Thomas Fazi: "Von der Leyen'in Sıkı Yönetim Planı "
Demokratik uluslar O'nun Komisyonuna tabi olacak
Çeviren Notu;
Thomas Fazi, kendi tarifi ile“(Jeo)politika, ekonomi, savaş, enerji ve genel olarak hayat üzerine ana akıma meydan okuyan düşünceler” kaleme alan bir yazar. Aynı zamanda çevirmen olan Fazi, UnHerd ve Compact'ta (ve ara sıra başka yerlerde de) yazma eylemini düzenli olarak sürdürüyor. Thomas Fazi’nin bütün yazılarını Substack bloğundan takip edebilirsiniz 👉
Evvelce Gûngen’de Türkçe çevirilerini yayınladığımız Fazi yazıları:
〄
Sunu;
Birleşik bir Avrupa! Meselenin esası bunu nasıl hayal ettiğinizdir. Ne kadar adil, eşitlikçi, egalitaryan ve/veya özgürlükçü bir perspektifiniz var? Veyahut ne kadar yüceltiyorsunuz bu fikri? Kıta üzerinde yaşayan herkes adına, zararlı unsurların uygun görülen yollardan arındırıma işlemlerinin tamamlanıp geriye kalan herkesin bilfiil ‘ana kıta’ya ait olduğu, aşkın bir varlık mıdır Avrupa sizin gözünüzde?
Konu Avrupa Birliği’nin artık gelip dayandığı çıkmaz sokak olduğunda, siyaset bilimci Costas Lapavitsas’ın daha 2015 senesinin Bahar aylarında vermiş olduğu bir mülakat içerisinde ettiği sözlerin değeri bir kez daha anlaşılıyor:
Ben sosyalistim, eski tarzda, kelimenin eski anlamıyla, Avrupa Birleşik Devletleri ve Avrupa dayanışması fikri sosyalist bir fikirdir ve ben bunu paylaşıyorum. Açıkçası bu aynı zamanda Hitler tarafından da kullanılan bir Nazi fikriydi. Bu yüzden Birleşik bir Avrupa fikri kimsenin tekelinde değildir.’’
Costas Lapavitsas, 2015
Bugün Brüksel’e yani Avrupa Birliği’nin kalbine çöreklenmiş, Eurocracy diye tarif ettiğimiz teknokrasinin tepesindeki şahin mi şahin, fakat Avrupanın çeşitli muhalif gruplarının soy isminden uyarlayarak kendisine ‘yalancı’ ismini taktıkları (von der Liar) AB komisyon başkanı Ursula von der Leyen, maalesef insanlığa, dünyaya, ve elbette Avrupa’ya, kendisinin de dahil olduğu güç elitlerin gözünden bakmaktadır. Bu sebeple büyük gayretler sergileyerek, son seksen senedir, Yugoslavya hariç savaş geçirmeyen fakat asli tarihi tamamen savaşların kıtası olan Avrupa’yı bir kez daha bu tehlikeli kulvara doğru iteklemektedir.
İçinden geçiyor olduğumuz devir, sözde kurallara dayalı uluslar arası düzenin yerine başka bir düzenin ihdasının söz konusu olacağı, eskinin ölüyor olduğu, yeninin henüz ortaya çıkmadığı ve zamanın zembereğinin özellikle Batı medeniyeti adına büyük çemberi kapatmaya ayarlı olduğu bir geçiş tüneli. Gramsci’nin çağları aşan tespiti burada yolumuzu aydınlatır; böylesi zamanlar canavarların ortaya çıktığı zamanlardır. Gramsci kendisini tanısa ne derdi bilmem ama muhtemelen Ursula von der Leyen’e o ‘canavar’ ismini layık görebilirdi.
Bizler ise -Kuzgun Nogay’ın isim babası olduğu- ‘Masalcı Bacı’ ismini layık görmekteyiz kendisine. Doktora tezinde yapmış olduğu intihal ve fikri hırsızlıklar faş edilmiş olmasına rağmen hiç bir şekilde akademik çevrelerde çıt çıkmayan, daha gençliğinde Londra’da bir lisans öğrencisiyken ‘Scotland Yard’ tarafından özel koruma kapsamına alınan, bugün ise sahip olduğu güç doğrultusunda istediği her hakikati istediği şekilde bozarak anlatabileceğine ve yansıtmış olduğu sözde ‘Büyük Resime’ herkesin biat etmesini isteyen bu kadına başka bir mahlas bulamadık açıkcası.
Pandemi sürecinde Pfizer ile tüm Avrupa halklarını etkileyecek şekilde politika yapıcı gücünü kullanmasının perde gerisindeki akçeli işleri hali hazırda PfizerGate skandalı olarak dillendirilirken, hakkında Avrupa Baş Savcılığının Hague’da açmış olduğu dosya olmasına rağmen bizzat yeniden Komisyon başkanı olarak atanan, davası ise hiç açılmadan dosyası hasır altı edilen bu hanımefendi için zaten doktora tezini baştan aşağıya çalıntı paragraflardan oluşturmak nedir ki?
Ursula von der Leyen, tarihin bu dönemecinde, görevinden yeni ayrılan en yüksek rütbeli dış ilişkiler komiseri Joseph Borell’in daha geçtimiz aylarda itiraf ettiği şekliyle, üstünlüğünü yitiren Batı hegemonyası namına, Avrupa kıtasına, Hitler ve tarihteki belli başlı diğer öncüleri gibi fakat bu kez diplomasi ve teknokrasiyi kaynaştırarak ve bolca mistifikasyon üreterek, ‘merkezileşmek suretiyle totaliterleşme’ elbisesini giydirmeye çalışıyor. Böylelikle hem kendisinin de dahil olduğu dar elit çevreyi hem de ABD’de ki güç elitlerini çaresizce ayakta tutmaya çabalıyor.
Hakikat odur ki, bugün artık AB Komisyonu hakkında kimse kolay kolay şunu diyemez: Avrupa Parlementosundan sonra Birliğin en önemli bileşeni olan Komisyon tam bir ortak aklı temsil eder, eklektik Avrupa’nın kollektif danışma organıdır. Bu artık sadece bir hayal. Niyeti bas baya 'Avrupa Birliği’nden Bitiştirilmiş Avrupa’ya dönüşmek olanların bütün kıtaya hakim bir başkanlık makamı olarak gördükleri bir yer haline gelmiştir Brüksel’deki Komisyon.
Bu öylesine bir ihtiras ki, teşbihte hata olmaz, eğer Ursula von der Leyen bütün kıtayı dijital monetizasyona tam olarak geçirmeden evvel kağıt paraların üzerine resmini bile bastırmak isterse, artık şaşıracak durumda değiliz.
Her ne kadar üye ülkelerin hepsinin onayladığı ortak bir anayasası olmadığı için Komisyon başkanlığını resmiyette Avrupa’nın tüm idaresinden ve yürütmesinden sorumlu başkanlık makamı olarak tanımlamak henüz hala daha hukuken mümkün değilse bile, fiilen işler öyle yürümüyor.
Ursula von der Leyen’in 2019’da göreve getirilmesinden itibaren bilfiil istisnalar yaratarak başlayan, Masalcı Bacı’nın liderlik performansı ile ilerleyen ve en sonunda artık demografiden sağlık politikalarına, silahlanmadan kültür sanata kadar her alanda merkezi karar alma entitesi olduğunu Avrupalılara dayatan bir kurum haline geldi AB Komisyonu.
Bir başka deyişle, ya bizim anladığımız şekliyle bir birlik olacaksınız, ya da isteyen gidebilir tarzında bir yönetişim tavrı sergilemekte, yani kelimenin tam anlamıyla bir üst akıl gibi davranmaktadır. En son Macaristan başbakanını, Macarların ve tüm AB parlementosunun önünde tehdit ediyordu kendisi.
Açıkcası ‘sen kimsin, seni kim seçti’ denir böyle davranana. Fakat ülkeler Avrupa Birliği olarak kalmaya devam etmek istedikleri için henüz diyen yok. Elbette her dönüşüm sancılı olur ve her bileşenin, her parçanın bir dayanıklılık, bir istiap haddi vardır.
Avrupa halkları tarafından temsili olarak seçilmeyen, bizzat görünürde AB Konseyince atanan bu komisyon ile, kendilerine çalışan takım elbiseli teknokratlardan oluşan Eurocracy, Ursula von der Leyen’in birinci döneminden itibaren kendi ‘sorumlu sorumsuzluğunca’ aldığı ve ülkelere dayattığı kararları aslında onaylamak ve uygulamak zorunda olmayan üye devletlerinin bürokrasilerine rağmen, maalesef gün be gün artık daha fazla Avrupa halklarını yaptırımlar yoluyla cezalandırabilecekleri bir noktaya evriliyorlar.
Filhakika, niyet zaten en başından belliydi; aldığı her karar ve yapıp etiği her şeyin bedelini üye ülkelerinin seçilmiş hükümetlerine ve onların bürokrasilerine ödetmek ve Avrupa halkları ile onları baş başa bırakmak.
Birazdan
çevirisi ile okuyacağınız Thomas Fazi’nin makalesi tam olarak Komisyon’un yürütme yetkilerini tepeden inmeci bir şekilde genişletmek için kullanmasının seyrini anlatıyor ve getirebileceği sonuçlardan bahsediyor.Kıssadan hisse, Fazi’de, Lapavitsas ve bizler gibi, daha yolun en başında Birleşik bir Avrupa Fikrine dair bu elitlerin anladığından tamamiyle farklı bir şey anlayan ve idrak eden insanlardan biri olduğu için başta Ursula von der Leyen olmak üzere tüm Eurocrat’ların zihin dünyasını ve ellerinde tuttukları ajandaları daha gerçekçi bir gözle okuyabiliyor.
E haliyle sizlere de bu değerli makaleyi keyifle okumak düşer.
Von der Leyen'in Sıkı Yönetim Planı
Demokratik uluslar O’nun Komisyonuna tabi olacak
Orijinal Adı; “Von der Leyen’s authoritarian plot”
⑊ Thomas Fazi ⑊ 14 Ekim 2024, UnHerd
Avrupa Birliği, sorunlu tarihinin en kaygı verici dönemine girmek üzere. Ursula von der Leyen'in yeni Avrupa Komisyonu birkaç hafta içinde resmen göreve başlayacak ve bu andan itibaren Leyen, bloğun siyaseti üzerinde neredeyse sınırsız bir kontrole sahip olacak.
Von der Leyen geçen ay Komisyon'un yeni kadrosunu ve örgütsel yapısını tanıttığında, tipik Brüksel dostu ana akım medya bile yaptığı şeyin bir darbeden başka bir şey olmadığını kabul etmek zorunda kaldı. Komisyon Başkanı, stratejik rollere kendisine sadık kişileri yerleştirerek, kendisini eleştirenleri marjinalize ederek ve herhangi bir bireyin aşırı etki kazanmasını önleyen karmaşık bir bağımlılıklar ve örtüşen görevler ağı kurarak, Brüksel'de -özellikle de von der Leyen'in elinde- otoriteyi daha da merkezileştirecek benzeri görülmemiş bir uluslar-üstü “güç gaspı” için zemin hazırlamış durumda.
HEC Paris'te AB hukuku profesörü olan Alberto Alemanno, Leyen’in Komisyon'u “kolektif bir organdan başkanlık makamına dönüştürmek” ile uğraştığını söyledi. Ne var ki bu aslında uzun süredir devam eden bir sürecin doruk noktası. Komisyon zaten uzun zamandan beri yetkilerini gizlice genişletiyor, teknik bir organdan safkan siyasi bir aktöre dönüşüyor ve bu da demokratik kontrol ve hesap verebilirlik aleyhine egemenliğin büyük ölçüde ulusal düzeyden uluslar-üstü düzeye tahvil edilmesi sonucunu doğuruyordu. Gelin görün ki bu “Komisyonlaşma” şimdi yepyeni bir boyuta taşınır vaziyette.
Bloğun dış politikasını ve özellikle de savunma ve güvenlik politikasını ele alalım. Von der Leyen'in Ukrayna krizini Komisyon'un yürütme yetkilerini tepeden inmeci bir şekilde genişletmek için kullanması, (Komisyon'un bu konularda resmi bir yetkisi olmamasına rağmen) AB'nin dış politikasının fiilen uluslar-üstü hale gelmesine yol açması ve aynı zamanda bloğun ABD-NATO stratejisine hizalanmasını (ya da daha doğrusu tabi olmasını) sağlaması fazla dikkate alınmadı.
“Komisyon teknik bir organdan safkan bir siyasi aktöre dönüşüyor.”
Bu hamlenin önemli bir boyutu, von der Leyen'in Rusya'ya karşı über-şahin tutumunu paylaştıkları için siyasi besin zincirinde yukarılara tırmanan Baltık Devletlerinden (toplam nüfusları 6 milyondan biraz fazla) temsilcilerin kilit önemdeki savunma ve dış politika görevlerine atanması oldu. Özellikle dikkat çeken isimlerden biri, onaylanması halinde AB'nin ilk Savunma Komiseri görevini üstlenecek olan Litvanya'nın eski Başbakanı Andrius Kubilius. ABD destekli STK'lar ve düşünce kuruluşlarına yakınlığıyla bilinen Kubilius, Avrupa savunma sanayiinden sorumlu olacak ve askeri-endüstriyel üretimin daha fazla entegrasyonu için yoğun ve baskıcı bir çaba sarf etmesi bekleniyor. Kubilius ayrıca Uluslararası Cumhuriyet Enstitüsü'nün danışma kurulunda görev yapmış ve Atlantik Konseyi'nin Avrupa Büyüme Girişimi'nin (EuroGrowth Initiative) eski bir üyesidir ki bunlar, birincil amacı ABD'nin dünya çapındaki ticari ve jeopolitik çıkarlarını desteklemek olan iki Atlantikçi kuruluş.
Kubilius'un adaylığı, Estonya'nın eski Başbakanı Kaja Kallas'ın Avrupa Dış ve Güvenlik Politikası Şefliğine; Finlandiya'dan Henna Virkkunen'in Başkan Yardımcılığı ve Teknolojiden sorumlu Komisyon Üyeliğine; Letonya'dan Valdis Dombrovskis'in ise Ekonomi ve Verimlilikten sorumlu Komisyon Üyeliğine aday gösterilmesiyle beraber oldu.
Rusya-Ukrayna ihtilafına yönelik son derece şahin yaklaşımıyla dikkat çeken Atlantik Konseyi'nin, AB'nin Rusya'yı “birincil tehdit” olarak gördüğü ve bloğun Ukrayna ve Çin gibi diğer kilit jeopolitik konularda da Amerika ile aynı safta yer alacağının bir işareti olarak değerlendireceği bu “Baltık ekibinin” kurulmasını memnuniyetle karşılaması şaşırtıcı olmayacaktır.
AB'nin dış politikasını yeniden şekillendirmenin yanı sıra von der Leyen, gücünü daha da pekiştirecek bir hamle olarak Birliğin bütçe işleyişini de merkezileştirmeye çalışıyor. Mevcut işleyişte, AB'nin yapısal fonlarının yaklaşık üçte ikisi bloğun bölgesel ya da sosyal uyum politikası doğrultusunda karşılanmakta olup, para AB onaylı projelerin uygulanması için doğrudan bölgelere verilmekte ve büyük ölçüde onlar tarafından yönetilmekte. Ancak von der Leyen şimdi bu sistemi kökten değiştirmenin planları içinde.
2028-2034 dönemini kapsayan yeni bütçe planı, her üye devlet için tarım sübvansiyonlarından sosyal konutlara kadar çeşitli sektörlerdeki harcamaları belirleyecek tek bir ortak havuz oluşturulmasını öneriyor. Von der Leyen'in önerdiği modele göre para artık yerel kurumlara değil, ulusal hükümetlere verilecek ve bu da Brüksel tarafından dikte edilen reformların uygulanması şartına bağlı olacak. Bu aslında kurumsallaşmış bir mali şantaj sistemi yaratacak ve Komisyon'a, uyumsuzluk durumunda fonları keserek ülkelere AB'nin gündemine uymaları için baskı yapmak için güçlü bir araç sunacak. Konuyu yakından takip edenler bunun aynı zamanda, mevcut programlarda kesintiye gitmek ve parayı savunma ve endüstriyel yapılanma gibi yeni önceliklere yönlendirmek için bir sis perdesi olduğunu dile getiriyorlar.
Plan ayrıca bütçe işleyişini yürütecek geçici bir yönlendirme grubu oluşturulmasını öngörüyor. Bu grup von der Leyen'in kendisinden, bütçe departmanından ve Başkan'ın doğrudan yetkisi altında çalışan Genel Sekreterlikten oluşacak. Bu merkezileşme, gücü genellikle daha ılımlı bir siyasi eğilime sahip olan bölgelerden ve öteki tüm Komisyon birimlerinden alıp doğrudan von der Leyen'in eline verecektir.
Başkan'ın giderek otoriterleşen yaklaşımı, Avrupa Parlamentosu'nda Viktor Orbán ile yaşadığı tartışma sırasında, von der Leyen'in diplomatik protokol kurallarını çiğneyerek Macaristan Başbakanı'na sert bir şekilde saldırmasıyla açıkça ortaya çıktı. Rusya ile siyasi ve ekonomik ilişkilerini sürdürdüğü için Orbán'ı “herkes için bir güvenlik riski” olarak nitelendiren von der Leyen, Orbán'ın Vladimir Putin ile barış anlaşması yapma girişimlerini de imalı bir şekilde eleştirdi. Orbán ise, AB'nin Ukrayna stratejisinin feci bir şekilde başarısız olduğunu hatırlatıp, Avrupa Komisyonu'nun “tarafsız” kalması ve “anlaşmaların koruyucusu” olması gerekirken von der Leyen'in uygunsuz bir şekilde siyasi davrandığını ifade ederek karşılık verdi.
Orbán, “Avrupa Brüksel'de değil, Strazburg'da değil” dedi. “Avrupa Roma'da, Berlin'de, Prag'da, Budapeşte'de, Viyana'da, Paris'tedir. Avrupa, ulus-devletlerin bir ittifakıdır”. Esas itibariyle Orbán elbette haklı: Avrupa ulusları ve halkları Avrupa'nın kültür, medeniyet ve hatta manevi sermayesinin depolarıdır. Temel anlamda onlardır “Avrupa”. Ancak gerçek şu ki, AB uzun zaman önce “ulus-devletlerin ittifakı” olmaktan çıktı.
Son 15 yılda Komisyon, Avrupa'nın “bitmeyen buhranlarından” yararlanarak, mali bütçeden sağlık politikasına, dış ilişkilerden savunmaya kadar, daha önce ulusal hükümetlerin tasarrufunda olduğu kabul edilen yetki alanları üzerindeki etkisini radikal bir şekilde ama gizlice arttırdı. Sonuç olarak AB, Komisyon aracılığıyla, demokratik beklentilerine bakmaksızın üye devletlere ve onların vatandaşlarına kendi gündemini dayatma yetkisine sahip yarı diktatör bir egemen güç haline geldi. Bu “yetki darbesi” Ursula von der Leyen'in (2019-2024) ilk dönem başkanlığında Covid-19 ve Ukrayna krizleri ile birlikte yeni boyutlara ulaştı ve şimdi ikinci dönem başkanlığında kurumsallaşmanın eşiğinde.
Birçok açıdan AB'nin geç Sovyet dönemine kesin olarak girdiği hissi ağır basıyor. Bloğun toplumsal ve ekonomik çöküşü, tırmanan jeopolitik krizler, çöken demokratik meşruiyet ve artan “popülist” ayaklanmalarla karşı karşıya kalan Avrupa'nın siyasi-ekonomik elitleri, demokrasiden ve ulusal egemenliklerden geriye kalanlara karşı topyekûn savaş ilan etmeyi seçtiler. AB'nin tekno-otoriter rejiminin cıvataları gittikçe daha sıkı vidalanıyor. Bir umut ışığı için Sovyetler Birliği'nin tarihine bakabiliriz: 30 yıl önce, Sovyet sisteminin krizine verilen otoriter tepki, rejimin çöküşünü hızlandırdı. Aynı şey AB için de geçerli olacak mı?
🌍