İnsanlık tarihindeki en etkili kültür endüstrisi ve en güçlü silahlı kuvvetler olarak dünya lideri olma özelliğini sürdürmesine rağmen, bocalayan makinenin maliyeti son derece görünür bir halde.
'Dünyada kalan tek ilkel toplum' üzerine Tocquevillian bir seyahatname yazmak için Reagan'ın Amerika'sında seyahate çıkan Jean Baudrillard, 1980'lerin sonunda ABD'nin gücüyle ilgili bir paradoksa dikkat çekmişti:
“Amerika artık aynı hegemonyaya sahip değildir”, ancak ”bir anlamda tartışmasız ve tartışılamazdır’’.
Bunu takip edecek olan (Birinci Soğuk Savaş sonunda ortaya çıkan) tek kutupluluğu öngören Baudrillard, 'Amerikan gücünün kendi ruhu ya da dehasından ilham alıyor gibi görünmediğini', daha ziyade 'ataletle çalıştığını' da iddia etmişti
Jean Baudrillard, epey ses getiren Simülasyonlar ve Simulakrlar kuramının ardından, Amerika’yı düşüncesinin nesnesi haline getirirken; ‘Yapmanız gereken şey Amerika'nın kurgusuna girmek, Amerika'ya kurgu olarak girmek. Gerçekten de bu kurgusal temel üzerinde dünyaya hükmediyor’ önermesini ileri sürmüş, oldukça önemli bir 20.yy filozofudur.
1980’li yılların başında çıktığı uzun Amerika gezisine dair, 1986 senesinde, ‘‘Dikkat! Bu aynadaki nesneler göründüklerinden daha yakın olabilir!‘‘ mottosu ile başladığı bir tür kartpostallar seçkisi gibi yaptığı gözlemlerini derlediği, orjinal ismi Amerique olan eserini yayımlamıştır.1
Baudrillard’ın bu çalışması akademik bir incelemeden çok, bir düşünürün seyahatnamesidir.
Baudrillard, Amerika'nın çöl manzaralarını hem fiziksel hem de metaforlar olarak ele aldığı eserinde, özellikle ‘‘Çöl ve Simulakr’’ benzeştirmesini yapar. Çöl, Baudrillard’a göre, Amerikan toplumunun gerçeğin yerini almış temsiller olan simulakrlar ile dolu gerçeküstü doğasını simgeler. Çöl, aynı zamanda modernliğin "hiçlik" ve "boşluk" arayışına denk düşer.
Bu kavramsal zeminin üzerinde Baudrillard, Amerika'nın bir "yüzey kültürü’’ olduğunu öne sürer. Amerikan toplumunda derinlik ya da tarihsellik yerine hız, görüntü ve yüzeysel hazlar baskındır ve aslında bu haliyle Amerikan kültürü batıcıl değerler kümesinde oldukça radikal bir evrimdir.
Amerikan toplumunu özünde tarihsiz, sürekli şimdide yaşayan bir kitle olarak tanımlayan Baudrillard’ın bu seyahatnamesi elbette 1980’ler Amerika’sına odaklanır. Bu açıdan Amerika’nın tam anlamıyla bir tüketim toplumu olduğu, Hollywood, Las Vegas gibi ‘Entertainment’ üretimhaneleri ile gerçekliğin yerini almış simülakrların cennetini tasvir etmektedir.
Bu tasvirlerin içerisinde ise otoyollar önemli bir yer tutar. Baudrillard sık sık Amerikan otoyollarını özgürlüğün, ‘‘hızın ve modern mitolojinin bir simgesi’’ olarak dillendirirken. Hız kavramı ile modernitenin ve Amerikan yaşam tarzının temel bir unsurunu aslında deşifre etmektedir, ve oldukça önemli bir şekilde Atalete vurgu yapar.
***
Bir 'Ruh ya da Deha'dan pek eser yok…
Baudrillard'a göre, daha 1980’li yıllarda Amerika, Amerikan gücünün gerçek krizini yaşamaktaydı; 'ataletin potansiyel stabilizasyonu, boşlukta güç varsayımı', tıpkı 'aşırı korunan bir organizmada bağışıklık savunmasının kaybı' gibi.2
Eğer ABD başlangıçta gücün özelliklerine sahipse, şimdi 'yüz gerdirme aşamasında' mıydı? Yoksa daha ziyade bir ‘histeresis’ aşamasına mı giriyordu; bir şeyin (manyetik alan içerisinde) ataletle gelişmeye devam ettiği, nedeni ortadan kalktığında bile bir etkinin devam ettiği bir süreç miydi bu?
Baudrillard bunun için iki açıklama önerdi; Birincisi, güvenilir rakiplerin yokluğuydu; 1980’li yıllar itibariyle ABD, 1945'ten sonraki yirmi yılda artık daha güçlüydü ama ona karşı olan fikirler ve tutkular da daha güçlüydü: 'Artık gerçek bir muhalefet yok; mücadeleci çevre şimdi yeniden emildi (Çin, Küba, Vietnam); büyük anti-kapitalist ideolojinin içi boşaltıldı'.
İkinci açıklaması ise daha içsel bir dinamizm kaybına dayanıyordu; ‘'Ama burada da, Amerikan makinesinin akıntıda bir kırılma ya da büyünün bozulması gibi bir şey yaşadığı oldukça açık görünse de, bunun bir depresyonun mu yoksa makinenin aşırı soğumasının mı ürünü olduğunu kim söyleyebilir?’’3
2024'ün Amerikan siyasi manzarasına bakıldığında ise Baudrillard'ın teşhisi bir kehanet gibi görünüyor: Tahran'dan Moskova'ya ve Pekin'e kadar her yerde düşmanlar var; Filistin'in Lübnan, Yemen, Suriye ve Irak'taki zor durumda kalan savunucularından bahsetmeye bile gerek yok; ancak bir 'ruh ya da deha'dan pek eser yok.
Okinawa'dan Guam'a, Ramstein ve İncirlik'e uzanan resmi bir imparatorluk; küresel rezerv para birimi üzerinde tartışmasız kontrol; insanlık tarihindeki en etkili kültür endüstrisi ve en güçlü silahlı kuvvetler gibi dünya hegemonu olma özelliğini sürdürmesine rağmen, Amerika'nın bocalayan makinesinin maliyeti son derece açık hale geldi: ‘‘Küreselleşmiş ucuz işgücü, dipsiz hane halkı borcu gibi çeşitli halsizlik yamaları 2008'de çözülmeye başladı; bir sonraki düzeltme turu, sıfıra yakın faiz oranları, teknoloji tekellerine ve süper zenginlere fon aktarırken bir konut krizini tetikledi.’’
2008 krizinin ardından yapılan gösterilerden bir kare. Kaynak: https://www.pbs.org/newshour/politics/how-the-2008-financial-crisis-fuels-todays-populist-politics
Amerikan Siyasetine Damgasını Vuran Popülizmler
Geçtiğimiz on yıl boyunca, ülkenin siyasi sahnesi bir dizi olağanüstü sarsıntı geçirdi; iki parti ve seçmenler birbirlerinden giderek uzaklaşıyor gibi görünüyor. Amerika'nın dünya sahnesindeki rakipsiz hakimiyetine ve devam eden kültürel cazibesine rağmen, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler artık aynı siyasi alanda birlikte yaşamayı neredeyse imkansız buluyor.
Son başkanlık seçimlerinde liberal demokrasinin temel önermeleri -meşru muhalefet, iktidarın barışçıl yollarla el değiştirmesi, anayasal süreklilik- tartışmalı hale geldi.
Sokaklarda ve mahkemelerde parlamento dışı seferberlik tepeden teşvik edildi; Trump karşıtı Direniş, 6 Ocak İşgalcileri ile eşleşti; 45. Başkan'a karşı açılan davalar, 46. Başkan'ın bahtsız oğlunun yargılanması ile sonuçlandı. 'Atalet yoluyla istikrar' Amerikan elitlerinin halklarından ve birbirlerinden rıza satın alma kapasitelerini aşındırdı.
Andrew Jackson'ın 1828'de ilk doğrudan başkanlık oylamasıyla seçilmesinden bu yana -ki bundan sonra seçmenler Oval Ofis'te bir yemek düzenleyebilmişlerdi- Amerikan siyasetine demotizm ve plütokrasinin bir bileşimi (Çn: Popülizmin Temel Nüveleri) damgasını vurdu. 4
2024'te, bu karışımın geç modern bir yorumu yetenekle sunuldu, ancak önceki başkanlık döngülerinde bulunmayan ve ABD'nin yurtiçi ve yurtdışındaki siyasi gelişmeler üzerindeki kontrolünü giderek kaybettiği duygusuyla gölgelenen ve zihinsel kapasitesi bir varsayım meselesi olan bir devlet başkanında sembolize edilen bir paranoya belirtisi olmadan değil.
Geçtiğimiz yıl bu çalkantının devam etmesine sahne oldu. Yavaş yavaş soğuyan enflasyonist bir ekonomiye ve dikiş yerlerinden patlayan uluslararası bir düzene başkanlık eden Harris ve Biden'ın Demokratları, önümüzdeki on yılda Amerikan gücü üzerindeki hakimiyetlerini sağlamlaştırmak ve dünya ekonomisini yeşil bir geçiş yoluna sokmak için yatay bir blok oluşturmaya çalıştılar.
Bu esnada, GOP-The Great Old party (Cumhuriyetçiler) Bonapartist sürüklenişine tamamen razı oldu: kitlesel kıyafetten çok iş karteli olan içi boşaltılmış bir parti, kendilerini rejim değişikliği için hazırlayan Trump yöneticileri tarafından sömürgeleştirildi.
Parti kongreleri ise birer vitrindi: WWE güreşçileri ve country yıldızları RNC'de adaylarına zarar gelmemesi için fiziksel kalkan sözü verirken, Georgia rapçileri DNC'de eyalet açıklamaları için geri sayım yapıyordu; Trump için Sun Belt delikanlıları, Harris için Ivy League şairleri, sahneye çıktılar.
İki partinin sosyal anatomisi, 2010'larda Amerikan politik ekonomisinin değişen tektoniğini yansıtıyor; sözde yeşil kalkınmanın zorunlulukları ile karada ve denizde fosil yakıt üretiminin zorunlulukları arasında sıkışmış durumda; enflasyonla mücadele ve dünyanın en güvenli varlığı olarak dolara olan talebin devam etmesi. Bu kompleksin etrafında iki blok kümelendi.
Bir tarafta Trump ve yandaşları etrafında toplanan, çoğunlukla yeni muhafazakar partinin önde gelen isimlerinden arındırılmış, banliyö muhafazakarlarını periferideki mavi yakalı işçilerle takas eden, kırsal küçük burjuvalar, banliyö orta düzey yöneticileri, emlak kapitalistleri, kripto tüccarları, Silikon Vadisi'nin sağcıları ve 1980'lerin laissez-faire saldırısından kurtulan çelik üreticileriyle birlikte sınıflar arası, karbon yoğun bir koalisyon var.
Reagan'ın bir araya getirdiği koalisyonun aksine, Trump'ın koalisyonu üniversite mezunu beyazlardan yoksun, ancak diplomasız beyazlar tarafından destekleniyor.5
Amerikan Anayasası'nın çoğunluk karşıtı özelliklerinden büyük ölçüde faydalanıyor ve yetkisi için hem resmi hem de gayri resmi seçmen baskısına güveniyor. (Seçimlerden önce) Bu kitleyi harekete geçirme kapasitesi, Trump'ı devlet fonlarına erişimini garanti altına almak için kullanmayı uman Ford benzeri bir teknoloji kralı (Elon Musk) tarafından desteklenirken, bazı işçi liderleri partide ortak karar alma planları ve toplu ücret pazarlığı ile resmi olarak ilgilenen bu yeni revizyonist sağcılığa şimdiden ısınmışlardı.
Diğer tarafta ise 'sınıflar arası' kavramını yeniden tanımlamış gibi görünen geniş çadırlı bir Demokrat Parti duruyor. Sosyolojik olarak, Demokrat Parti artık kentli profesyonelleri, sol-liberal aktivistleri, sivil haklar gazilerini, istihbarat ajanlarını ve Palo Alto 'ilericilerinden' Wall Street haute finance'e kadar Amerikan sermayesinin her kesimini barındırıyor.
Bu yıl Chicago'da düzenlenen Ulusal Kongre'ye katılan bir ziyaretçi, partinin artık emeğin ve sermayenin partisi; borçluların ve bankacıların partisi; Ivy League ile alay eden ama büyük ölçüde Ivy League'liler tarafından yönetilen bir parti; anti-tekelcilerin ve Silikon Vadisi'nin partisi olarak hareket ettiğini belirtti; göçmenlerin ve sınır güvenliğinin partisi; içeridekilerin ve dışlanmışların partisi; futbol takımının ve kız öğrenci birliğinin partisi; ailenin ve özgürlüğün partisi; ateşkeslerin ve savaş makinesinin partisi; faşizme karşı çıkan ama soykırıma yardım eden parti.6
Benjamin Netanyahu & Kamala Harris
Ancak bu eşitlikçi yaklaşımın düzeltilmesi de gerekir: Demokratların iktidar çevrelerinde bankacılar ve savaş tacirleri, tabanında ise borçlular ve dışlanmışlar çoğunluktadır. Belki de en yakın karşılaştırma, sanayi proletaryasının dışarıda bırakıldığı ve finans sermayesinin imalatçı muadiline karşı sağlam bir şekilde eyerde oturduğu tersine çevrilmiş bir Peronist kalkınma bloğu olabilir.
Görünürde, mevcut Amerikan siyasi sahnesi 1990'lar ve 2000'lerin başındaki durgunluk dönemleriyle belirgin bir tezat oluşturmaktadır. O dönemde, seks skandalları ve seçim sahtekarlıkları üzerine yapılan gazetecilik tartışmaları, Amerikan nüfusunun kamusal yaşamdan giderek uzaklaşmasının üzerini örtüyordu. Katılım oranı 1996 başkanlık seçimlerinde oy verme yaşındaki nüfusun yüzde 49'una kadar geriledi.
Üç yıl sonra Clinton, Rawls'a 'belki de yirminci yüzyılın en büyük siyasi filozofu' olarak başkanlık madalyası verirken ve Rawls 'bir nesil bilgili Amerikalının demokrasiye olan inancını yeniden canlandırmasına yardımcı olurken', halkın kopuşu Jim Crow ve İlerici dönemin başlarını anımsatan seviyelere ulaşıyordu.7
Ancak günümüzde işletmeler ve topluluk dernekleri sanayisizleşme ve muzaffer piyasa mantığının etkisiyle eriyor. Her zaman kusurlu parti rekabetinin bir örneği olan Amerikan ikili tekeli, rekabetsizliğin etkili bir örneği haline geliyor; siyaset bilimci Elmer Schattschneider'in bir zamanlar adlandırdığı gibi yarı egemen halk, giderek egemen olmaktan çıkıyor.8
Gerçekçi olmak gerekirse artık kültür savaşları tek başına bir rekabet simülasyonu sunuyor.
Tarihçi Charles Maier'in 1990'lardaki Amerikan siyasi kültürü hakkında belirttiği gibi “siyaset”, “o kadar tatmin edici görünüyordu ki, ülke, başkanının bir Beyaz Saray stajyeri tarafından cinsel organının tatmin edilmesinin ‘seks’ olup olmadığı gibi acil bir konuyla meşgul edilebiliyordu’’.9
Bill Clinton ve Monica Lewis; Oval Ofiste Amerikan başlanına ‘oral seks’ yaptığı ortaya çıkan Beyaz Stajyerinin 1987 senesinde ortaya çıkartılan skandalı hakkında.
Bu post-politik sessizlik 2000'li yılların başlarına kadar devam etti.
Perry Anderson'ın 2000 seçimleri üzerine yaptığı bir değerlendirmede belirttiği gibi, başkanlık yarışındaki adaylar arasındaki seçim yanılsaması, yarışmanın temelinde yatan uzlaşmanın katılığını gizliyordu. Al Gore'un başkanlığı kaybetmesi, 'tahmin edilebileceği gibi, bunu halk iradesinin eşi benzeri görülmemiş bir şekilde çalınması ve en korkunç sosyal ve siyasi sonuçları olan bir rejimi başlatması olarak tasvir eden partizan efsanelere yol açmıştı'.
Yine de Anderson'a göre 'her iki iddiaya da soğukkanlı bir şekilde şüpheci yaklaşmak için her türlü neden vardı'; 'Gore ve Bush arasındaki fark' sonuçta 'mütevazıydı' ve 'efsaneyi benimseyen bir Sol, kendisini iki parti normunun dışında düşünemeyen, Demokratik kuruluşun korkmuş bir bağımlılığı olarak ifşa etti'.10
Anderson'ın Obama'nın seçilmesinin arifesinde yinelediği gibi, 'partizan çatışması ve ideolojik gerilim Avrupa'dakinden çok daha yoğun', bunun nedeni artan toplumsal çatışma değil, 'Amerika'nın şizofrenik değer sistemi - yaşamın en dizginsiz ticarileştirilmesi ile en dindar kutsallaştırılmasını birleştiren bir kültür: eşit uçlarda 'liberal' ve 'muhafazakâr'', 'sermaye karşıtlığı ile neredeyse hiç ilgisi artık kalmamış bir halde.
Çeyrek yüzyıl gibi kısa bir süre sonra, Anderson tarafından sunulan portrenin bazı koordinatları artık açıkça güncelliğini yitirmiş görünüyor. Mali krizin net bir dönüm noktası olmasıyla birlikte, kampüslerde ve sokaklarda protestolar gözle görülür bir artış gösterdi. George Floyd'un 2020'de öldürülmesinin ardından düzenlenen Black Lives Matter (Siyahların Hayatı Değerlidir) gösterileri, ulusal tarihteki en çok sayıda toplumsal protesto örneği olarak kayıtlara geçti.
6 Ocak'ta Biden'ın yemin törenine karşı düzenlenen eylem de bir başka zirve noktası oldu. Seçimlere katılım da arttı. Kasım 2008'de Wall Street uçurumun kenarındayken, katılım oy verme çağındaki nüfusun yüzde 57'sine ulaştı. Bu oran 2020'de yüzde 61,5'e ulaşarak 1900'den bu yana bir başkan adayı için oy kullanan Amerikalıların en yüksek oranına ulaştı.
1990’lardan bu zamana değin siyasi duygular sadece daha hararetli değil aynı zamanda daha inatçı hale geldi. Yüksek Mahkeme'nin 2000 yılında Florida'daki yeniden sayımda Bush Jr. lehine verdiği karara duyulan öfkenin yatışma hızıyla karşılaştırıldığında, ister sağdan ister soldan gelsin, sözde demokratik gerileme örnekleri artık sürekli bir öfkenin konusu.
Bir başka yüksek duygu ölçütü: geçtiğimiz sezon başkanlık suikast girişimlerinin sıklığı son kırk yıldaki tüm kampanyaları geride bıraktı.
Trump’a düzenlenen ilk suikastin hemen ardından
On dokuzuncu yüzyılın sonlarında üç suikast girişiminde bulunulmuştu -1865'te Lincoln, 1881'de Garfield, 1901'de McKinley- bunu yaklaşık altmış yıl sonra Kennedy ve 1981'de Reagan'a yapılan başarısız suikast takip etti. Son iki ay içinde Trump'ın hayatına yönelik iki girişimde bulunulması, Amerikan vatandaşlarının önümüzdeki seçimlerde nasıl bir matrisle karşılaşacaklarının açık bir göstergesidir.
Kutuplaşmış, paranoyak, sıfır toplamlı Amerikan siyasi yaşamı, oylama sayıları, halkın katılımı ve kültürel partizanlık açısından Avrupa'nın çoğunu geride bırakmış durumda. İktidar düzenine rıza gösterilmesi artık doğal karşılanamaz.
Yine de diğer açılardan Anderson'un analizinin temelleri zamanın testinden geçmiştir: Her iki parti de, küçük değişikliklerle birlikte, Amerika'nın yurtdışındaki hiper gücünü korumaya kararlıdır. Piyasalaştırmanın çeşitleri hala siyasi teklifleri karakterize etmektedir: Demokratlar tarafında, sübvansiyonlar ve kar garantileri yoluyla ekolojik yatırımı teşvik eden bir transfer devleti; Cumhuriyetçiler için tarife duvarları ve vergi indirimleri.
***
Analojiler: Amerika’nın Bugünü Neye Benziyor?
'Parti' terimi, seçilmiş yetkililer, bağışçılar, reklamcılar ve müstakbel adaylardan oluşan, resmi üyelik modelleri olmayan ve STK personeli dışında sivil toplum altyapısı yok denecek kadar az olan bu gevşek birliktelikler için belki de fazla gurur okşayıcı. Cumhuriyetçiler ve Demokratlar, Engels tarafından 1891'de tanımlanmalarından bu yana çok az değişmiş olan para-devlet gemileri olarak daha iyi anlaşılmaktadır:
‘‘Kuzey Amerika'da olduğu kadar hiçbir yerde 'politikacılar' ulusun daha ayrı ve güçlü bir kesimini oluşturmaz. Burada, birbiri ardına iktidara gelen iki büyük partiden her biri, sırayla siyasetle uğraşan kişiler tarafından kontrol edilmektedir. Burada, devlet iktidarını dönüşümlü olarak ele geçiren ve onu en yozlaşmış araçlarla ve en yozlaşmış amaçlar için sömüren iki büyük siyasi spekülatör çetesi buluyoruz.’’
Bu arada, on yıl süren siyasi çalkantıların ardından, kitlesel siyaset dönemini karakterize eden sivil üyelik ve dernek yoğunluğu seviyeleri, 1990'larda düştükleri tarihi dip noktalarından ancak toparlanabilmiştir. Borç odaklı hizmet ekonomilerinde faaliyet gösteren yeni toplumsal hareketler için, çevrimiçi dünyanın dayanışmaları, topluluk ve işyeri dayanışmalarının yerini almakta hâlâ yeterince başarılı değildir.
Tahmin edilebileceği üzere, bu durum kıyı entelijansiyası tarafından çılgınca bir tarihsel benzetme turunu başlatmıştır.
Analistlere göre ABD kendi Weimar anını yaşıyor, Yaldızlı Çağ'a geri dönüyor, Nixon döneminin başlarına ışınlanıyor ya da Eski Dünya'nın Din Savaşları'nı yeniden yaşıyor. Burada bazı baskın unsurlar elenebilir.
Trump'ın 2016'daki yükselişinden bu yana, bir dizi tarihçi ve alt-entelektüel ülkenin faşizme kayma eğiliminde olduğu kehanetinde bulundu. Terörize edilmiş Springfield sakinleri, artan paramiliter faaliyetler ve imhacı retorik hakkındaki hikayeler genellikle söz konusu argümanı oluşturuyor; Proud Boys, Freikorps militanlığının geri dönüşü ve 2025 Projesi'ne adanmış bir parti kadrosu.12
Trumpizm burada bir önceki yüzyıla özgü aşırı sağcı bir tehdidin çağdaş bir yinelemesini sunuyor.
Bu karşılaştırma (Trumpizm=Faşizm) pek çok açıdan yetersiz kalmaktadır. Hepsinden önemlisi, yirminci yüzyıl boyunca aşırı sağ tehdidin kilit unsurlarından birini bastırıyor: devrimci bir atılımın eşiğinde bir solun varlığı.
Üçüncü Dönem'de sunulan en geleneksel analizlerde bile faşizmin ikili bir zaman çizelgesinde anlaşılması gerekiyordu: Büyük Savaş'tan sonra burjuva sınıflarının yönetimlerini istikrara kavuşturamaması ve giderek militanlaşan bir proletaryanın devlet iktidarı için mücadele etmesi.
Bu arafta sıkışan yönetici elitler, anti-kapitalist tehdidi ezerek çıkmazı çözmek için hayal kırıklığına uğramış gazilerin partilerini devreye girmeye davet etti; faşizm devrimci ara dönemin hem çözümünü hem de bastırılmasını ifade etti. Bu özelliklerin hiçbiri çağdaş Amerikan vakası için geçerli değildir. O halde faşist sezgi neyi başarıyor?
Bunun ana sonucu, hoşnutsuz solu daha az kötü olan kapitalist efendilerinin arkasında toplamaktır -sanki Biden'ın suçları Trump'ınkilerin yanında bir hiç kalırmış zannı ile.
Daha anlamlı bir benzetme ise ABD'nin 'ikinci bir Parlak Çağ' yaşadığı iddiasıdır.13 O dönemde, İkinci Sanayi Devrimi'nin ortasında son derece eşitsiz bir ekonomi üzerinde parti kutuplaşması hüküm sürüyordu. Bazı benzerlikler de yok değil. Son röportajlarında Trump, çelik sektörünü küresel kapasite fazlalığına karşı korumayı umarak 'McKinley benzeri gümrük vergilerinin' kapsamını ima ederken, doların devalüasyonu artık bir seçenek olarak değerlendirilmektedir.
1901 senesinde uğradığı suikaste kadar Amerika Birleşik Devletleri’nin 25. başkanı olarak görev yapmış olan William McKinley
Aynı dönemde, parti dışından gelen popülist bir isyan, para arzını gevşetmek isteyerek partiyi farklı bir yöne yönlendirdi. O zaman da bugün olduğu gibi Demokratlar, baskıcı altın standardından ayrılmayı savunan, ağırlıklı olarak enflasyonist bir koalisyon olarak görülürken, Cumhuriyetçiler ülkenin endüstriyel kalkınma yörüngesini korumaya kararlı deflasyonist bir blok olarak öne çıkıyordu.
Burada analojiler hızla son buluyor. Popülizm, gevşek bir şekilde koordine edilmiş aktörlerden oluşan dijital bir ekipten ziyade, Güney ve Ortabatı'da zaten bir yer edinmiş olan bir kooperatif çiftçilik hareketinden doğdu; ancak uzun bir gecikmeden sonra Demokratlarla işbirliği yapmaya zorlandılar. Bu sınır köylüsü kendisini kurumsal modernitenin içine sokmaya çalıştı. Dönem, Amerikan gücünün durgunlaşmak yerine yükseldiği bir dönemdi; ABD çelik üretimi 1890'larda İngiltere'yi çoktan geride bırakmıştı; kitlesel göç tüm zamanların en yüksek seviyesindeydi.
Baudrillard'ın da dediği gibi, makine yeni yeni harekete geçiyordu.
Bu parametrelerin hiçbiri bugün geçerli değildir. Aksine, çağdaş durum, tarihsel örneklerle ilişkilendirilmesi zor, inatçı bir melez sunmaktadır. Bir taraftan halkın Amerikan siyasetine katılımı 1990'lar ve 2000'lerin başındaki kopuşa kıyasla göreceli bir canlanma göstermiştir ama aynı zamanda, kurumsallaşmış katılım tüm zamanların en düşük seviyelerinde seyrederken, Amerikan partileri daha da kartelleşmiş ve medya ya da bağışçı sınıflarla kaynaşmıştır.
Burada bazı biçimlendirmeler yapmak mümkün: bir yanda seferberlik derecelerini ölçen bir siyasallaşma ekseni, diğer yanda ise sivil bağlılık ve üyelik derecelerini ölçen bir sosyal eksen. Bunlar üzerinde çizilen ilk çizgi - katılım, protesto faaliyeti ve siyasi suikastların toplamı - 2008 kredi krizinin ardından belirgin bir yükseliş göstermektedir.
Aynı zamanda, bu yukarı doğru eğimli eğri aşağı doğru eğimli bir çizgi ile kesişmektedir: Sivil katılımı izleyen endekslerde sürekli bir düşüş söz konusu. Son 'protesto on yılı' boyunca, Amerikan üye kuruluşlarındaki seküler düşüş sadece hızlandı; sendikalar, kulüpler, dernekler, siyasi partiler ve şimdi-Amerikan yaşam tarzı için olağanüstü bir şekilde- kiliseler, yeni bir dijital medya devresinin yükselişi ve sıkılaşan iş yasaları ile daha da şiddetlenen ve 2020'nin gerçek salgınından metastaz yapan 'yalnızlık salgını' ile birleşen üye kaybetmeye devam etti.
Sonuç olarak, Amerikan sivil yaşamının erozyonu hızla devam ederken, ülkenin kamusal alanı, hükümet binalarının basılmasından çevrimiçi komplo teorilerine kadar giderek daha fazla sarsıcı ajitasyon ve tartışma olaylarına maruz kalıyor. Genel hoşnutsuzluk siyasi duyguları körükleyerek yükseliyor; polis ırkçılığına ya da Siyonist şiddete veya göçmen suçlarına ya da Çin hava balonlarına duyulan öfke taşıyor.
Bu noktada 'hiper-siyaset' kavramı oldukça işimize yarayabilir.
***
Açık siyasi sonuçları olmayan bir siyasallaşma biçimi: Hiper-Siyaset.
Post-politika 2010'larda sona ermiştir; kamusal alan yeniden politize edilmiş ve yeniden büyülenmiştir, ancak çevrimiçi dünyanın akışkanlığını ve geçiciliğini çağrıştıran daha bireysel ve kısa vadeli terimlerle. Bu, siyasetin 'düşük' bir biçimidir -düşük maliyetli, düşük girişli, düşük süreli ve çoğu zaman düşük değerli. Hem kamusal ve özelin radikal bir şekilde ayrıldığı Clintoncu 1990'ların post-politikasından hem de yirminci yüzyılın geleneksel kitlesel siyasetinden farklıdır, ABD'de her zaman düşüktür.
Amerikalılara kalan şey ise kedisi olmadan sırıtan bir yüz hali: Sadece zayıf politika etkisi veya kurumsal bağları olan bir siyasettir. Bu, siyasetin her daim 'düşük seviyesidir'. Düşük maliyetli, düşük seviyedelerde girdileri olan, kısa süreli ve çoğu zaman değersizleşmiş halidir.
Hem kamusal ve özelin radikal bir şekilde ayrıldığı Clintoncu 1990'ların post-politikasından hem de yirminci yüzyılın geleneksel kitlesel siyasetinden farklıdır, ABD'de her zaman düşüktür.
Amerikalılara kalan şey ise sadece zayıf politika etkisi veya kurumsal bağları olan bir siyaset sahnesidir.
Hiperpolitik şimdiki zaman, aktivizm ve atomizasyonun ilginç karışımıyla sosyal medya dünyasını yansıtıyor gibi görünse de, başka bir amorf varlıkla da karşılaştırılabilir: piyasa.
Planlama psikolojisi ve kitlesel siyaset birbiriyle yakından ilişkiliydi: politikacılar on yıllar boyunca zamanlarını beklerlerdi; Sovyet planlamacıları insan ihtiyaçlarını beş yıllık planlar üzerinden okurlardı; uzun sürenin farkında olan Mao yirmi yıldan fazla bir süre kırsal sürgünde kış uykusuna yatmıştı. Ancak piyasanın ufku çok daha yakındır: iş döngüsünün salınımları katılımcılara anlık ödüller sunar.
Bugün politikacılar kampanyalarını birkaç hafta içinde başlatıp başlatamayacaklarını merak ediyor, yurttaşlar bir günlüğüne gösterilere katılıyor, influencer'lar bir tweet ile dilekçe veriyor ya da protesto ediyor. Sonuç; sosyal medyadaki 'hareket savaşlarının', kurum inşa eden 'mevzi savaşlarına' üstün gelmesi ve siyasi angajmanın başlıca şeklinin piyasa işlemleri kadar geçici olmasıdır.
Bu bir seçimden çok zorunluluk meselesi: kalıcı hareket inşası için yasal ortam düşmanca olmaya devam ediyor ve Amerikalı aktivistler bozulmuş bir sosyal manzara ve benzeri görülmemiş derecede genişlemekte olan bir kültür endüstrisi (Kulturindustrie) ile mücadele etmek zorunda.
Bu tür yapısal kısıtlamaların altında strateji ile ilgili sorular yatmaktadır. İnternet siyasi ifade maliyetlerini radikal bir şekilde düşürürken, parti ve toplum arasındaki sınırları bulanıklaştırarak ve muğlak bir şekilde yetkilendirilmiş çevrimiçi aktörler kaosu yaratarak radikal siyaset alanını da un ufak etti.
Hobsbawm'ın 'isyan yoluyla toplu pazarlık' dediği şey, post-politik kayıtsızlığa tercih edilebilir olmaya devam ediyor.14
Resmi üyelik partileri olmadan, Amerikan protesto siyasetinin bizi 1930'ların 'süper-politik' dönemine döndürmesi pek olası değil. Bunun yerine, ancien régime köylü ayaklanmalarının postmodern yorumlarına yol açabilir: Toplumdaki genel güç farkını azaltmadan, başkanlık medyası döngülerini takip eden pasiflik ve etkinlik arasındaki salınımlar. Dolayısıyla, Anderson ve Baudrillard tarafından incelenen geç yirminci yüzyıl manzaralarından farklı olarak, 2020'lere özgü ‘K eğrisinde bir toparlanma’dan söz edebiliriz.
K eğrisinde-şeklinde toparlanma ifadesi, ekonomik bir terim olup, bir durgunluğun ardından ekonominin farklı segmentlerde ve farklı oran ya da süreler veya büyüklüklerde bir toparlanma hareketi gözlemlendiğinde "K" harfinin iki koluna benzeyecek şekilde birbirinden ayrılabilirliği gözlemlendiği için bu şekilde ifade edilir.
K Toparlanmasının Grafiksel Örneği. Y aksında Ekonomik göstergeler, X aksında da zamansal değerler yer alır.
K toparlanması yaşandığında sektörler, endüstriler veya insan grupları arasında eşit ve tekdüze bir toparlanmanın tam tersi bir şekilde ekonomik ilişkilerin durgunluktan önceki dönemin aksine temelden değiştiği bir ivmelenme söz konusudur ve bu ‘toparlanma’ hareketi sadece ekonominin değil, daha geniş ölçekte toplum yapısında da değişikliklere yol açar.
***
O halde protestoların 'uzun on yılı' Washington kalesine aşağıdan yapılan başarılı bir saldırıdan ziyade, elit-kitle ilişkilerini yönetme yöntemlerinde bir mutasyon olarak yeniden şekillendirilebilir. Aşırı kaldıraçlı finans kuruluşlarının 2008 krizine bulduğu çözüm; borsa ve varlık fiyatlarını pompalamak idi. Sermaye fraksiyonları arasında olduğu gibi Amerikan siyasetinde de tepe ile taban arasındaki uçurumu daha da genişletti. Yine de sosyal eğimi değiştirmedi ve hükümet aygıtı üzerindeki halk denetimi zayıf kalmaya devam etti.
Bu, yeni siyasi dalgalanmanın üzerinde oynandığı damalı tahtayı ortaya koymaktadır. Dünya hegemonunun kamusal alanı yeniden işgal edildi, ancak yeniden siyasallaşma patlaması halkın hükümet üzerindeki kontrolünü artırmadı ya da politika yapımının önemli alanlarını kavranabilir hale getirmedi.
Amerikalı siyaset bilimcilerin uzun zamandır teşhis ettiği çıktı ve girdi arasındaki olağanüstü uyumsuzluk - bir öneriye (örneğin Medicare) verilen kamuoyu desteğinin bir politika olarak uygulanma şansı ile negatif ilişkili olması - Biden-Harris sicilinin gösterdiği gibi sadece derinleşti.15
Amerika'nın tekleyen makinesine para püskürtmek; Trump döneminde 8 trilyon dolar, Biden döneminde 6 trilyon dolar; vekalet savaşları ile birleştiğinde, reel ücretlerin gıda, yakıt ve konut fiyatlarının çok gerisinde kaldığı, manşet GSYH büyümesindeki kazançların orantısız bir şekilde en üstteki yüzde 20'ye gittiği telaşlı bir hamle yarattı. Amerikan hane halkının üçte ikisi 'maaş çekiyle' yaşadığını bildirirken, yüzde 57'si Biden dönemindeki yüksek borçlanma maliyetleriyle zorlanmaktaydı.16
Buradan hareketle, 2024 yılındaki Amerikan siyasi kültürünün morfolojisi bir tezat oluşturuyor: ne 1890-1960'ların kitle siyasetine, ne de uzun 1990'ların post-politikasına benziyor.
Mevcut konjonktürün ardında, Amerikan sol düşünürlerinin 2010'larda, vekil partiler, kirli kırılmalar ya da sol parti gruplarının sürekli geçerliliğini koruduğu zamanlarda ele almaya daha hevesli oldukları stratejik sorular yatıyor. Bugün ise bunlardan çok azı hala sol çevrelerin zihinsel radarında yer alıyor.
Tim Barker'ın da belirttiği gibi, Amerikan solunun önde gelen isimleri Demokratlarla son derece Ödipal bir ilişki sürdürmektedir. Bir yandan İsrail'i cezalandırma kampanyasının çözümünden bir şekilde benzersiz bir şekilde sorumlu olan parti, diğer yandan uzun süredir elit Siyonizm'in ve Soğuk Savaş güvenlik devletinin kutsal kurumları olarak hizmet vermektedir.17
İronik bir şekilde, 2010'ların parti dışı saldırısının sonucu, Amerikan solunun ufku olarak ‘Demokratların Eli’ni sıkılaştırmak olmuştur. Yükselen siyasi duygular parti kartelleri tarafından da ele geçirilebilir.18 Yarı bağımsız parti faaliyetleriyle geçen on yılın ardından, kendisini hala daha iyi bir Demokrat Parti için endişeli bir tabur olarak gören bir Squad, Amerika'nın sol-popülist dalgasının ana kalıntısıdır.
Hiperpolitikanın Amerikan yorumu, ülkenin egemen düzeni için işlevsiz olmak zorunda değildir. Önümüzdeki dört yıl için öngördüğümüz şey çoğunlukla aynı: Parlamento dışı meydan okumalar, yasal çekişmeler, yüksek siyasi duygular ve tıpkı Biden döneminde olduğu gibi, tıkanmış bir Kongre'den geçebilecek iki partili bir gündemin ilan edilmesi. Uluslararası alanda bu durum, İsrail yayılmacılığı ve İran'a karşı vekalet savaşı için maddi destek ve yasal kılıf, Çin'e karşı saldırgan bir tutum ve Rusya ile kabaca iki partili bir kararsızlık derecesinde yürütülen vekalet savaşı anlamına geliyor elbette. Ülke içinde ise güney sınırında devam eden agresif-izin verici bir politika, devlet tarafından yönetilen kürtaj politikaları etrafında devam eden gerilimler ve vergi kanununda daha fazla değişiklik yapılması anlamına gelmekte.
Baudrillard'a özgü tarifle söylersek, Amerikan histerezisinin (ataletinin) önünde daha uzun bir yol olabilir.
ÇN: Demotizm, halkın yönetimde etkin bir rol oynadığı rejim türlerini tanımlayan bir kavramdır. Yunanca "halk" anlamına gelen ‘demos’ kelimesinden türemiştir. Demokratik katılımı öne çıkaran sistemlerden popülist rejimlere kadar geniş bir yelpazeyi kapsar. Halkın iradesinin nasıl şekillendiği ve sınırlarının ne olduğu, demotizm tartışmalarının merkezindedir.
Bill Clinton, ‘Remarks by the President at Presentation of the National Medal of the Arts and the National Humanities Medal’, Washington DC, 29 Eylül 1999.
Peter Mair, ‘Ruling the Void’, no 42, Kasım–Aralık 2006; E. E. Schattschneider’e atıfla, The Semi-Sovereign People: A Realist’s View of Democracy in America, Chicago 1960.
Lorentzen, ‘Not a tough crowd’, 2024 Demokrat Parti Kongresi: “Daha önce dört siyasi kongreye katıldım ve politikacıları bu kadar seven ya da bunu ifade etmekten bu kadar heyecan duyan bir kalabalığa hiç tanık olmamıştım.’’