"Polikriz" dedikleri hani, "Çoklu Kriz" ne ola ki?
Hepimizi Meşum Bir Geleceğe Sürükleyen Krizler Yazı Dizisi / 1. Yazı /
Yazı Dizisi Editörü ve Çeviren:
Orijinal Adı; “The polycrisis”
Yazar: Sam Haselby, 17 Ağustos 2023, Project Syndicate
Kapak - İllüstrasyon:
Editörden;
“Kelimeler her zaman hoyrattır, dizginlenmeleri imkansızdır.”
Adam Tooze, Ekim 2022'de aylık Financial Times köşesini ‘Polikriz Dünyasına Hoş Geldiniz’ başlığıyla açmıştı:
Bir sorun, başa çıkma becerimizi zorladığında ve dolayısıyla kişiliğimizi tehdit ettiğinde krize dönüşür. Çoklu krizde şoklar birbirinden farklıdır, ancak birbirleriyle etkileşim halindedirler, öyle ki bütün, parçaların toplamından daha da ezicidir. Zaman zaman kişi gerçeklik duygusunu kaybediyormuş gibi hisseder.
Tooze’nin dem vurduğu gerçeklik duygusunun yitimi, bugün dünyanın kahir ekseriyeti toplumların içinde bulunduğu gerçekliği tarif ediyor aslında ve bunun sebebi de tam olarak çoklu kriz hali.
"Polikriz" terimi, birden fazla krizin eş zamanlı olarak yaşandığı ve birbirini tetiklediği karmaşık bir durumu ifade etmek için ortaya çıkmış bir kavram. Bu krizler, ekonomik, siyasi, sosyal, çevresel veya sağlık gibi farklı alanlarda ortaya çıkar ve birbirleriyle etkileşim içinde olarak daha büyük ve karmaşık bir sorun yumağı haline dönüşür. Bir zincirin halkaları gibi birbirine eklenerek bir diğerini tetikler ve bir bütün halinde şiddetli bir hâl alırlar. Halkalardan müteşekkil zincirin taşınamaz bir ağırlığa ulaşması gibi.
Bir tiyatro oyun yazarı olarak, daha milenyumun ilk günleri içinde bir kabare yazmaya koyulmuştum, adı ‘KRİZLER’ olan. On yıl kadar daktilomda süründü kâğıt parçaları, krizleri yazmaya çalıştığım çabaların kendisi krize dönüştü. Şimdi üzerinden çeyrek asır geçmiş durumda ve bu kez bir yazı dizisinin başlığı olarak artık dijitalize hale gelmiş çalışma ortamımda klavye başındayım.
Bu yazı dizisinde hepimizin hayatlarını etkileyen krizlerin tek tek hali ve ahvali üzerine yazıp çizerken, bir araya gelerek oluşturdukları çoklu kriz haline dair de düşünce jimnastiği yapmak arzusundayım. İşbu yazı dizisinin işbu ilk makalesini seçmemdeki sebep, Sam Haselby’nin aşağıda okuyacağınız Polikriz kavramını anlattığı yazısının tarihsel ve kavramsal açıklamalar getiriyor olmasıdır. Neden böyle bir çabaya giriştiğim konusunda da açıklamada bulunacağım elbette.
Diyor ki Haselby:
Kelimeler hoyrattır. Tanımlanmalarına ne kadar özen gösterilirse gösterilsin, hiçbir kavramsallaştırma radikal biçimde farklı anlamlar için kullanılmaya karşı korunaklı değildir. Ancak bu değişimleri ve eğilimleri anlayarak çevremizdeki tartışmaları anlamlandırabilir ve bunlara anlamlı bir şekilde katılabiliriz. Anlamın nasıl devindiğini ve kelimelerin hangi amaçla kullanıldığını anlamak zorundayız.
Evet bu zorunluluktur, polikriz halinin aslında bir psikolojik harp tekniği olarak kasıtlı halde yaratılıp sürdürülüyor olmasına dair şüphelerimizi komplo teorisi olmaktan çıkaracak şey.
Aşağıdaki makalede detaylarını okuyacaksanız; Jean-Claude Juncker 2016'da yaptığı bir konuşmasında, çeşitli güvenlik tehditlerinin nasıl sadece birbiriyle örtüşmekle kalmayıp aynı zamanda birbirini beslediğini ve ‘insanlarımızın zihninde şüphe ve belirsizlik duygusu yarattığını’ söyler.
Adına ister algı operasyonu deyin, ister komple teorisi olarak yaftalayın, tüm psikolojik harp etkinlikleri insanları tam da şüphe ve belirsizlik duygusuna mahkum kılarak post-truth, yani öte-hakikat bir iklim inşasına hizmet eder. Hedef kamuoyunun bir konuda karar verirken veya bir kanaat oluştururken nesnel gerçeklerden ziyade mistifikasyonlar ile şekillenmiş duygularının ve inançlarının daha etkili olduğu bir duruma onları sürüklemeyi amaç edinir.
Post-Truth üzerine evvelce Gûngen’de yayınladığımız şu makaleyi de yan okuma olarak listenize alın lütfen:
Bu manada bu yazı dizisi içinde bir yandan dünya halkları olarak yaşamakta olduğumuz krizleri anlama gayreti, çözümleri üzerine düşünme çabası içinde olmanın yanı sıra, mevcut polikriz halinin periferisinde inşa edilen uydurulmuş ya da saptırılmış gerçeklikleri de ayıklamak arzusunda olacağım.
Drezner'in şu saptaması, savaş, salgın ve siyasi çalkantılar gibi kriz kombinasyonlarının aslında neleri inşa etmek için bir ön hazırlık, kötünün kötüsüne temel atma çalışmaları olabileceği üzerine şüphe duymak için yeter sebeptir kanımca:
“Birinci Dünya Savaşı Avrupa'yı harap etti. Savaş aynı zamanda asker hareketleri ve bilgi sansürü yoluyla influenza pandemisinin yayılmasını kolaylaştırdı. Hem savaşın hem de salgının maliyetleri savaş sonrası düzene kötü etki ederek zayıflattı ve hiperenflasyonda, özgürlükçü olmayan ideolojilerde ve içe kapanan demokrasilerde ani artışlara yol açtı. Tüm bunlar ‘Kükreyen 20’lerin başlangıcında yaşandı; dünya on yıl sonra çok daha karanlık bir hal aldı.”
Polikrizin karmaşık ve öngörülemeyen bir durum yarattığı, çoklu krizlerin birbirleriyle etkileşiminin sonuçların tahmin edilmesini zorlaştırdığı genel kabul görmüş bir tespittir. Küresel ölçekte etki gösterdikleri ve uluslararası iş birliğini gerektirdiği konusunda hemfikir olunduğu gibi.
Örnek vermek gerekirse;
2008 Küresel Finans Krizi ki kriz, finans sektöründeki sorunların diğer sektörlere ve ülkelere yayılmasıyla bir polikrize dönüştü.
2020 COVID-19 Pandemisi ki bu salgın, sağlık krizinin yanı sıra ekonomik, sosyal ve siyasi krizlere de yol açarak bir polikriz yarattı.
İklim Krizi ki uzun zamandır dünyanın en önemli gündem maddesi olan iklim değişikliği sorunu, kuraklık, sel, orman yangınları gibi çevresel krizlerin yanı sıra gıda güvenliği, su kıtlığı ve göç gibi sosyal ve ekonomik krizlere de yol açarak bir polikriz halinde devam etmektedir.
Polikriz üzerine düşünen entelektüellerin ve bilim insanlarının üzerinde bilaistisna antant kaldıkları temel konu, polikrizle başa çıkmanın karmaşık ve zorlu bir süreç olduğu.
Başa çıkmak için tavsiye ettikleri öneriler ise; krizlerin nedenleri, etkileri ve birbirleriyle etkileşiminin detaylı olarak analiz edilmesi ve tek tek değil, bütüncül bir yaklaşımla ele alınmaları mecburiyeti. Küresel ölçekte etki gösterdikleri için uluslararası iş birliği; öngörülemeyen doğaları nedeniyle esnek ve uyarlanabilir stratejiler geliştirilmesi zorunluluğu.
Sistem Teorisi ve Karmaşıklık Bilimi alanının önde gelenlerinden Edgar Morin’e göre, “bu tür krizlerle başa çıkmak için tekil çözümler yerine, sistemin bütününü dikkate alan ve farklı disiplinleri bir araya getiren bütüncül bir yaklaşım” gereklidir. Yine bu alanın önemli isimlerinden, Sistem Dinamikleri alanının öncüsü Donella Meadows, "Büyümenin Sınırları" adlı eserinde diyor ki:
“Küresel sistemin birbirine bağlı alt sistemleri arasındaki etkileşimler, polikrizlere yol açabilir. Bu nedenle, sürdürülebilir bir gelecek için sistemin dengesini koruyacak ve kaynakları adil bir şekilde dağıtacak politikalar geliştirilmelidir.”
“Yumuşak güç” kavramının yaratıcısı olan Joseph Nye de polikriz üzerine tartışmalara katılmış ve “küresel yönetişim sistemini zorladığı ve uluslararası iş birliğinin önemini artırdığı” üzerine vurgu yapmıştır. Ona göre, bu tür krizlerle başa çıkmak için devletlerin yanı sıra uluslararası örgütler, sivil toplum kuruluşları ve özel sektörün de katılımıyla çok paydaşlı bir yaklaşım benimsenmelidir.
İklim değişikliği ve kapitalizm arasındaki ilişkiyi inceleyen Naomi Klein, polikrizlerin kapitalizmin yarattığı eşitsizliklerin ve sömürünün bir sonucu olduğunu savunur. Ona göre, “bu krizlerle başa çıkmak için radikal bir dönüşüm ve toplumsal adalet temelinde yeni bir ekonomik model” gereklidir.
Çevresel aktivist ve düşünür Vandana Shiva, polikrizlerin biyolojik çeşitliliğin kaybı, gıda güvenliği sorunları ve su kıtlığı gibi çevresel sorunlarla yakından ilişkili olduğunu vurgular. Ona göre, “bu krizlerle başa çıkmak için yerel toplulukların bilgisine ve geleneksel tarım uygulamalarına dayanan ekolojik bir yaklaşım” benimsenmelidir.
Görüldüğü üzere, farklı disiplinlerden isimlerin üzerinde ortaklaştığı payda olan "Polikriz" dedikleri hani, "Çoklu Kriz" ne ola ki, diye soracak olursak, cevabı Sam Haselby’nin aşağıda okumanızı bekleyen makalesinden bir cümle ile verebiliriz:
Genel olarak tartışma, tarihin bu aşamasıyla, bizimle, bizden sonra gelecek kuşaklar ve miras aldığımız durumla ilgilidir.

"Polikrizler" ─Çoklu Kriz─
Ekolojik, siyasi ve ekonomik arbede esnasında eşi benzeri görülmemiş yakınlaşmaları tanımlamak için ihtiyacımız olan sözcük bu mu?
Bazen bir kelime, ortalığa bomba gibi düşer. 2022'den önce 'polikriz' terimini hiç duymamış olmanız büyük bir olasılıktır. Şimdilerde ise bu terimle karşılaşmış olma ihtimaliniz çok yüksek; çevresel, ekonomik ya da güvenlik konularıyla ilgileniyorsanız hele, büyük ihtimalle karşılaşmışsınızdır ─hatta bu terim sizi hayal kırıklığına uğratmış bile olabilir. Önceleri neredeyse hiç kimse polikriz terimini kullanmazken, birdenbire herkes kullanır oldu.
Gelin görün ki, çoğu zaman olduğu üzre, insanlar bu kelimeyle birbirinden oldukça farklı şeyleri kastediyor. Peki, 'polikriz' ne demek?
The New York Times'ın da belirttiği gibi bu terim Kasım 2022'de Şarm El-Şeyh'te düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı'nda (COP27) ve bir sonraki Ocak ayında Davos'ta yankı buldu. Financial Times'ta Jonathan Derbyshire, 2022'deki 'Year in a Word' (Bir Kelimeyle Yıl) başlıklı yazısında, 'polikriz'i iç içe geçmiş ve eşzamanlı krizler için ortak bir terim olarak tanımladı. Ardından 2023 yılı, Dünya Ekonomik Forumu'nun Küresel Riskler Raporu için bu moda sözcüğü benimsemesi ve 'konjonktürel şokların, birbiriyle derinden bağlantılı risklerin ve aşınan direncin nasıl çoklu kriz riskine yol açtığını' vurgulaması ile başladı. Rapor jeopolitik, çevresel ve sosyopolitik risklerin birbirleriyle olan ilişkilerini incelemekte. Dünya Ekonomik Forumu raporun reklamını yapmak için “polikriz” terimini kullandı ve "Çoklu Krizin Eşiğindeyiz - Ne Kadar Endişelenmeliyiz?" ya da "Çoklu Kriz Çağına Hoş Geldiniz" gibi başlıklar attı.
Tabirin en önemli savunucularından biri, New York'taki Columbia Üniversitesi'nde profesör olan İngiliz tarihçi Adam Tooze'dur; Tooze'un kavramın verimliliğini yayma ve tanımlama çabaları şüphesiz bu kullanım patlamasının önemli bir nedeni olmuştur. Nitekim Tooze, Ekim 2022'de aylık Financial Times köşesini ‘Polikriz Dünyasına Hoş Geldiniz’ başlığıyla açtı:
“Bir sorun, başa çıkma becerimizi zorladığında ve dolayısıyla kişiliğimizi tehdit ettiğinde krize dönüşür. Çoklu krizde şoklar birbirinden farklıdır, ancak birbirleriyle etkileşim halindedirler, öyle ki bütün, parçaların toplamından daha da ezicidir. Zaman zaman kişi gerçeklik duygusunu kaybediyormuş gibi hisseder.”
Tooze'un da defalarca belirttiği gibi, ‘polikriz’ birdenbire ortaya çıkmamıştır. Cascade Enstitüsü'nün “Küresel Polikriz Nedir?” (2022) başlıklı müzakere dokümanında Scott Janzwood ve Thomas Homer-Dixon bu kavramın kökenlerini bir kitapta bulmakta: "Homeland Earth: A Manifesto for the New Millennium (1999) by Edgar Morin and Anne Brigitte Kern" (Anayurt Dünya: Edgar Morin ve Anne Brigitte Kern tarafından Yeni Milenyum için Bir Manifesto 1999). Morin ve Kern, bu kavramın sürdürülebilir dönüşüm çalışmalarında ve Avrupa Birliği çalışmalarında kullanımının izini sürüyor. Avrupa Komisyonu'nun eski başkanı Jean-Claude Juncker'in 2018'de yaptığı konuşma sıklıkla işaret edilen önemli bir an olsa da, zaten Juncker 2016'da yaptığı daha önceki bir konuşmasında, çeşitli güvenlik tehditlerinin nasıl sadece birbiriyle örtüşmekle kalmayıp aynı zamanda birbirini beslediğini ve ‘insanlarımızın zihninde şüphe ve belirsizlik duygusu yarattığını’ açıkladığında bir tanımlama çabası göstermişti.
Kavram görece bilinmezlikten azgın bir popülerliğe ulaştı, ancak sözcüğün anlamlarının farklılaştığına dikkat etmek çok önemli. ‘Bir’ polikriz vardır ve bir de ‘polikriz’ vardır. Bu, insanların bir yandan da çok çeşitli olayların bir araya gelişini inceleyebilecekleri bir araştırma konsepti oluşturmak amacıyla çoklu krizin net bir çalışma tanımını bulmaya, temel özelliklerini tanımlamaya çalıştıkları anlamına gelmekte. Tabir bu manada düşünüldüğünde, birden fazla ‘çoklu kriz’ aynı anda olabilir: örneğin, 2008-09 yıllarında finans ve gıda sistemi krizlerinin bir araya gelmesi veya daha yakın yıllarda COVID-19 salgını, açlık krizi ve Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin bir araya gelmesi gibi.
Öte yandan, ‘polikriz’ genel bir sıfat olarak değil, dünya tarihinin bu belirli aşamasını ifade eden özel bir tabir olarak algılanmakta. Tek bir polikriz vardır: insanlığın daha önce görülmemiş derecede birbirine bağlı ve bağımlı bir dünya yarattığı, muazzam maddi zenginliği radikal eşitsizlikle birleştiren ve ekolojik çöküşün eşiğinde sallanan bu tarihsel dönem. Bu, türümüzün geçmiş zamanlarındaki her şeyden farklı, tarihin gerçekten yeni bir aşamasıdır.
Bu anlam çeşitliliği bazı insanların sözcüğün kullanışlılığını sorgulamasına neden oluyor. Bazıları bunun doğru bir kavram olup olmadığı yahut bir sürü şeyin olup bittiğini söylemenin süslü bir yolu olup olmadığı konusunda şüpheye düşmüş halde. ABD'li politika muhabiri Daniel Drezner, bu yılın başlarında Vox online için kaleme aldığı makalesinde, bu kavramın bazılarına “kafa karıştırıcı ve gereksiz bir neolojizm” (Ç.N: Neolojizm, dilbilimde yeni türetilmiş veya henüz yaygınlaşmamış kelime, terim veya deyimlere verilen addır.) gibi geldiğini belirtiyor ve tarihçi Niall Ferguson'un Davos'ta yaptığı “sadece tarih gerçekleşiyor” şeklindeki esprisine atıfta bulunuyor. Bu görüşün arka planında, bir kelimenin değerli olabilmesi için anlamının açık ve net olması gerektiği varsayımı yatıyor gibi duruyor. Ancak bu yaklaşım, kelimelerin nasıl çalıştığına dair çok önemli bir şeyi gözden kaçırmakta: Onlar her zaman hoyrattır, dizginlenmeleri imkansızdır. Bunu açıklığa kavuşturmak için, gelin önce daha geniş kavramsal tarihte kısa bir gezintiye çıkalım.
Burada, keşifsel amaçlarla, sözcükleri ve kavramları birbirinden ayıralım. 'Doğa' sözcüğü klasik bir örnektir. Raymond Williams'ın ‘Ideas of Nature’ Doğaya Dair Fikirler (1980) adlı makalesinde belirttiği gibi, Batı entelektüel geleneğinde terminolojik birliğin ötesinde az çok farklı doğa kavramları vardır: bir varlığın içsel özü olarak doğa, düzenli kozmos olarak doğa, insan dışı dünya olarak doğa ve elbette, insanları da içeren karasal dünya.
Bununla birlikte, bu anlamlar arasında ortak çağrışımlar da vardır (örneğin, bütünlük, özgünlük, birlik, özsellik). Bu ortak çağrışımlar, bir kavramsal alandan diğerine geçmeyi ve tanımlama çabasına girmeyi kolaylaştırır. Böylece, örneğin, ahlak ve cinsellik hakkındaki fikirler -insanların 'içsel tabiatı' hakkında- 'dışsal' beşeri olmayan tabiata veya kozmosun iddia edilen normatif düzenine atıfta bulunularak meşrulaştırılmıştır. Modern zamanlarda ‘özgürlük’, çeşitli ve tartışmalı bir kavramsal manzaraya sahip sözcüklerin en iyi örneğidir. Dolayısıyla, bazen tanım çabaları eski kelimeler etrafında yürütülür.
Eski zamanlarda, yeni sözcükler çabanın odağı haline geliyordu. BM'nin Ortak Geleceğimiz (1987) raporunda ‘sürdürülebilirlik’ kelimesi ortaya konarak insani kalkınmanın ekolojik temellerine atıfta bulunacak şekilde kavramsallaştırılmıştı: gelecekteki insan refahı ancak refahın temeli olan ekolojik sistemlere özen gösterilerek güvence altına alınabilir. Ancak anlamlar hızla farklılaştı ve sürdürülebilirlik üç boyut veya 'sütun' etrafında yeniden kavramsallaştı: ekonomik, sosyal ve çevresel ─bazen dördüncü bir boyut da eklendi: örneğin kültürel.
Dediğim gibi, kelimeler hoyrattır. Tanımlanmalarına ne kadar özen gösterilirse gösterilsin, hiçbir kavramsallaştırma radikal biçimde farklı anlamlar için kullanılmaya karşı korunaklı değildir. Ancak bu değişimleri ve eğilimleri anlayarak çevremizdeki tartışmaları anlamlandırabilir ve bunlara anlamlı bir şekilde katılabiliriz. Anlamın nasıl devindiğini ve kelimelerin hangi amaçla kullanıldığını anlamak zorundayız.
‘Polikriz’ ile yine bir kavramsal boğuşma durumundayız. ‘Bir’ polikriz ve ‘polikriz’ şeklinde kavramsal bir ayrışma yaşanmakta ve sözcük farklı türden kullanımlar doğrultusunda tanımlanmakta. Ortak bir kavramsal çerçeve üzerinde anlaşmaya varılabilecek ortaklaşma yok ─bu sınırlı bir bilimsel topluluk arasında mümkün olabilir, ancak bir sözcük kamusal alana yayıldığında mümkün değil. Bunun yakın zamandaki iyi bir örneği, nispeten belirsiz bir stratigrafik terim olan ‘Antroposen’1 kelimesinin sahneye çıkması ve çevre araştırmacıları, sanatçılar, hümanistler, gazeteciler vb. tarafından kullanılırken bir dizi anlam kazanmasıdır. Stratigraflar2 kavramsal olarak kendi dar çevrelerinde tartışmaya devam ederken, başka yerlerdeki anlaşılmaz tartışmalardan dolayı hayal kırıklığına uğramışlardır.
Ancak 'çoklu kriz' söz konusu olduğunda, yerel olarak paylaşılan kavramsallaştırmalar bile bu aşamada eksik görünmekte ve bu da kaçınılmaz olarak birbirinin arkasından konuşmaya neden olmaktadır. Kelime hakkında anlamlı tartışmalar - ve anlamlı anlaşmazlıklar - bu tür ortak anlamlar olmadan zordur. Ben bu konuya sezgisel sözcük-kavram-kavrayış üçlüsü ile yaklaştım. Kelime herkes için aynı olabilir, ancak ona yüklenen anlamlar, kavramlar, az ya da çok farklı alanlar oluşturur. Her araştırmacının bildiği gibi, ortak bir kavramsal alan içerisinde, konunun özüne, kavrayışlara ilişkin şiddetli tartışmalar yaşanabilir. Ancak insanlar hala temelde aynı şey hakkında konuşmaktadır. Kullanılan kavramsal alanlar farklıysa, anlamlı tartışma olanağı yoktur ve anlaşmazlıklar körüklenir, hatta anlaşmazlık daha imkansıza doğru gider. İnsanlar farklı amaçlar için farklı araçlar kullanıyor ama sanki aynı araçları kullanıyorlarmış gibi tartışıyorlar.
Çoklu krizi, şayet varoluşsal sorunlarıyla birlikte içinde bulunduğumuz çağın bir tanımı olarak anlarsak, ayrıntılar konusunda hemfikir olabilir veya olmayabiliriz. Ekonomik büyümeyi çevresel etkilerden 'ayrıştırma' olasılığı hakkında, 'yeşil büyüme' ile toplumların dönüştürücü değişimi arasındaki çelişki hakkında tartışabiliriz. Gelecekteki değişiklikleri tahmin etme ve planlama potansiyeli hakkında fikir yürütebiliriz. Genel olarak, tartışma tarihin bu aşamasıyla, bizimle ve bizden sonra geleceklerle, miras aldığımız durumla ilgilidir.
Polikrizi, bazıları önemli çevresel boyutlara sahip, bazıları ise hiç sahip olmayan daha spesifik olayların bir araya gelişini analiz etmek ve anlamak için teknik bir kavram olarak görmek bambaşka bir meseledir. Ferguson'un 'sadece tarih gerçekleşiyor' çıkışında bahsettiği de şüphesiz buydu ─tarihteki karmaşık durumları anlamak için yeni bir kavrama ihtiyacımız olup olmadığı. Dünyanın pek çok yerinde eş zamanlı, iç içe geçmiş ve birbirini güçlendiren krizlerin daha önce de yaşandığı şüphesizdir ─bu tartışmalarda Birinci Dünya Savaşı'na atıfta bulunulmuştur. Drezner'in Vox makalesinde belirttiği gibi, savaş, salgın ve siyasi çalkantıların mevcut kombinasyonu pek de benzersiz değil:
“Birinci Dünya Savaşı Avrupa'yı harap etti. Savaş aynı zamanda asker hareketleri ve bilgi sansürü yoluyla influenza pandemisinin yayılmasını kolaylaştırdı. Hem savaşın hem de salgının maliyetleri savaş sonrası düzene kötü etki ederek zayıflattı ve hiperenflasyonda, özgürlükçü olmayan ideolojilerde ve içe kapanan demokrasilerde ani artışlara yol açtı. Tüm bunlar ‘Kükreyen 20’lerin başlangıcında yaşandı; dünya on yıl sonra çok daha karanlık bir hal aldı.”
Ya da neden orada duralım? Neden 1848'e, tarihçi A J P Taylor'ın deyimiyle ‘dönmeyen dönüm noktasına’, tarihin eşsiz bir parlama noktasına bakmayalım? Sanayileşme ve zanaatkâr sınıfların içinde bulunduğu kötü durum, patates kıtlığı, onlarca yıl süren Metterniçyan3 baskı, milliyetçiliğin ve bir dizi başka fikrin yükselişi ve bir yığın başka neden, devrimler, isyanlar ve baskılarla dolu yıllara dönüşen Avrupa çapında karmaşık bir gerilim ağı oluşturdu.
Çoklu krizi, ulusal ölçekten bölgesel ve küresel ölçeklere ve çok farklı zaman ölçeklerine uygulanabilen genel bir inceleme aracı olarak kullanırsak, yeni bir şey kavrayıp kavramadığını ya da araç setine önemli bir şey katıp katmadığını sormak gerçekten de haklı bir sorudur. Bu pratiğe dair bir soru olur ve deneyim yaşanmadan cevaplanamaz.
Ancak tarihteki mevcut dönüm noktamız olan (ve öyle ya da böyle kaçınılmaz olarak dönecek olan) polikriz 'in 'sadece tarihin gerçekleşmesi' olduğunu iddia etmek, asıl noktayı kaçırmak olacaktır. Atmosferdeki CO2 seviyeleri insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar yüksek, küresel insan yapımı kütle tüm doğal biyokütleyi aşıyor, vahşi memeliler memelilerin sadece yüzde 4'ünü oluşturuyor ve yeni bir kitlesel yok oluş çoktan başlamış durumda. Aslında önceki tüm insan nesillerinden farklı bir gezegende yaşıyoruz - ve dünyanın dört bir yanındaki insanlar giderek birbirlerinden çok farklı gezegenlerde yaşıyorlar. Bunlardan bazıları çok yakında yaşanamaz hale gelebilir. Cascade Enstitüsü'nün çalışma belgesinde yer alan tanım bunu şöyle ifade ediyor: “Dünya'nın doğal ve sosyal sistemlerinin, insanlığın beklentilerini geri dönülemez ve feci boyutlarda gerileten, zincirleme çöküşü”. Polikriz, açıkça, özel bir tabirdir. Kelimenin hiçbir anlamıyla ‘sadece’ diye bir şey yoktur.
Bu anlam farklılığını dikkate almayan her tartışma kafa karıştırıcı olacaktır. Kavramlar hakkında ancak kavramsal alanı paylaşıyorsak verimli bir şekilde tartışabiliriz. Aksi takdirde, sözcüklerin yüzeysel benzerliği gözümüzü kör eder. (Genellikle bu kasıtlıdır: bir kavramsal alandan diğerine atlamak eski bir retorik hilesidir - doğal dünyanın geneline ilişkin kapsamlı gözlemlere dayanarak insan doğası hakkında iddialarda bulunmak gibi). Belirttiğim üzere, bir araştırma kavramı olarak ‘bir’ polikrizin geçerliliği ampirik bir sorudur. Peki ya ‘polikriz’ kavramının tarihsel durumumuzun bir açıklaması olarak değeri nedir?
Bizim özel tarihsel durumumuz olan polikriz hangi temel özelliklere sahip? Bu terimin Morin ve Kern'deki ve karmaşıklık çalışmalarındaki kökenlerine atıfta bulunan bazı özelliklere sıklıkla dikkat çekilmektedir: eko-sosyal sistemler arasındaki artan karmaşıklık, birbiriyle ilişkililik ve 'tamponlama' eksikliği, ekolojik, sosyal, politik ve ekonomik sistemler arasında domino etkisi yaratan değişikliklere karşı kırılganlığın artmasına neden olmuştur. Böylece, sistem düzeyinde çeşitli krizler (örneğin, gıda sistemleri, enerji sistemleri, uluslararası politika, lojistik) bir araya gelebilir ve birbirlerini tetikleyebilir. Özünde, burada kesinlikle yeni bir şey yoktur, çünkü ani rejim değişiklikleri karmaşık sistemlerin nasıl davrandığının bir parçası ve bileşenidir. Ancak, küresel bağlam değişmiş ve dünyanın yerelliklerini her zamankinden çok daha sıkı bir şekilde birbirine bağlayan ‘küresel bir üretim ekosistemi’ ortaya çıkmıştır. Bunun sonuçları COVID-19 salgınında açıkça görülebilir.
Bu konuya yaklaşmanın bir başka yolu da, karmaşıklaşan dünya koşullarının nedensel düşünüşün kalıtsal biçimlerine nasıl meydan okuduğuna dikkat çekmektir. Bu fikir Tooze tarafından güçlü bir şekilde ortaya atılmıştır ve Christopher Hobson bunu şu şekilde ifade etmiştir:
“Bu da bizi çoklu kriz hakkında düşünmenin başka bir yoluna yönlendiriyor: krizi, kesin sonuçların geçiştirildiği, net çözümlerin reddedildiği, çözülmemiş krizlerin bir birikimi olarak görmek. Dahası, geçici düzeltmeler hesaplaşmayı geçici olarak engellemiş, ancak kalan zorlukların büyüklüğünü arttırmış olabilir.”
Tooze, çoklu krizin 'temel' siyasi mücadelelere ilişkin eski kavramları, yüzeydeki çok sayıda sorunun altında yatan gerilimleri nasıl sorguladığını belirtiyor. Buna karşılık Tooze, güncel sorunların temel sebeplerinden kaçmakla eleştirilmiştir. Ekonomist Baki Güney Işıkara'nın Developing Economics blogundaki bir yazısı, çoklu kriz kavramının, üst üste binen acil durumların altında yatan gücün kapitalizm olduğunu kabul etme konusunda kayda değer bir isteksizlik taşıdığını savunuyor: “Analiz ve çıkarımlar, görünümler düzeyine hapsediliyor ve bu nedenle, bunlara yol açan çelişkiler ağını kavramakta yetersiz kalıyor.”
🌍
🗞️ Sam Haselby’nin Aeon’de “The polycrisis” başlığı ile 17 Ağustos 2023 tarihinde yayınlanan makalesinden çevirilmiştir.
Antroposen (anthropocene); insanlığın çevre üzerinde önemli etki yapmaya başladığı Sanayi Devrimi sonrası dönem.
Stratigraf (stratigrapher); Stratigrafi, katmanbilim ya da tabakabilim demektir. Yerkabuğunun kısımları olarak ele alınan tabakalı kayaların formasyonlardan, bileşimlerden, istiflenmelerden ve korelasyonlarından söz açan jeoloji kolunda uğraş gösteren bilim insanlarına stratigraf denir.
Metterniçyan (Metternichian); Metternich sistemi; Viyana Kongresi'ne (1815) katılan Büyük Britanya, Avusturya, Rusya ve Prusya'nın Avrupa'da statükoyu korumak için ortaya koyduğu sistemdir. Sisteme adını veren Avusturya Başbakanı Metternich, statükonun silah gücüyle korunmasını savunuyordu. Ona göre ulusçuluk hareketlerinin acımasızca bastırılması ve ulus devletlerin dağıtılması gerekiyordu. 1848 Devrimleri sonucunda Metterniçyan sistem çökmüştür.