzere kurulduğu iddia edilmektedir. Sivilleri kurtarmak için kurulmuş bağımsız bir örgüt olarak sunulan tanınmış Beyaz Miğferler'in tarafsız olmaktan uzak olduğu görülmektedir. Örgüt aslında 2013 yılında eski bir İngiliz askeri istihbarat subayı olan James Le Mesurier tarafından kurulmuştur ve hem İngiliz Dışişleri Bakanlığı hem de USAID (ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı) tarafından finanse edilmektedir. Ayrıca El Nusra/Tahrir el Şam (El Kaide'nin Suriye'deki kolu) ile birlikte olanlar da dahil olmak üzere muhalif gruplarla yakın bir şekilde ve sadece muhaliflerin elindeki bölgelerde faaliyet göstermektedir.43 Bu nedenle Suriye'de neler olup bittiğine dair yanıltıcı bir algının oluşmasını kolaylaştırdıkları için eleştirilmektedirler.
Daha genel olarak Beyaz Miğferler, son on beş yılda tanık olunan 'insani yardım stratejilerinin askeri operasyonlarla bütünleştirilmesi' sorununun aşırı bir tezahürü olarak görünmektedir.44 Bu tür faaliyetlerin propaganda amaçlı faydası tartışılmaz. Hatta Beyaz Miğferler ile ilgili bir film 2016 yılında Oscar ödülüne layık görülmüştür.45
Akademi de elbette propaganda faaliyetlerinden muaf değildir ve kendisi daha geniş propaganda aygıtının bir parçası haline gelebilir.
Örneğin Herring ve Robinson (2003) propaganda modelinde medya üzerinde etkili olduğu belirtilen denetim mekanizmalarının büyük ölçüde akademi için de geçerli olduğunu ileri sürmüştür. Bağışlara güvenmek, resmi kaynakların gözüne girme isteği ve ideolojik zorunluluklar, akademinin iktidarın nüfuzundan genellikle varsayıldığından çok daha az muaf olduğu anlamına gelmektedir.46
Son olarak istihbarat servisleri, çağdaş liberal demokrasilerde propagandanın kilit üreticileri ve yayıcılarıdır. Örneğin 2003 Irak işgali öncesinde Irak'a karşı ortaya atılan istihbarata dayalı KİS iddialarından çok önce İngiliz istihbaratı, Irak'ın süregelen bir KİS programına sahip olduğu izlenimini yaymak için kanıtların manipüle edilmesinde rol oynamıştır.
1991'den itibaren MI6'nın Rockingham Operasyonu, eski bir BM silah denetçisinin ifadesiyle ‘Irak'ın kitle imha silahlarına ilişkin İngiliz istihbaratı, gerçeği yansıtmaktan ziyade İngiliz hükümetinin politikasına daha uygun olan önceden belirlenmiş bir sonuca doğru' çarpıtmak amacıyla BM silah denetimlerinden (1. Körfez Savaşı'ndan sonra kurulmuştur) istihbarat toplamaya başlamıştır. Bu tür faaliyetler, BM Güvenlik Konseyi'ni etkilemeye yönelikti ama aynı zamanda büyük olasılıkla İngiltere'nin Irak'a yönelik yaptırım rejimine kamuoyu desteğini sürdürmesine yardımcı olmak için tasarlanmıştı. Çünkü 1990'ların sonunda başlatılan Kitlesel Çağrı Operasyonu, Irak KİS'nın yarattığı tehdidi abartarak kamuoyunu etkileme amacıyla kullanılmıştı.
Son olarak propaganda faaliyetleri ana akım medya aracılığıyla kamuoyunu etkileme girişimlerinin ötesine geçerek popüler kültür propagandasını da kapsamaktadır. Bu bağlamda CIA ve Hollywood arasındaki belgelenmiş olan yakın ilişkiler, karşılıklı faydalanmadan karşılıklı atamalara ve doğrudan sansür uygulamalarına kadar uzanmaktadır.47 Genel ortak amaç, inanç ve tutumları ABD hükümetinin çıkarlarına uygun şekilde manipüle etmektir.
Açıkçası siyasi aldatma konularını tartışırken bu tür süreçleri aşırı 'komplocu' olarak sunma ya da bir tür birleşik ve monolitik propaganda makinesi önerme tehlikesinin sıklıkla bulunduğunu belirtmek önemlidir.
Her şeyden önce propagandayı ve aldatmayı araştırırken aktörlerin aldıkları bilgileri yanlış algılamaları, kendi kendilerini aldatmaları ya da dahil oldukları sürecin aldatıcı doğasından habersiz olmaları olasılığı üzerinde dikkatle düşünülmesi gerekir.48
İkincisi ve daha da önemlisi, üretim alanlarına ilişkin önceki tartışma, çeşitli grup ve kuruluşların çıkarların paylaşıldığı durumlarda, önleyici bir şekilde bilgi alanını şekillendirdiği, ortak hedefler doğrultusunda çalıştığı, karmaşık ve akışkan bir gerçekliğe işaret etmektedir.
Propaganda ve bu 'önyargıyı harekete geçirme' girişimlerine eşlik edebilecek potansiyel aldatma, birden fazla grubun uyumlu faaliyetlerinden ortaya çıkmaktadır.49 David Miller'ın ideoloji ve gücün nasıl işlediğini anlamanın önemini açıklarken belirttiği gibi:
İktidarı, gizemli ve gözlemlenemeyen bir ideolojik yorumlama, ifade etme sürecinde ya da sadece dili anlamada aramak yerine, kapitalist yönetimin sürekli ve kaçınılmaz bir parçası olan (sözde) gizli (ama bazen keşfedilebilir) alçak komplolardaki gerçek insanların eylemlerinde; sansür, çarpıtma, lobicilik, halkla ilişkiler, pazarlama ve reklamcılıkta; Raymond Williams'ın deyimiyle 'dezenformasyon ve dikkat dağıtma' kurumlarında aramalıyız.
David Miller, 200250
Bu noktadan hareketle bireyler tarafından içselleştirilebilen, inanılabilen, anlaşılabilen ve eyleme geçirilebilen çıkar bağlantılı bir dünya görüşü olarak anlaşılan ideolojinin, yukarıda tanımladığımız OİE faaliyetleri tarafından hem desteklenebileceği hem de güçlendirilebileceği de anlaşılmalıdır.
İdeolojinin OİE faaliyetlerini etkileyebildiği kadar bu faaliyetlerin ideolojinin 'yaratıldığı' sürecin önemli bir parçası olduğu da bir gerçektir. Buradaki kilit nokta, ideoloji ve propaganda arasındaki çizginin sürekli olarak değiştiği ve belki de zaman zaman ayırt edilmesinin zor olduğudur.
Dolayısıyla bir OİE kampanyasına dahil olan birinin ürettiği materyalin önceden var olan ideolojisi nedeniyle mi bunu yaptığı yoksa bilerek aldatıcı propaganda mı ürettiği, vaka çalışmaları ve süreçler incelenirken dikkatle değerlendirilmesi gereken bir konudur. Aslında OİE’yi, propaganda ve aldatma çalışmalarını siyasi gücün nasıl kullanıldığını anlamada böylesine önemli kılan da tam olarak propaganda ve ideoloji arasındaki bu geçişkenliktir. O halde propagandist OİE yoluyla manipülasyonu içeren aldatma, demokrasilerde siyasi iktidarın hayata geçirildiği kilit bir stratejidir.
Çarpıtma, gözden kaçırma ve yanlış yönlendirme gibi ince süreçlerle insanların inanç ve davranışları şekillendirilebilir. Daha az incelikli süreçler arasında yalan söyleme yoluyla aldatma ve zorlayıcı aldatma yer alır. Buna ek olarak ideoloji ve propaganda arasındaki etkileşimin de dikkate alınması gerekir.
Tüm bu süreçler kesinlikle her zaman başarılı değildir ve güçlü aktörler her şeye kadir değildir. Ancak bu faaliyetlere ayrılan kaynaklar, propaganda üretiminin gerçekleştiği alanların çeşitliliği ve aldatmanın alabileceği biçimlerin çeşitliliği, çağdaş demokrasilerde manipülatif süreçlerin önemi konusunda bizi dikkatli kılmalı ve siyasi gücün nasıl kullanıldığını kavramanın ehemmiyetini göstermelidir.
***
Propaganda Hemen, Şimdi ve Burada: Dijital Çağda Politik Aldatmaca
Giriş bölümünde de belirtildiği üzere mevcut siyasi tartışmalar büyük ölçüde 'yalan haber' konusunda ortaya çıkan kriz tarafından şekillendirilmiştir. Örneğin Hilary Clinton ve Donald Trump arasındaki 2016 ABD başkanlık seçimlerinde tecrübe edilen 'sahte haber' olgusunun salgın boyutlarına ulaştığına artık yaygın olarak inanılıyor. Birçokları için 'yalan haber' sorunu, alternatif ve bağımsız medya dahil olmak üzere sosyal medyada da görülmekte, yabancı kaynaklardan yayılan bir sorun olarak fark edilmektedir.
Bennett ve Livingston (2018) bu sorunun büyük ölçüde 'kurumsal meşruiyeti zayıflatmak ve merkez partileri, hükümetleri ve seçimleri istikrarsızlaştırmak için milliyetçi (özellikle radikal sağ) ve yabancı (genellikle Rus) stratejilerle' ilişkili olduğunu iddia etmektedirler.51
Özellikle bu sorunun tanımı, sosyal medya ve alternatif/bağımsız medya aracılığıyla dezenformasyonun yayılmasıyla ilgili olarak ortaya çıkan ampirik araştırmaların çoğunda karşılık bulmuştur. Bu her ne kadar gerçek bir sorun olsa da 'yalan haber', dezenformasyon ve propaganda, yerleşik siyasi partilerden, çıkar çevrelerinden ve ana akım medyadan da kaynaklanmaktadır.
Donald Trump'ın ilk başkanlık döneminde Rusya ile iş birliği ettiğine ve Rusya'nın kısmen 'yalan haber' yayarak ABD seçimlerine aktif olarak müdahale ettiğine dair çok sayıda iddiayı içeren Russia-gate skandalı, bu durumla ilişkili bir örnektir. Rusya ile gizli anlaşma iddiasına gösterilen tüm ilgiye rağmen bir yıl süren Senato soruşturmasından çok az somut kanıt ortaya çıkmış görünmektedir.
Gerçekten de Başkan Trump hakkındaki soruşturmaların başlatılmasında kilit rol oynadığı anlaşılan ve Rusya ile bağlantı iddialarını detaylandıran meşhur Trump dosyasının aslında Demokratik Ulusal Komite (DNC) tarafından hazırlatıldığı ve eski İngiliz MI6 istihbarat görevlisi Jonathan Steele tarafından kaleme alındığı ortaya çıkmıştır:
Russia-gate'in, yüksek ihtimalle Trump yönetimini marjinalize etmek için tasarlanmış bir propaganda kampanyası olduğu ortaya çıkmıştır.52 Aynı zamanda ABD seçimlerine ve iddia edilen Rus bilgi savaşına ilişkin tartışmaların çoğunu körükleyen DNC (Demokratik Ulusal Komite) sızıntılarının/hack'lerinin içeriğine ana akım medyanın ilgisi çok az olmuştur.
Öte yandan Wikileaks tarafından yayınlanan bu sızdırılmış/hacklenmiş e-postalar ise DNC'nin ön seçimler sırasında Bernie Sanders yerine Clinton'ı aktif olarak kayırdığını gösterirken CNN ile soru şikesi yapıldığına dair kanıtlar da ortaya konmuştur.
Wikileaks e-postaların gerçekliğine yönelik ciddi bir itiraz yoktur ve bu nedenle bunlar 'yalan haber'in gerçek örnekleri gibi görünmemektedir. Ne var ki bu durum ana akım medyanın sızıntılarla Rusya'yı ilişkilendirmesini ve tüm bunları bir 'yalan haber'/propaganda anlatısı ile birleştirmesini engelleyememiştir.
Benzer bir gözden kaçırma ve çarpıtma örüntüsü, Rusya'yı Batı için yeni bir tehdit olarak sunan ve Rus kaynaklı 'hibrid' tehditlere odaklanan yeni bir 'Soğuk Savaş'ın ortaya çıkışına tanıklık ettiğimizi düşündüren yaygın söylemde de görülebilir. Bu sorunun genel sunumu, Batı'nın düşmanca ve saldırgan bir Rusya'ya karşı koyma girişimlerine, örneğin Rus siber savaşına karşı savunma amaçlı kuruluşların oluşturulmasına odaklanmaktadır.
Bu bağlamda ‘Yeni 'Soğuk Savaş' söyleminin ana ekseni, Rusya'nın sözde kötü niyetli dezenformasyon kampanyalarının ötesinde, Ukrayna’da ve Suriye'de saldırganlıkla suçlanmasıdır. Bu tür iddiaların doğruluğu ne olursa olsun bu özel anlatıda göz ardı edilen şey, Batı'nın 11 Eylül'den bu yana çok sayıda savaşa ve 'düşman' hükümetleri (özellikle Afganistan, Irak, Libya ve Suriye) devirmeyi amaçlayan açıkça saldırgan savaşlara verdiği destek ve katılımdır.53
Bu anlatıda Batı'nın son yıllarda geniş çaplı propaganda operasyonları yürüttüğü de yer almamaktadır: Örneğin 11 Eylül sonrası 'teröre karşı savaş' ile ilgili olarak Birleşik Krallık hükümetinin Irak Savaşı'na ilişkin soruşturmasında Tony Blair'in 'sıkı örülmüş bir propaganda' kampanyasına ihtiyaç olduğunu ifade ettiği ortaya çıkarken54 NATO, Rusya hükümetini itibarsızlaştırmaya yönelik propaganda yaymaya çalışmıştır.
NATO, Rusya'nın ABD başkanlık seçimlerine müdahale etme girişimlerinde rol oynadığı iddia edilen Cambridge Analytica'nın da dahil olduğu SCL grubunun bir parçası olan İngiliz Iota Global firmasıyla anlaşmıştır. Sızdırılan ve yazarı tarafından gerçek olduğu teyit edilen bir belgede, Moldovalı, Gürcü ve Ukraynalı katılımcılarla Rusya karşıtı stratejik iletişim konusunda yetkinlik geliştirilmesini içeren bilgiler yer almıştır. Özellikle İngiliz hükümetinin 'çatışma havuzu' finansman programı tarafından Ukraynalı kuruluşlara (ordu ve sivil toplum grupları dahil) önemli miktarda fon sağlandığı görülmektedir. Bu fonların hedefleri arasında ‘Rus siyasi ve askeri liderleri itibarsızlaştırmak' da vardır.
Sonuç olarak propaganda ve aldatmanın sadece Batı liberal demokrasilerindeki yerleşik ve ana akım pozisyonlara meydan okuyanlar ve 'resmi düşmanlar' tarafından değil, bir dizi siyasi aktör tarafından kullanılabilecek araçlar olduğu akılda tutulmalıdır. Gelecekteki araştırma gündemleri bu tür nesnel ve dengeli bir yaklaşımı yansıtmalı ve propaganda ve aldatmayı yalnızca belirli siyasi aktörlerin himayesi olarak algılamaktan kaçınmalıdır.
Bu noktadan hareketle şu anda kullanılmakta olan temel dijital propaganda ve aldatma tekniklerinden bazıları hangileridir?
***
Çorap Kuklalar, Dijital Propaganda, Botlar ve İnternet Sansürü
Aldatma ve propaganda ile uğraşanlar açısından bakıldığında internet ortamı, ikna ve etkilemeyi amaçlayan ve birçoğu manipülatif olan çeşitli saldırgan faaliyetleri kolaylaştırmaktadır. Örneğin, dijital çağın 'kitlesel öz-iletişim'55 kapasitesinden faydalanan çıkar gruplarının görünüşte bağımsız gruplar tarafından gizlendiği 'paravan grup' gibi halkla ilişkiler teknikleri kullanılmaktadır. Ayrıca sosyal medyada sahte çevrimiçi kimlikler oluşturulmakta ve aldatıcı bir şekilde kullanılmaktadır. 'Çorap kukla' bu bağlamda sahte bir çevrimiçi kişiliktir. Genellikle etkileşim amaçlı mizahi bir üslup dahilinde kullanılsalar da ekonomik ve siyasi etki stratejilerinde ABD ordusunun Özel Operasyonlar Komutanlığı'nda dahi kullanılmaktadırlar.56
Dijital manipülasyon ve aldatmanın bir başka örneği de Snowden sızıntılarıyla ortaya çıkan İngiltere'nin GCHQ (Cheltenham merkezli iletişim ve istihbarat merkezi) çalışmalarıdır. GCHQ'nun propaganda birimi olan Ortak Tehdit Araştırma İstihbarat Grubu’nun (JTRIG) sahte materyallerin ve aldatıcı içeriklerin yayınlanması da dahil olmak üzere çevrimiçi gizli eylem yoluyla dijital iletişimin yapısını değiştirmek için tasarlanmış bir dizi araca sahip olduğu görünmektedir:
'Clean Weep'in 'bireyler ya da tüm ülkeler için Facebook duvar gönderilerini taklit edebildiği'
'Gateway'in 'bir web sitesinin trafiğini yapay olarak artırabildiği’
'Changeling'in 'herhangi bir e-posta adresini taklit etme ve bu kimlik altında e-posta gönderme yeteneği'
'Havok'un 'anında değişikliklere izin veren gerçek zamanlı bir web sitesi klonlama tekniği' sağladığı söylenmektedir.
Glenn Greenwald, 201457
Ayrıca siyasi botların yükselişi, çevrimiçi ortamda etki ve kontrol sağlamak için tasarlanan stratejilerin karmaşıklığını vurgulamaktadır. Sosyal medya bot teknolojisi, 'bir görevi yerine getirmek için birden fazla cihaz üzerinden iletişim kuran programları' ve 'mesajları dağıtma, kopyalama özelliğini paylaşmayı' içermektedir. Sıklıkla 'spam, DDoS saldırıları, gizli bilgilerin çalınması' (a.g.e.) ile ilgili faaliyetler için kullanılsalar da açıkça siyasi bağlamlarda da kullanılabilirler ve kullanılmışlardır.
Meksika'da botlar Twitter'da hem iktidar hem de azınlık partileri tarafından kullanılmıştır. Botlar, muhalefetin hashtag'lerini kullanmak ve karşı örgütlerin iletişim çabalarının önünü kesmek için binlerce bozuk ya da propaganda yüklü tweet göndermek üzere programlanmıştır. Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık ve Avustralya'da bot hesaplar, politikacıların takipçi listelerini doldurmak için kullanılmaktadır. Bu sahte takipçiler, bir kullanıcının daha popüler ya da etkili görünmesini sağlamak amacıyla cüz’i fiyatlara satın alınabilmektedir.
Samuel Wolley and Philip Howard, 201758
2010 ABD ara seçimleri ve Massachusetts özel seçimleri sırasında, sosyal medya bot hesaplarının bazı adayları desteklemek ve 'sahte haber' içeren web sitelerini paylaşan binlerce tweet oluşturarak rakiplerini karalamak için kullanıldığı bildirilmiştir.
Halihazırda Facebook, Google ve Twitter gibi büyük internet devlerinin, 'yalan haber' olduğu iddia edilen ya da 'yalan haber' olarak algılanan bilgileri sınırlandırmak amacıyla internetteki bilgileri manipüle etmek için önemli bir girişimde bulunmalarıyla birlikte sözde 'yalan haberleri' belirlemek için yöntemler geliştirmeye yönelik ortak bir girişim de var gibi görünmektedir.
Bu manipülasyonların bir kısmı hükümetlerin baskısıyla gerçekleşmektedir. Sahte olarak algılanan ya da iddia edilen bilgileri sansürlemek, filtrelemek için yazılım ve yapay zekanın (AI) kullanılması, internet genelinde önemli ölçüde sansüre yol açabilir. Buradaki gerçek tehlike, bu gelişmelerin nihayetinde İnternet'in açık ve demokratik platform olma vasfını yitirmesine ve genel anlamda güçlü aktörlerin manipülasyon aracı haline gelmesine yol açabilecek olmasıdır.
***
Sonuç Yerine
Aldatma ve propaganda, çağdaş siyasette hala canlılığını korumaktadır. Bir dizi ideolojik pozisyon (diğerlerinin yanı sıra realizm ve neo-muhafazakarlık gibi) tarafından akla uygun hale getirilen ve meşrulaştırılan bir siyasi strateji olarak yalanın kullanımı, sadece otoriter veya totaliter devletler gibi 'olağan şüpheliler' tarafından değil, aynı zamanda çağdaş liberal demokrasiler içinde de yaygındır.
Bir yöntem olarak aldatıcı propaganda, bazı istisnai durumlarda haklı gösterilebilse de doğası gereği demokratik değildir ve kamusal alanın, demokratik siyasetin önemli ölçüde erozyona uğramasına neden olmaktadır.
Gerçekten de propaganda faaliyetlerinin ölçeği, bunlara ayrılan kaynaklar ve bu tür faaliyetlerin tespit edilebildiği alanların çeşitliliği (düşünce kuruluşları, STK'lar, akademi ve istihbarat servisleri) aldatmanın gerçekleştirilebileceği nispeten ayrı yollarla (ihmal, çarpıtma ve yanlış yönlendirme) birleştiğinde, birçok sosyal bilimcinin bu faaliyetlerin ölçeğini ve buna bağlı olarak demokrasi için yaratabilecekleri sorunları hafife almaları kuvvetle muhtemeldir. Buna bir de internetin ve dijital iletişimin bilgi manipülasyonu için sunduğu fırsatlar eklendiğinde aldatmaya ve propagandaya sürekli olarak dikkat edilmesi gerektiği açıkça ortaya çıkmaktadır.
Gelecekteki araştırmalar şu şekilde yönlendirilmelidir:
İlk olarak günümüz siyaset dünyasında aldatmanın boyutlarını ve kapsamını belirlemek için tüm siyasi faaliyet yelpazesinde aldatmayı araştıran vaka çalışmaları gereklidir.
İkinci olarak 'bilgi' ortamının şekillendirilmesinde rol oynayan karmaşık aktör ağlarını ve bu aktörlerin çıkar ve hedeflerini anlamak, sosyal bilimcilerin bilginin nasıl manipüle edildiğini ve aldatıcı propaganda kampanyalarının ardında yatan asıl mekanizmaların neler olduğunu anlamalarına ve açıklamalarına yardımcı olabilir.
Üçüncü olarak ideoloji ve aldatıcı propaganda arasındaki etkileşimi daha iyi anlamak için teorik çalışmalara ihtiyaç vardır.
Dördüncü adım normatif siyaset teorisi, aldatıcı propagandanın gerekli ve haklı olduğu iddia edilebilecek istisnai durumları belirlemek için kullanılabilecek sağlam ve hassas çerçeveler geliştirmek için atılmalıdır. Ayrıca hem rızaya dayalı hem de demokratik olan daha etik ikna biçimlerinin geliştirilmesi de gereklidir.
Beşinci adımda dijital ve internet tabanlı propagandanın, güçlü aktörler tarafından kullanılan taktik ve araçlarını daha iyi anlayabilmemiz için ciddi bir incelemeye ihtiyaç vardır.
Son olarak vatandaşlara aldatıcı propagandaya karşı savunma ve mevcut çeşitli bilgi kaynaklarında başarılı bir şekilde gezinme becerisi ve bilgisi sağlayan eğitim stratejilerinin geliştirilmesine önem verilmelidir.
Nihayetinde tehdit altında olan çok şey vardır. Siyasi bir strateji olarak aldatma ve güçlü aktörlerin mevcut dijital ortamda manipülasyon üretme kabiliyeti, bu sorun alanında acil bir araştırmaya ve kavrayışa ihtiyaç duyulduğu anlamına gelmektedir.
Tüm suçlamalara ve korku tellallığına rağmen en büyük sorun, tartışmalı bir şekilde yabancı bir aktörün (Rusya gibi) ya da bağımsız/alternatif medyanın davranışlarında değil, ana akım medya, kurumsal internet devleri ve demokratik hükümetler de dahil olmak üzere mevcut kurumların kendi içlerinde yatmaktadır. Akademik ilginin odaklanması gereken yer burasıdır. Öncelikli amaç, kamusal alanı ve demokrasiyi, aldatma amaçlı faaliyetlerden geri almak olmalıdır.
***
Bu bölümdeki materyalin bir kısmı, Vian Bakir, Eric Herring ve David Miller (2018a; 2018b) ile birlikte yazılan önceki yayınlardan ve 'Propaganda Modelinin Genişletilmesi'nden geliştirilmiştir: Analysing Propaganda Strategies and Sites of Production' başlıklı çalışmalardan yararlanılarak hazırlanmıştır. Taslaklar hakkındaki geri bildirimleri için Stefanie Haueis'e teşekkür ederiz.
Dentith, M. (2017) ‘The Problem of Conspiracism’, Argumenta.
Corner, John. (2007) ‘Mediated politics, promotional culture and the idea of propaganda’ Media, Culture & Society 29(4): 669-677.
Aristotle (350 BC). Rhetoric, trans. W. Rhys Roberts, Electronic Classics Series
Corner, John. (2007) ‘Mediated politics, promotional culture and the idea of propaganda’ Media, Culture & Society 29(4): 669-677.
Lebow, R. N. (2008). ‘The Ancient Greeks and Modern Realism: Ethics, Persuasion, and Power’, Philosophy and Social Science 9 (1): 2-16.
Machiavelli, Niccolo (2003 [1532]). The Prince, trans. George Bull. London: Penguin.
Strauss, Leo (1958). Thoughts on Machiavelli. Chicago, IL: University of Chicago Press, 1958. Ayrıca bkz: Strauss, Leo (1975). The Argument and the Action of Plato’s Laws. Chicago, IL University of Chicago Press.
Oborne, P. (2014) The Rise of Political Lying (Simon and Schuster).
Mearsheimer, John (2011) Why Leaders Lie: the truth about lying in international politics (Oxford University Press [US] and Duckworth Overlook, London [UK]).
Mearsheimer, John (2011) Why Leaders Lie: the truth about lying in international politics (Oxford University Press [US] and Duckworth Overlook, London [UK]).
Dallek, Robert. (1979). Franklin D. Roosevelt and American Foreign Policy 1932-1945. New York: Oxford University Press.
Mearsheimer, John (2011) Why Leaders Lie: the truth about lying in international politics (Oxford University Press [US] and Duckworth Overlook, London [UK]).
Bok, Sissela (1999). Lying: Moral Choice in Public and Private Life. Sussex: Harvester.
Bakir, Vian; Herring, Eric; Miller, David and Piers Robinson (2018) ‘Organised Persuasive Communication: a new conceptual framework for research on public relations, propaganda and promotional culture’ Critical Sociology
Habermas, J. (1984) The Theory of Communicative Action, Volume 1: Reason and the Rationalization of Society. trans. by Thomas McCarthy, Boston: Beacon Press.
Ramsay (2000a). ‘Justifications for Lying in Politics’ in Lionel Cliffe, Maureen Ramsay and Dave Bartlett (eds.) The Politics of Lying. London: Macmillan. pp: 3-26. Ayrıca bkz: Ramsay (2000b). ‘Democratic Dirty Hands’ in Lionel Cliffe, Maureen Ramsay and Dave Bartlett (eds.) The Politics of Lying. London: Macmillan. pp: 27-42.
Bok, Sissela (1999). Lying: Moral Choice in Public and Private Life. Sussex: Harvester
Arendt, Hannah (1973) ‘Lying in Politics’ in Crises of the Republic. San Diego, CA: Harcourt, Brace & Co.
Sheehan, N. (1971). The Pentagon Papers. New York, NY: Bantam.
Arendt, Hannah (1973) ‘Lying in Politics’ in Crises of the Republic. San Diego, CA: Harcourt, Brace & Co.
Althusser, L. (1969) For Marx, (Allen Lane).
Hall, S. (1977) ‘Culture, the media and the ideological effect’, in J. Curran, M. Gurevitch and J. Woollacott (eds)., Mass Communication and Society, London: Edward Arnold.
Miller, D., (2002) 'Media Power and Class Power: Overplaying Ideology', in L. Panitch and C. Leys (eds) 'A World of Contradictions', Socialist Register 2001, London: Merlin Press, US: Monthly Review Press, Canada: Fernwood Publishing.
Herman, N., and Chomsky, N. (1988) Manufacturing Consent: the political economy of the mass media, (New York: Pantheon).
Herman, N., and Chomsky, N. (1988) Manufacturing Consent: the political economy of the mass media, (New York: Pantheon).
Bakir, Vian; Herring, Eric; Miller, David and Piers Robinson (2018) ‘Organised Persuasive Communication: a new conceptual framework for research on public relations, propaganda and promotional culture’ Critical Sociology
Lippman, W. (1955) Essays in the Public Philosophy (Boston: Little, Brown). Lasswell, H. Ralph Casey and Bruce Lannes Smith, (1935) Propaganda and Promotional Activities: An Annotated Bibliography (Chicago: University of Chicago Press).
Bernays, E. L. (1928). Propaganda. New York: H. Liveright.
Taylor, P.M. (2002), ‘Perception Management and the ‘War’ Against Terrorism’, Journal of Information Warfare, 1(3): 16-29.
Miller, D. and Dinan, W., 'The Rise of the PR industry in Britain 1979-1998', European Journal of Communication, 15(1) March 2000
Miller, David (2004) ‘The propaganda machine’, in D. Miller (ed.) Tell Me Lies: Propaganda and Media Distortion in the Attack on Iraq, London: Pluto Press, pp. 80–99.
Bakir, Vian; Herring, Eric; Miller, David and Piers Robinson (2018a) ‘Organised Persuasive Communication: a new conceptual framework for research on public relations, propaganda and promotional culture’ Critical Sociology
Wroe, A. (1992) Lives, Lies and the Iran-Contra Affair. (London: IB Tauris)
Sheehan, N. (1971). The Pentagon Papers. New York, NY: Bantam.
Herring, E. and P. Robinson (2014/15) ‘Report X Marks the Spot: The British Government’s Deceptive Dossier on Iraq and WMD’. Political Science Quarterly 129(4): 551-584.
Bakir, Vian; Herring, Eric; Miller, David and Piers Robinson (2018b) ‘Deception and Lying in Politics’ in Jorg Mauber (ed) Oxford Handbook on Lying, Oxford University Press.
Rawnsley, Gary. "Monitored Broadcast and Diplomacy." Media, Culture & Society 21, no. 1 (1999): 79–95.
Bakir, Vian. (2013) Torture, Intelligence and Sousveillance in the War on Terror: Agenda-Building Struggles. (Farnham: Ashgate).
Griffin, T, Aked, H, Miller, D. and Marusek, S. (2015) The Henry Jackson Society and the Degeneration of British Neoconservatism: Liberal interventionism, Islamophobia and the ‘war on terror’ (Spinwatch, Public Interest Investigations).
Sayeed, T. (2016) ‘Chomsky and his Critics’ in Mondoweiss, 19 February 2016. http://mondoweiss.net/2016/02/chomsky-and-his-critics/.
Hayward, Tim. "Human Rights, Systemic Wrongs and the Case Against Amnesty International." Open Democracy, 2017
Beeley, V. (2015) ‘Syria’s White Helmets: War by Way of Deception Parts 1 and II’, 21st Century Wire.
Barnett, M.C. (2005) ‘Humanitarianism Transformed’, Perspectives on Politics, 3(4): 723-740.
The White Helmets" adlı belgesel film, 2016 yılında yayımlanmış ve 89. Akademi Ödülleri'nde (Oscar) En İyi Kısa Belgesel kategorisinde ödül kazanmıştır.
Belgesel, Suriye'deki sivil savunma gönüllüleri olarak bilinen Beyaz Miğferler'in çalışmasını ve savaşın yıkıcı etkilerine rağmen hayat kurtarma çabalarını anlatır. Yönetmenliğini Orlando von Einsiedel, yapımcılığını ise Joanna Natasegara üstlenmiştir.
Örneğin, Christopher Simpson'ın Science of Coercion (Zorlama Bilimi) adlı kitabı, FOI (Amerika'da yasaya bağlı Bilgi Edinme Hakkı) bültenleri de dahil olmak üzere çeşitli kaynaklardan yararlanmakta ve iletişim bilimi/çalışmaları akademik disiplini ile ABD psikolojik operasyonları (psy ops) arasındaki ilişkinin 1945-1960 yılları arasında nasıl geliştiğini özenle belgelemektedir. Bu çalışma, Akademi ve ABD hükümeti arasındaki karşılıklı bağımlılığı güçlü bir şekilde vurgulamakta ve iletişim biliminin/çalışmalarının çok temel bir anlamda bugüne kadar siyasi iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda şekillendiğini güçlü bir şekilde ortaya koymaktadır. Bkz: Simpson, C. (1994) The Science of Coercion: Communication Research and Psychological Warfare, 1945-1960 (1994: Oxford University Press: Oxford).
Schou, N. (2016) Spooked: How the CIA Manipulates the Media and Hoodwinks Hollywood (Skyhorse Publishing; New York).
Herring, E. and P. Robinson (2014/15) ‘Report X Marks the Spot: The British Government’s Deceptive Dossier on Iraq and WMD’. Political Science Quarterly 129(4): 551-584.
Editör notu: Eric Schattschneider’in 1960 yılında yayımladığı "The Semisovereign People: A Realist's View of Democracy in America" adlı eser, Amerikan demokrasisinin işleyişine dair eleştirel bir analiz sunar.
Bu kitapta Schattschneider, çıkar gruplarının siyaset üzerindeki etkisini ve bu etkinin demokratik süreçler üzerindeki yansımalarını inceler. Özellikle çıkar gruplarının faaliyetlerinin toplumun tüm kesimlerini eşit şekilde temsil etmediğini ve bu durumun demokratik katılımı sınırladığını vurgular. Schattschneider, çıkar gruplarının genellikle üst sınıfın çıkarlarını yansıttığını belirterek, "The flaw in the pluralist heaven is that the heavenly chorus sings with a strong upper-class accent" (Çoğulcu cennetteki kusur, ilahi koronun güçlü bir üst sınıf aksanıyla şarkı söylemesidir) ifadesiyle bu durumu eleştirir.
Ayrıca, Schattschneider, siyasal çatışmaların kapsamının genişletilmesinin ve rekabetçi bir parti sisteminin, halkın karar alma süreçlerine katılımını artırmada önemli olduğunu savunur. Bu bağlamda çıkar gruplarının dar kapsamlı etkilerinin ötesine geçerek geniş tabanlı siyasal katılımın teşvik edilmesi gerektiğini öne sürer.
Miller, D., (2002) 'Media Power and Class Power: Overplaying Ideology', in L. Panitch and C. Leys (eds) 'A World of Contradictions', Socialist Register 2001, London: Merlin Press, US: Monthly Review Press, Canada: Fernwood Publishing.
Bennett, W.L. and Livingston, S.L. (2018) ‘The disinformation disorder: disruptive communication and the decline of democratic institutions’, European Journal of Communication 33(2): 122-139.
McGovern, R. (2018) ‘The FBI Hand behind Russia-gate’, Consortiumnews, Available online https://consortiumnews.com/2018/01/11/the-fbi-hand-behind-russia-gate/.
Robinson, P. (2017) ‘Learning from the Chilcot Report: Propaganda, Deception and the “War on Terror”’, International Journal of Contemporary Iraqi Studies, 11(1&2): pp: 47-73.
Robinson, P. (2017) ‘Learning from the Chilcot Report: Propaganda, Deception and the “War on Terror”’, International Journal of Contemporary Iraqi Studies, 11(1&2): pp: 47-73.
Castells, M. (2009). Communication Power. Oxford: Oxford University Press.
Fielding, N., & Cobain, I. (2011). The role of intelligence services in modern democracies: Surveillance, control, and the erosion of civil liberties. Oxford University Press.
Greenwald, G. (2014) ‘How Covert Agents Infiltrate the Internet to Manipulate and Deceive’ The Intercept, Feb 25 2014.
Wooley, S.C. and Howard, P.N. (2017) Computational propaganda worldwide: Executive summary, Computational propaganda research project, Working Paper No. 2017. Oxford: Oxford University.